Oy
gizli, haber kutsal, yorum hürdür.
(Dünden
devam)
Dün önerdiğimiz tasarılar hayata geçirilse bile
işsizliği çözmeye yetmeyecektir. İşsizlik probleminin üstesinden gelebilmek
için, olaya, çok geniş ufuklu ve geniş kapsamlı bir şekilde bakmak lâzım.
Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK), Türkiye’deki kayıtlı işsiz sayısını 3 milyon 650 bin olarak
bildiriyor. Kayıtlara geçmeyen işsiz sayısı ne kadar, acaba? 10 milyondan 20
milyona kadar rakamlar telaffuz ediliyor.
En
azını kabul etsek bile, tek kelimeyle dehşet verici!
Peki, ne yapmalı?
Uzun yıllardır ocaklar söndüren, gelişmemizi
frenleyen, içine düşen insanları kavuran işsizlik cehenneminden kurtulabilmemiz
için, bana göre, üç cepheli bir savaşa
ihtiyaç var: İşsiz kişilerin gösterecekleri çaba, şirketlere düşen çaba ve
devletin üzerine düşen sorumluluklar. İşsizlik konusunda, bu üç cephede de
uygun bir savaş verilmesi durumunda çalışacak her insanın bir “iş”i olacağına
inanıyorum. Bu tüyler ürpertici meselenin çözümü için, işsizlerin, kendilerini geliştirmek ve
kalifiye olmak gibi bir sorumlulukları var.
Devlet ve şirketlere gelince...
Şirket sahipleri ve devlet yöneticilerine “Adaletsiz gelir dağılımı ve işsizliğin çözümüne dair” radikal bir
görüşümü ve çözüm önerimi sunacağım:
* * *
Hızlı değişim ve makineleşme bir yandan istihdam
imkânlarını gittikçe daraltırken; diğer yandan da, çalışanların bilgi birikimi
ve tecrübelerini şu anda bulundukları kadrolarda işe yaramaz hale
getirmektedir. Daha doğrusu, “kadro” diye bir şey
kalmamaktadır. Çalışmakta olan birey; kendisini sürekli olarak geliştirse,
değişime ayak uydursa ve yenilese bile, kadrosunun ortadan kalkmasına engel
olamamakta, “işsizlik” kaçınılmaz olarak başına gelmektedir.
Süratli gelişme çalışanların sayısını hızla
azaltırken, buna karşılık, az sayıdaki çalışanın
iş stresi, iş yerinde geçirdiği süre ve kazancı artmaktadır. Çünkü işten
çıkartılanların geride bıraktığı görevler ve ücretlerinin bir kısmı, işe devam
edenlere paylaştırılmaktadır.
Böylece, bir
yanda işsiz, dolayısıyla gelirsiz bir kitle, diğer yanda ise çok fazla iş yapan
ve çok fazla kazanan küçük bir grup meydana gelmektedir. Böyle bir dünyada
gerek çalışanların, gerekse işsizlerin huzurlu ve mutlu olmaları beklenebilir
mi? Kaldı ki, değişim ve makineleşme gittikçe hızlandığından, çalışanların
kafasında sürekli olarak, “işten ayrılma sırası bana da geliyor mu?”, sorusu dönüp dururken!
Çok fazla kazananlar, çok fazla da israf ediyor veya
gelirlerinin büyük bir bölümünü lüks tüketime harcıyorlar. Bu israf ve lüks
tüketim ekmek alabilmekte zorlanan işsizleri çıldırtıyor. Yani böylece,
endüstrileşme bir huzursuzluk getirmiş oluyor. Oysaki gelişme ve endüstrileşme
çok doğal, kaçınılmaz bir olaydır ve gelişmenin her adımı işleri biraz daha
kolaylaştırmak, insanları daha mutlu etmek içindir.
Yerimiz bitti, son bölüm yarın.
Önceki
yazılar