Oy
gizli, haber kutsal, yorum hürdür.
Pazartesi
gecesi, Mardin’de meydana gelen katliamla ilgili olarak pek çok sebep öne
sürülüyor. “Töre”, “terör”, “intikam”, “cehalet”,
“husumet”, “vahşet”… Bunların
hiçbirisi hamilelerin, namazdaki kadınların, 3 yaşındaki bebelerin, hele o
bölgeden ve aileden olmayan 24 yaşındaki imamın öldürülmesini açıklayamıyor.
“Katliam”
dedik ama sosyologlar, psikologlar, siyasetçiler olayın niteliğini çözmeye
çalışıyorlar. Çünkü “katliam”, “cinnet”,
“cinayet”, “feodal yapı”… Bunların da hiçbirisi hadisenin niteliğini tam
olarak yansıtamıyor. Bildiğimiz bütün kelimeler yetersiz kalıyor. Belki de
söylenenlerin hepsinin karışımı… Hepsinin patlaması… Patlamanın zirvesi…
Ortada
akıllara durgunluk veren bir öfke var. Bir türlü dizginlenemeyen, gemi azıya
almış bir öfke! Katı önyargıların ürettiği bir öfke ve kin birikimi var. “Hasım”larına
karşı, kinle yoğrulan yok etmeye doymayan bir nefret var.
Karşımızda
kişisel olmaktan çok toplumsal bir mesele var… Devasa bir mesele!
* * *
Soru şu: Bu kanımızı donduran öfke sadece o bölgeye
mi has ve nasıl birikti?
Tabii bu öfke
o bölgeye has değil. Aslında her gün öfke nöbetlerini, patlamalarını yurdun her
yerinde görüyoruz. Ama 1-2 kişinin öldüğü, 4-5 kişinin yaralandığı olaylar,
“kaza”lar(!) bizi uyandırmaktan uzak. Onları kanıksamışız. Acı bir gerçeği
kabullenelim ki, yüreklerimiz nasırlaşmış. Ancak çoooook büyük hadiseler
kalbimizi kanatabiliyor.
Nasıl bu hale geldik?
Televizyonlarda
sigara tutan parmaklar, “hıyar” diyen ağızlar sansür ediliyor. Güzel! Çocuklarımıza
kötü örnek olmasınlar. Ama o sansürden 1 saniye sonra kanın fışkırdığı, en tüyler
ürpertici işkence sahnelerinin dakikalarca sürdüğü, silahın kutsandığı,
yüzlerce kişinin katledildiği sahneler serbestçe yayınlanıyor! Bu sahnelerin
çocuklarımıza, hatta büyüklerimize hiç mi zararı yok?
Yapılan
araştırmalar, 15 yaşına gelmiş bir çocuğun televizyonlarda, ortalama 7 bin cinayet sahnesi seyrettiğini
gösteriyor. Daha büyük yaşta olanların ne kadar cinayet, işkence ve şiddet
sahnesi seyrettiğini varın hesap edin. Bu sahneler en mutaassıp, en “dindar”
geçinen TV kanallarının film ve dizilerinde bile gırla gidiyor.
* * *
Bu şartlarda
büyüyen, yetişen insanların eline bir de silah veriyorsunuz. Bayramlarımızı,
düğünlerimizi, maçtaki zaferlerimizi silahla kutluyoruz. Silah gün geçtikçe
yaygınlaşırken, onunla akrabalığımız da gittikçe sıkılaşıyor. Onunla birlikte
yaşıyor, onunla yatıp onunla kalkıyoruz.
Ecnebilerin
bir sözü var; “elinde sadece çekiç varsa
ve tek kullanabildiğin alet çekiçse, etrafındaki her şeyi çakılacak çivi gibi
görürsün!”
Doğal olarak
elinizde silah varsa ve tek yeteneğiniz silah kullanmaktan ibaretse hep bir
“hedef” arayışı içinde olursunuz. Silahı doğrultacak, kurşunları boşaltacak
hedefler ararsınız. Bu duruma 1 günde gelmedik.
* * *
Katliamın
yaşandığı köyün adı BİLGE’ymiş. İsimler bazen bir uyumu yansıtır, bazen de bir
temenni veya hasreti…
Belli ki o
köye, yüzyılların hasretiyle o ad verilmiş. Bilge!
Önceki yazılar