Bazen, herkesin kendisini kaptırmak istediği komplo teorileri damarlarından biri olarak şunu düşünüyorum: Sosyal medyanın bizde yarattığı “kıyamet” hissiyle nasıl başa çıkacağız? Yaşadığımız manik karamsarlık içerisinde, bazı gönderiler sanki Dünya bir iklim felaketine sürüklenmiyor ya da savaşla kaynamıyor gibi umursamadan var oluyor, diğer yandan da çoktan çizgiyi aştık, geri dönüş yok ve nihai yıkım bir nefes kadar yakın deniliyor. İkilem içerisinde umursamazlık ve pesimizm içinde öylesine kötü bir sonu bekliyoruz, susuyoruz ve “nasıl olsa günler sayılı” diyerek korkularımızı telkin ediyoruz.
Kapitalist düzenin sağa sola savurduğu toplumsal düzen, Covid-19 sınavını verdi diyelim, milyonlarca insan için bir kıyamet kopmadı mı sanki? Güya “özgür ve medeni” dünyanın bir parçası olan sistemler devam ediyor, edebiliyor mu?
Canlı yayında savaş, anlık kötülükler
Anlık iletişim yöntemleri kısmen yeni bir teknoloji. Bu teknolojinin topluma olan en büyük etkisi bence hayatımızda tahakküm kuran sistemlerin aslında ne kadar kırılgan ve de ne kadar yalan olduğunu afişe etmesi. Hepimiz biliyorduk Birleşik Devletler’de polis şiddeti, ırkçılıkla el ele… Velakin canlı olarak bunlara şahit olmak? Yalnızca küresel değil, yerel olarak ülkemizde de protestolarda neler yaşanıyor? Hepimiz biliyorduk Rusya’nın Putin elinde tehlikeli bir yere savrulabileceğini. Ukrayna’da şehirlerin bombalanmasını resmen canlı izliyoruz.
Yalnızca makro olarak, siyaset-toplum ilişkisi de değil, günlük hayata da sirayet etmiş kötülükleri canlı görüyoruz. Yayında kadınları döven, otobüste-metroda insanları rahatsız eden eril zihniyet ve failler de önümüzde. Böylesine güçlü bir teknolojinin elimizde olması, yarattığı güç ve etkinin bu kadar büyük olması, aynı zamanda alışık olmadığımız bir şey.
Hayatta kalmanın getirdiği suçluluk hissi
“Doomscrolling” yani “Kıyametakışı” ya da “Kıyametgezintisi” diye çevirebileceğimiz bir terim türedi. Elinizdeki bilgi kaynaklarını kullanarak, kötü haber üstüne kötü haber, aynı haberin tekrar tekrar görmek üzerine saatlerinizi karanlık bir yerde geçirmenize sebep olan bir fenomen ve daimi olarak dünyanın ne kadar kötü olduğuna dair “kanıtlar” önünüzde. Saatlerce korkunç içeriklere maruz kalmak, onlara karşı hissizleşmeyle beraber aynı zamanda umudun kırılmasına da yol açabilir.
Gelecek nesillerin aşırı politikleşmesine hatta uç yönelimlere ulaşmasının da bir açıklaması, medyanın, gazetelerin ve sosyal medyanın “kötü haber tüccarlığı” olabilir. Kötü haberler satıyor, korku güdüsü güdülüyor.
Yeni teknolojinin yeni “challenge”ı bu: Korkuya ve umutsuzluğa karşı nasıl yine de yeşil bir gelecek, eşit bir gelecek için mücadele vereceğiz? Umudumuzu nasıl koruyacağız? Akıl sağlımızı bu kadar negativiteye karşı nasıl koruyacağız?
Geçen aylarda artık dokunsanız ağlayacak kıvama geldim. Bir nedeni, sosyal medya üzerinde sürekli tacize uğramam, hayat mahremiyetimin çiğnenmesi. Bir başka sebep, bir çok ölüm haberi almam. “Kıyametakışı” dediğimiz olay o kadar sinsi ki, dikkatinizi dağıtmak istediğiniz herhangi bir sosyal medya hesabında başınıza gelebilir. Ya da biliyorsunuz ya, travmatize olmuşsunuz, “dünya kötü bir yer”, bir “influencer” size nasıl detoks meyve suyu hazırlanır diye anlatırken “ama şu an bir yerlerde acı çeken insanlar var” karamsarlığına düşüp kurtulamıyorsunuz.
Hayatta kalmanın da getirdiği bir suçluluk hissi var. Hiperrealite dediğimiz, “oyun-dizi-film” izlediğimiz ekranlarda gerçekten olan savaş ve suçları da izlediğimiz için, gerçeklik algımız da kayıyor. Ta ki gerçekten o kurgusallık ile hakikat arasındaki çizgi kalkana kadar. O nokta da işte, o Ukrayna’da evleri, hastaneleri bombalanmış sivillerin ne acılar çektiğini hissetmeye başlıyorsunuz. Aklınız almıyor ve apati içerisinde donup kalıyorsunuz.
Sesleri çok, ya güçleri?
Kıyametin sosyal medya hesaplarına karşı ne yapabiliriz, bilmiyorum. Psikolojimiz üstüne de bu kadar fena bir etkisi var mı, yoksa bunlar daha kişisel tecrübelerim mi? Emin değilim velakin umutsuzluğa kapılmamak ne kadar önemli bunların gayet farkındayım.
Son 8 Mart eylemleri sonrasında, transfobiklerin yine benzer şekilde bu karanlık içerisinden, ürettikleri nefretle alana gelmesi, sonrasında da sosyal medya üzerinden kendi anlatılarını yaratmaları da benzer bir etki yarattı. Velakin bana güç veren, oradaki feminist kadınların nefrete dur demesiydi. Sosyal medya, önemli bir bilgi ve haber aracı, iletişime inanılmaz faydalı ve de akıl sağlığına zararlı olabiliyor. Ama şunu da hatırlamamız gerek: Çoğu noktada, gerçeği de yansıtmıyor.
Büyük doğa düşmanı şirketler, amaçları için interneti kullanan siyaset, propaganda için sabah akşam çalışan uç gruplar… O kadar sesleri var mı gerçekten? Yoksa korkuyla bizi sindirmeye ve umudu yok etmeye mi çalışıyorlar? Bunun farkında olursak kendimizi belki koruyabiliriz ve doğruları söylemeye devam edebiliriz.