Cemil Meriç
Mohandas Karamcand Gandi (1869-1948) kuzey doğu Hind’in Umman denizi
kıyısındaki bir şehrinde dünyaya gelir. Zengin ve münevver bir ailenin çocuğu…
Hindistan’da, sonra da İngiltere’de hukuk tahsili yapar. Gandi, 1893’le
1914 arasında Güney Afrika’da avukat olarak çalışır. Buraya göç etmiş bulunan
150.000 Hintli, feci muamelelere uğramaktadır. Gandi de otellere kabul edilmez,
tartaklanır, tekmelenir… Ve kendine
hâkim olmayı öğrenir. İş mukavelesi bittikten sonra avukatlıktan vazgeçer, fakirlerin yaşayış tarzını benimser.
1904’te Tolstoy’dan ilham alarak Durban (Bugün Afrika’nın en işlek limanı)
yakınlarında bir ziraat kolonisi kurar, Hintlileri toplar, onlara toprak
dağıtır. Şehirlerden çekilen köylüler, bu ziraî kolonilerde hükümete kafa
tutarlar, memleketin sınai hayatı felce uğrar. Dinî bir grevdir bu, hiçbir zor
kâr etmez. Kavga 20 yıl sürer. Bütün Asyalılar ”medenî direniş” (satya-graha)
bayrağı etrafında birleşirler. Gandi’nin sebatı sayesinde, kuvvet, kahramanca yumuşaklık karşısında diz çöker.
Gandi muzaffer bir lider olarak ülkesine döner. Asrın başlarından beri
orada da bağımsızlık hareketleri başlamıştır. Mahatma henüz Hind’i
tanımamaktadır. Gerçi, Güney Afrika’da büyük bir tecrübeden geçmiş, Hint ruhunu
tanımış, “ahimsa” (şiddet yok) silahının zaferine şahit olmuş. Ama ne de olsa
memleketinden çok uzun yıllar uzakta kalmıştır. İmparatorluk aleyhinde herhangi
bir ayaklanma aklından bile geçmemektedir.
1914’te savaş patlak verdiği zaman, Hindistan İngiltere’nin tuzağına
düşmüş, haklı bir savaş sandığı bu boğazlaşmaya bir milyona yakın evladını
yollamakta tereddüt etmemiştir. Sözde İngiltere, savaş sonunda Hindistan’a
bağımsızlığını verecektir. Tehlike geçince vaat unutulur, savaş öncesi
hürriyetler dahi kısılır. Ayaklanma başlar, Gandi bu hareketi örgütler ve Hint
milleti ile ilk temasta anlaşır.
Ama Gandi, “tercih etmek zorunda
kalsam, hürriyeti hakikate feda ederim,” diyen adam. İnancı, vatanından
daha azizdir, inancının coğrafî sınırları yok. Bunun içindir ki “Mahatma’nın mücadelesi hepimizin kavgasıdır”
diyor Roman Rolland.
Mahatma mizaç itibariyle din adamı, hadiselerin zoru ile politikacı. Ama gelenekleri vicdanının ve aklının daimi
kontrolünden geçiren bir dindar. İman onun için bir put değil. Kuran da, İncil de, Avesta da, Vedalar
kadar tanrısal.
Gandi, Tolstoy ve İncil’in hayranıdır. Ruskin’le Eflatun’u tercüme
etmiştir. Yazılarında Thoreau’ya dayanır. Bir kelimeyle Avrupa ve Amerikan
düşüncesine aşinadır.
Gandi, insan okyanusunun orkestra
şefi. “En güç iş, halk tezahuratını zaptü rapt altına
almak”. Gandi’ye göre, Bhagavad-Gita savaşı emretmez, vazife uğrunda hayatını tehlikeye atmayı emreder. “Yaratma gücüne
sahip olmayan, yıkma hakkına da sahip değildir”.
Fenalık yapanı bile sevecek ama
fenalığı hoş görmeyeceksin. “general Dyer hasta ise ona bakarım
ama oğlum hayasız bir ömür sürüyorsa yardım edemem ona, bu yüzden ölse bile
yardım edemem. Kötüyü zorlamaya hakkımız
yok ama suçuna iştirak etmemek, ne pahasına olursa olsun ona kafa tutmak
hakkımızdır. Düşman pişmanlık gösterince ona kucağımızı açmalıyız”.
“mukavemetin pasifi olmaz, doğrudan doğruya harekete geçeceksin. İsa ile
Buda’nın gerçekleştirdiği en büyük sentez, tatlılıkla
kuvveti birleştirmeleri. Buda, düşman kampla mücadele etmiş, küstah bir
rahibeye diz çöktürmüş. İsa, bezirgânları mabetten kovmuş. İkisi de hem yumuşak, hem kuvvetli”.
Gandi şiddet taraftarlarını hoş görmez, onların hata ettiğine kânidir. Şiddet, sadece şiddet olduğu için değil,
hedefe götürmediği için de terk edilmelidir.
Hint, zulmün süngüsünü kanının
alevinde eriten millet, Gandi, ona benliğindeki azameti keşfettiren yol
gösterici. İlyada, Şehname, Mahabharata… Gandi’nin yarattığı dasitan yanında ne
kadar zavallı!
İsimlerin gökten indiğini söylerler, Mahatma
da bir milletin göklere kadar yüce gönlünden fışkırdı, Mahatma yani büyük
ruh, aşk yoluyla,marifet yoluyla Tanrı’ya erişen.
Tagor güzel söylüyor: “Nihayet Gandi göründü, binlerce bedbahtın kulübesi
önünde durdu, onlar gibi giyinmişti, onların dilini konuşuyordu. Söylediklerini kitaplardan öğrenmemişti,
hakikat dile geliyordu dudaklarında. Gandi’ye bunun için “Mahatma” dediler,
Mahatma, Gandi’nin gerçek adı, Hind’in bütün insanları o büyük ruhun birer
parçası… Gerçek aşk Hintli’nin kapısını çalar çalmaz, o kapı ardına kadar
açıldı”.
Bu son mücahidin silahı feragat. Hayat ölümden doğar, diyor, tohum
çatlayacak ki başak fışkırsın. Hürriyet bir bağış değil, bir mükâfat, fedakârlığın
mükâfatı. Zafer acıya katlananındır, zora başvuranın değil, şiddet uçuruma
açılan bir yol, sabır hakikate.
(Bir Dünyanın Eşiğinde, İletişim Yayınları, 1998, Sayfa 264-267)
Arşiv