Yakınları, Kuriş’in 1988’den önce ve sonraki hayatının ‘farklı’ olduğunu söylüyor.
‘Çok da keyifliydim Amerika’ya (ABD) gideceğim için. Fakat o sırada işte bildiğiniz gibi Hizbullah beni kaçırdı. İyi ki kaçırdı. Allah onlardan binlerce defa razı olsun.’
Böyle diyordu Konca Kuriş. Gazeteci Cüneyt Özdemir, Gain’de yayınlanan ‘Final Operasyonu: Hizbullah’ adlı belgeselde Kuriş’e ait görüntülere yer verdi.
Kuriş, 17 Temmuz 1998’de, gece vakti eşi Orhan Kuriş’le eve döndüğü sıra üç Türkiye Hizbullahı militanı tarafından kaçırıldı.
Sabah gazetesinin 18 Temmuz 1998 tarihli sayısında beş çocuk annesi kadının nasıl kaçırıldığı bir ajans haberiyle anlatıldı.
555 günlük gizem
Kuruma ait Sabah Haber Ajansı’ndan (SHA) Şevket Coşkun’un imzasının yer aldığı haberde, Konca Kuriş’in eşi Orhan Kuriş’le Mersin’de tekstil işi yaptığı, olay günü gece 01:00 sularında kendilerine ait bir minibüsle Hamidiye Mahallesi’ndeki (Akdeniz ilçesi) evlerine geldiği, tam kapıyı açacakları anda eli silahlı yüzü maskeli üç kişinin saklandıkları yerden çıkıp Orhan Kuriş’e saldırdıkları, eve geldikleri minibüsün anahtarına el koydukları ve Konca Kuriş’i kaçırdıkları detayı yer alıyor.
Olay sonrası Orhan Kuriş’in o dönem Mersin Büyükşehir Belediye Başkanı olan ağabeyi Halil Kuriş’e haber verdiği, ilerleyen saatlerde karakola gittikleri söyleniyor. Polis bu gelişme üzerine kentin giriş çıkışlarını kontrol altına almış, jandarmaya durumu iletip operasyona katılmalarını istemiş, Türkiye Hizbullahı üyesi olduğu düşünülen kişilerin evlerine “seri” baskınlar düzenlemişti. Mersin’in o dönemki Emniyet Genel Müdür Vekili Hayrettin Gök, Kuriş’in “yakında ortaya çıkarılacağını” söylüyordu.
Fakat 555 gün sonra bulunabildi. Mersin’de bu hareketliliğin görüldüğü sıra, Türkiye Hizbullahı, Orhan Kuriş’ten gasp ettikleri 34 YM 221 plakalı minibüsle 350 kilometre uzaklıktaki Konya’nın Meram ilçesinde bulunan üç katlı hücre evine varmıştı. 17 Temmuz 1998’deki kaçırma girişiminden tam 33 gün sonra, 18 Ağustos 1998’de Konca Kuriş’in Türkiye Hizbullahı militanlarının kendisini sorguladığı sırada çekilmiş videosuna ulaşıldı.
Görüntülerde Kuriş, “Hizbullah’ın benim hakkımda vereceği karar neyse razıyım. Ben tövbe ediyorum. Binlerce defa Rabbim sana tövbeler olsun beni affet. Yaşasın Hizbullahi hareket. Kahrolsun Kemalistler, laik diktatörler, yaşasın Allah’ın izninde gidenler,” deyip gözyaşlarına boğuluyor.
Gazeteci Cüneyt Özdemir, söz konusu sorgu videosunun Türkiye Hizbullahı militanlarının baskısı altında, propaganda amacıyla çekildiğini söylüyor. Yine video kaydı sırasında Konca Kuriş’in “hakkında bir karar verilmediğini” düşünüyor olabileceğini ama onu ölüme iten “kararın verildiğini” iddia ediyor.
Cesedi ihbar üzerine bulundu
Kuriş’in cesedi, 23 Ocak 2000’de, yani kaçırılma vakasından 555 gün sonra, Konya Meram’daki bir ev sahibesinin ihbarıyla bulundu.
Hürriyet gazetesinde yer alan 23 Ocak 2000 tarihli ‘İşkence villası’ başlıklı haberde, polis ekiplerinin Konya’nın Meram ilçesindeki üç katlı bir villaya, ev sahibesinin ihbarıyla baskın yaptığı, bodrum katında Konca Kuriş’le beraber üç erkeğin cesedinin çıkarıldığı yazılı.
Eski parayla aylığı 75 milyon lira olan villanın ikinci katında işkence ve sorgu yapıldığı, bodrum kattaki kömürlüğün mezarlık olarak kullanıldığı belirtiliyor. Ev sahibesi P. Y., evini kiralayan erkeğin sakallı ve siyah saçlı, kadının ise sadece gözü açıkta kalacak biçimde çarşaf giydiğini söylüyor.
Faturalarda farklı isimler görmesi üzerine şüphelendiğini, ziyaretlere gittiğinde mazeret gösterilerek içeri alınmadığını ve evi kiralayanların Doğu Anadolu şivesi ile konuştuklarını belirtiyor. Evi boşaltmalarından sonraki ziyaretinde ise bodrum katta ‘korkunç mazot kokusuyla’ karşılaştığını ve yine de ceset olabileceği ihtimalinden ‘kuşkulanmadığını’ vurguluyor.
Konca Kuriş’in oğlu Yahya Kuriş, 2014’te Ot Dergisi’ne verdiği röportajda annesinin ölüm haberini aldığı günü ve cesedinin nasıl tespit edildiğini şu ifadelerle anlatıyor:
“Ocak ayının 20’siydi… Konya’ya vardık… Ortada bir buçuk yıllık bir belirsizlik var. 555 gün boyunca onlarca ceset teşhis etmişsin... Tüm bunların üstüne Emniyet Müdürü bizi ‘Başınız sağ olsun’ diye karşıladı. Bir kaset koyup izletmeye başladı. Kasette baskın yapılıp boşaltılmış bir ev var ve evin bodrum katında bir beton var. O beton kırılıyor ve altından cesetler çıkartılıyor. En üstteki kadın cesedinin altında da erkek cesetleri vardı. İnfaz edip öldürüyorlar ve oraya gömüyorlar. Üstü betonla kaplanıp hava almayınca da cesetler çürümüyor. Cesetler çıkartılırken bir ayak bileği gördüm. Annem sürekli gezdiği ve kilosu da olduğu için, ayakları ağrırdı. Her akşam ayaklarına masaj yapardım annemin ve ayaklarını girintilerine çıkıntılarına varacak kadar bilir olmuştum artık; bilekleri ince, parmakları uzundu. Görür görmez içimden ‘Bu annemin ayağı’ dedim. Sonra cesedi teşhis etmeye gittik Adli Tıp Morgu’na. İçerisi buz gibiydi. Önce dayım girdi içeri, çıktı ve ‘İnsan suretiyle yaratılmıştır. Bu Konca değil,’ dedi. Dayım bunu söylerken arkamızda bir medya ordusu vardı ve anında haber geçiyorlardı. Babam girdi içeri, çıktı ve 'Bilmiyorum ama, ameliyat izleri var,' dedi. Babam içeri girmek isteyip istemediğimi sordu bana, girmek istediğimi söyledim. İçeri girdim. Cesedin burnu ve kulakları düşmüştü, saçları da dökülmüştü. Çürümemişti ama vücut suyunu çektiği için kemiğin üzerinde bir deri tabakası görüyordun... Otopsiyi yapan doktora yanımda getirdiğim diş protezini verdim. Doktor ‘Bu yanınızdaysa işimiz çok daha kolay’ dedi. Protezi taktı ve hemencecik yerine oturttu. Sonra döndü ve yüzüme baktı. Dışarı çıktım ve dayıma, yanımda annemin diş protezini getirdiğimi ve cesede uyduğunu söyledim. Dayım tekrar içeri girdi, belki de yakıştıramıyor ya da cesedin anneme ait olduğuna inanmak istemiyorduk. Ama protez, o kadının annem olduğunu kesinleştirmişti.”
Doktorlar, Kuriş’in 8-10 ay önce, ağza ve burna tıkılan bez veya yastıkla öldürülmüş olabileceğini söyledi.
Peki, ABD menşeli Center of Defense Information’ın 10 Aralık 2003 tarihli ‘In the Spotlight: Turkish Hezbollah’ çalışmasında, 1990’lı yıllarda 20.000 militanı olduğu ifade edilen Türkiye Hizbullahı neden tekstilci bir kadını hedef aldı?
Feminist-İslamcı figür
Kitaplar, makaleler, konferanslar, televizyon programları ve daha nicesi. Konca Kuriş, İslam’ın yerleşik bir din olduğu Türkiye’de, Kur’an-ı Kerim’de başörtüsü zorunluluğu olmadığını, kadınla erkeğin yan yana namaz kılabileceğini, İslam’ın çağın aklıyla yeniden yorumlanması gerektiğini savunan feminist bir kadındı.
“Medyanın anneme ilgisi Ankara’da bir panelde başladı. Paneli izlemeye gelen bir gazeteci annemi fark etti ve daha sonra röportaja geldi. Röportajdan sonra da annemi televizyona çıkmaya ikna ettiler… Medya annemizi kaybetmemizin en büyük sebeplerinden biridir,” diyor Yahya Kuriş.
Ona göre, Konca Kuriş telefonla katıldığı bir yayındaki ifadelerinden sonra ‘daha büyük tehditler’ almaya başlamıştı.
“Annemi bir televizyon programına telefonla bağlamışlardı. Annem ‘Adem ile Havva’ kıssasını anlatırken, ‘Adem’i yaşamış bir peygamber olarak algılamaktan öte, bir kavram olarak algılamak’ konusuna değinmek istedi. Annem böyle söylediğinde, televizyondaki moderatör, ‘Adem peygamber değil mi demek istiyorsun?’ deyip olayı programdaki kişilerin tartışması üzerinden farklı bir yere taşıdı ve annem şu cümleyi kullandı: 'Siz ne yapmaya çalışıyorsunuz?’ Annemin telefonunu kestiler, annem rejideki insanlara durumu anlatmaya çalıştı. Annem farklı şeyler söylüyordu, tabuları yıkıyordu. Medyaya da bu lazımdı. Medya kendi çıkarları için bunu çok güzel kullandı. O programdan sonra da daha büyük tehditler gelmeye başladı. Hatta bir adam ofise gelip, tekstil atölyesinin ortasında tehdit etmişti annemi."
International Social Sciences Studies Journal’da yayınlanan ‘İslami Feminist Konca Kuriş Üzerine’ başlıklı makalede, Kuriş’e gelen tehditlerin, “tabuları yıkmasından kaynaklandığı” yorumu yapılıyor.
Hürriyet gazetesinin 24 Ocak 2000 tarihli “Konca’nın dramı” başlıklı portresinde, Konca Kuriş’i, kendisini hedef haline getiren sözlerine yer veriliyor:
"İbadet Türkçe yapılmalıdır. Kadın adet dönemindeyken namaz kılıp oruç tutabilir. Kuran kadınların sadece göğüslerini kapatmasını emrediyor. Kuran'da çarşaf yok. İnsanlar, erkeklerin Kuran'da daha üstün olduğu mesajının verildiğine inanıyorlar. Ama böyle bir ayet yok. Kadınlar ve erkekler cuma ve cenaze namazını birlikte kılabilirler."
“Kadınlar ve erkeklerin aynı safta namaz kılabileceğine” ilişkin görüşü nedeniyle bir televizyon programında, Mersin Buğdat Camisi’nden kovulduğunu iddia etmişti.
“Kadınların erkeklere birlikte namaz kılması konusunda sonuna kadar mücadele edeceğim.”
Kadın ve erkeğin aynı safta namaz kılmasıyla ilgili tartışmaların kamuoyunda geniş yer tuttuğu günlerde, dönemin İzmir Karşıyaka Müftüsü Nadir Kuru, bir cenaze namazını kadınlar ve erkekler aynı safta olacak şekilde kıldırmıştı.
Kuriş’in fikirlerinin süreç içerisinde Türkiye’de büyük yankı uyandırdığı, eleştirildiği ve yoğunlaşan tehditler sonrası fikirlerine tahammül edemeyen Hizbullah militanları tarafından kaçırıldığı söyleniyor.
Türkiye Hizbullahı tarafından 20 Temmuz 1999’da yayınlanan bir açıklamada, “Sekülerizmin savunucusu” ve “İslam düşmanı” olarak nitelendirdikleri Konca Kuriş’in militanlar tarafından kaçırılıp sorgulandığı, “Fikirleriyle kafa karışıklığına yol açması nedeniyle ölümü hak ettiği” belirtiliyor.
Tebliğcilik
Kuriş'in herhangi bir lisans eğitimi yoktu. Yakınları, 16 yaşındayken Orhan Kuriş’le evlendiğini söylüyor. Yakınlarının anlatımına göre, 1988’den önce ve sonra iki farklı ‘Konca’ vardı.
Oğlu Yahya Kuriş, 2018’de katıldığı ‘Annem Konca Kuriş' isimli özel yayında, iki farklı Konca’yı şu ifadelerle anlatıyor:
“15-16 yaşındaydı evlendiğinde. Öncesi çocukluk dönemi. Daha demokratik bir ailede yetişen, evlilik süreciyle de daha muhafazakâr bir ailenin içerisine gelin olarak gelen, bir Karadeniz ailesi, o kültürle yaşayan bir ailenin içerisine gelin olarak geliyor. 1978 benim doğduğum yıl. Evlendiği dönem, annem başı açık gayet modern. Türk kadını imajıyla hayatını sürdürürken, ta ki 1988’e kadar. Bir vesileyle önce Nakşibendi tarikatının bir kolu olan Adıyaman’da Gavs dedikleri bir şeyhle tanışıyor. Dine girişi Nakşibendi tarikatıyla başlıyor. İlk etaplarda çok dirense de sonunda 1988’de Adıyaman’a gidiyor ve orada Nakşibendi tarikatının şeyhiyle tanışıyor ve bir şeylerden etkileniyor… Döndüğünde başı örtülü bir anneyle karşılaşıyor Yahya. Ama öncesinde başı açık gayet rahat giyinen, rahat yaşayan bir kadın. Sigara içen, alkol tüketen o günün şartlarında rahat rahat yaşayan bir kadından bahsediyoruz.”
Konca Kuriş’in Menzil Tarikatı ile yollarının kesişmesi, Allah’a ulaşmanın “tarikat aracılığıyla” olamayacağı görüşüyle sona eriyor ve Kur’ancılık akımına yöneliyor.
Konca Kuriş’in teyzesi ve aynı zamanda Mersin Bağımsız Kadın Derneği Başkanı olan Necla Abide Ölçer, Konca’nın bu değişiminde, “sorgulayan” tarafının etkili olduğunu söylüyor.
“O süreç Konca'mın örtünme süreciydi. Erkeklerle falan el sıkışmama dönemiydi. O zamanlar çok tartışırdık Konca'yla. Kadın sorunundan din sorununa kadar her şeyi tartışıyorduk. 1992 falandı galiba. Konca’nın öyle kara çarşaflı bir hali olmadı. Konca her tartışmanın arkasından gidip okurdu. Haksız olduğu bir yer keşfederse gelir özür dilerdi. Laf arasında geçmiş bir şeyi bile ben unutsam da o bir hafta sonra araştırmış olarak gelirdi.”
Yine “kültür yoluyla bozulduğunu” düşündüğü İslam’ı kendi bildiği şekliyle, çevresindekilere anlatmak için tebliğlerde bulunurdu.
Oğlu Yahya Kuriş, 2014’teki röportajında bunun ölümüne dek devam ettiğini, Türkiye Hizbullahı militanlarına bile tebliğde bulunduğunu aktarıyor.
“Hatta bir militanın ifadelerinde de var. Annemi öldüremiyor yaklaşık 5-6 ay yaşıyor, o evde tutuyorlar. Öldürmesi için başka birini gönderiyorlar… Ondan sonra biri daha geliyor. Her gelen annemi öldüremiyor. Yani bir şekilde orada yine tebliğ işine devam ediyor o anlamda hani ‘yaptığınız şeyin doğru’ olmadığını... Zaten Emniyet’teki videolarda yanlış hatırlamıyorsam videonun çekim tarihi ile annemin kaçırıldığı tarih arasında 5-6 aylık bir süre var. Hemen öldüremiyorlar…”
Konca Kuriş’in tebliğ amacıyla, Menzil, İsmailağa, Nur Cemaati, Süleyman Efendi Cemaati ve Hristiyanlık kökenli bir inanç topluluğu olan Yehova’nın Şahitleri ile irtibat halinde olduğu belirtiliyor.
Yine kendisini kaçıran Türkiye Hizbullahı yapılanmasıyla ilişkisinin olduğu yönünde iddialar da var.
Türkiye Hizbullahı üyesi miydi?
Gazeteci Cüneyt Özdemir’in yayınladığı ‘Final Operasyonu: Hizbullah’ adlı belgeselde, sorgu videosunda, Konca Kuriş’in Türkiye Hizbullahı üyesi olduğunu belirten bir ifadesi yok.
Fakat feminist yazar Berrin Sönmez, “Bir dönem Hizbullah camiasıyla ilişkilenmiş sonra uzaklaşmış, kendisini İslami feminist olarak tanımlamış bir kadın,” diye tanımlıyor Kuriş’i.
Yine 23 Ocak 2000’de, Milliyet gazetesine konuşan kayınpederi Abdullah Kuriş, gelini Konca’nın Hizbullah ile fikir ayrılığı yaşamasının İran’a yaptığı bir seyahatle gerçekleştiğini söylüyor.
“Gitmemesi konusunda çok uyardım ancak o yine de gitti. İşte onun bu açıklamalarıyla birlikte, çeşitli konulardaki açık fikirleri bu kötü sonu hazırladı. Çok üzgünüm, acımız çok derin. Bu olaylar İslam adına yakışmaz. Çok, yazık çok günah […] ‘Kızım, sen bu Hizbullah’ı araştırma işini bırak, başına işler gelir. Gel beni dinle’ demiştim. Ancak o beni dinlemeden, ‘Ölürsem de İslam yolunda ölürüm’ diye cevap veriyordu.”
Sönmez, Türkiye Hizbullahı’nın Kuriş’i hedef almasında, bir dönem yapılanmaya olan yakınlığının altını çiziyor.
“En büyük öldürülme nedenlerinden birisi Hizbullah camiasını çok yakından, içeriden tanıyor olması. Diğeri de karşı görüşleriyle, oradan uzaklaştıktan sonra güçlü şekilde dillendirdiği yorumlarıyla etrafında bir kitle toplamayı başarmış olmasıydı.”
Ancak oğlu Yahya Kuriş’e göre, annesinin Türkiye Hizbullahı ile herhangi bir bağı yoktu.
“Hakkındaki iddiaların aksine Hizbullah’a hiç üye olmadı. En sonunda da içinde bulunduğu yapıların doğru olmadığına kanaat getirerek, son haline ulaşacağı, kaçırılıp öldürüleceği döneme kadarki o büyük serüven başladı.”
Türkiye Hizbullahı
Hizbullah, Türkçe’de “Allah’ın partisi” anlamına gelir. İsim benzerliği dışında Türkiye Hizbullahı ile Lübnan Hizbullahı arasında, eylem farklılıkları bulunur.
Yapılanma, 1979-1980'de, Diyarbakır’daki Vahdet Kitapçısı’nda sohbet veren Hüseyin Velioğlu ve Fidan Güngör’ün çevresinde kurulur.
1981’de Fidan Güngör, Menzil kitapçısını kurar, Hüseyin Velioğlu ise 1982’de İlim kitapçısını açar.
Her iki mekanda da sohbetler, toplantılar birbirini izler. Ta ki 1987’ye dek. Bu tarihte Velioğlu, İlim’i memleketi olan Batman’a taşır.
Burada Türkiye Hizbullahı, özellikle Hüseyin Velioğlu taraftarı, “militan faaliyetler” nedeniyle iki kola ayrılır. İki grup arasında kanlı çatışmalar süreç içerisinde birbirini izler.
Türkiye Hizbullahı’nın zekat ve filtre adı altında zorla para topladığı, Kürdistan İşçi Partisi (PKK) ile çatışma halinde olduğu, “ahlaksız" kabul ettikleri (mini etek giyen, alkol içen, devlet memuru olan) kişileri hedef aldıkları söylenir. Yıllar içinde sayısız cinayete karışırlar.
3 Mart 2000’de, Hürriyet gazetesinde yayınlanan “İran ajanı çıktı” başlıklı haberde, Türkiye Hizbullahı’nın kurucusu Hüseyin Velioğlu’nun İran’da siyasi ve askeri eğitim aldığı iddia edilir.
Yine eski Terörle Mücadele Daire Başkanı Süleyman Ekizer, Hüseyin Velioğlu’nun İran’da “yabancı kurmay" diye anıldığını, 1988’de, bir grup militanla İran’dan Türkiye’ye geldiğini aktardı.
Ruşen Çakır, 19 Ocak 2001’de, Cumhuriyet gazetesindeyken Türkiye Hizbullahı’nın itirafçısı Aziz Tunç’la röportaj yaptı. Burada Tunç, yapılanma içinde “İran’a sempati olduğunu ve üyelerin İran’a gidip geldiğini” söylüyor.
Bunu, Çakır’ın Türkiye Hizbullahı’nın kurucularından Edip Gümüş ile yaptığı röportaj izledi. Gümüş, yapılanmanın “bağımsız bir hareket” olduğunu, İran’ın “vekil birimi" olmadıklarını kaydetti.
Diyarbakır Emniyet Müdürü Gaffar Okkan (24 Ocak 2001), 2000’e Doğru dergisinin Diyarbakır temsilcisi Halit Güngen (18 Şubat 1992), Türkiye Hizbullahı’nın üstlendiği, kamuoyunda geniş yankı uyandıran cinayetler arasındadır.
Yapılanmanın lideri Hüseyin Velioğlu, 17 Ocak 2000’de, Beykoz’daki bir operasyonda polisle girdiği çatışmada öldürülmüş, o an yanında bulunan Türkiye Hizbullahı’nın üst düzey yöneticisi Edip Gümüş ile askeri kanadından sorumlu olduğu iddia edilen Cemal Tutar gözaltına alınmıştır.
28 Kasım 1978’de Diyarbakır’ın Lice ilçesinde kurulan PKK, Avrupa Birliği, Amerika Birleşik Devletleri (ABD), İngiltere, Fransa, Türkiye ve pek çok başka devlet tarafından terör örgütü kabul ediliyor.
Türkiye Hizbullahı da Türkiye, ABD, Birleşik Krallık ve pek çok AB ülkesi tarafından terör örgütü kabul ediliyor.