BİLGİ=CEHALET...

Özgür DENİZ - 16.05.2009

İnsanoğlu, düşünce üretirken şu keskin kıstasları muhakkak dikkate almalıdır, almadıkça hep yanılgının mahkûmu olacaktır. Zira hangi düşün kulvarında at koşturursan koştur bu kıstaslar vazgeçilemez, ıskalanamaz en keskin nüanslardır. Mevlana’nın bir sözü harikuladedir: ‘’ilim bir nokta idi, onu cahiller çoğalttı.’’ Bendenize göre asla değişmez bir hakikat ki, bir şeyi bir cümle ile ifade etmek kabil iken onu ille sapıtmak ve yığınla cümle ile ifade etmeye tevessül etmek cehaletin dik alasıdır. Bu yüzden büyük beyinler öz ama keskin söz söylerler. Allah diyor ki: ‘’üstün akıllılardan başkası da derin düşünemez.’’ Derin düşünmek ve bu yüce övgüye mazhar olabilmek, olayı mecrasından saptıracak işlere ve sözlere tevessül etmemekle olur. Böyle netameli ilere tevessül ediliyor ve belirsizlik kokan sözler sarf ediliyorsa bunda art niyet aranılır. Her şey nettir ve basittir. Haddizatında, yücelikte anlaşılabilirlikte değil midir?

 

            Filhakika, bizi cahil bırakan ya da cahilleştiren asıl şey, cahillikten kurtulmak için sığındığımız bilgi. Yani cahilliğin ilacı sandığımız bilgi. İnsanın da aldanması burada. Öğreniyorum ve bilgi sahibi oluyorum sanıyor, oysa el altından cahilleştiriliyor. İdeolojilerinde, yegâne, en keskin ve güçlü silahları bilgi değil miydi? İnsanlar yeni zamanlarda bilgiyle esir alınıyorlar, köleleştiriliyorlar. Ama, insan, bu oyunu fark edemiyor ya da fark ediyor da getirisi olduğu için çıkmak istemiyor bu oyundan. İnsanlar bilgili olacağım derken saçma sapan öğrenme ile cehaletten başka bir şey elde etmiyor. Çok güzel ve öz bir misal: ‘’insanın kendisine çalıştığından başka bir şey olmadığını’’ öğrenmesi için binlerce cilt kitap mı okuması icap ediyor? Tek bir cümlelik ayet bütün görkemiyle apaçık dururken. İşte burada şu bizim prof etiketli yüksek cahiller sınıfının içler acısı halide sarih olarak müşahede ediliyor.  Bu durumu güzel adam şehit dr. Ali Şeriati de bedihi bir şekilde izah etmişti ‘’bilincin eşekleştirilmesi’’ isimli muazzam eserinde. Yazık o güzel payelere diyordu. Bir köylü adamı bile bunlardan daha çok biliyor ve isabet ediyor diyordu. Bunlar okumakla cehaletten başka bir şey elde etmiyorlar diyordu.

 

            Evet, biz insanoğulları ve insankızları, bizi kurtaracak çok kolay yolu tercih etmiyoruz da sapıyoruz, sapıyoruz sonunda sapıtıyoruz. Üstelik başkalarını da sapıtıyoruz. Çok öğrendiğimizi, çok bildiğimizi sanıyoruz ama hiçbir şey öğrenmiyoruz ve bilmiyoruz. Münhasıran yaşayamamayı ve sapıtmayı öğreniyoruz. Derin ve birazda istekli yanılgılarımızın kurbanı oluyoruz göz göre göre. Nihayet ortaya devasa bir sapıklar topluluğu çıkıyor. Her ortamda sallayan, bildik tavırlar içinde olan, kitap yüzü görmeden ahkâm kesen, bilmeden bildik olan, illa bilmesi gerektiğini sanan, bilmek isteyen ama buna rağmen bir yazı okumaya yanaşmayan, bilmeyen ve bunu da bilmeyen. Bilimsel sapıklar topluluğu. Son tahlilde, elde var derin bir cehalet.

 

            İnsan ölümlüdür: her anını muayyen bir bilinç düzeyiyle ve farkındalıkla yaşamalıdır. Bilmediği ve hakikaten ulaşmasının muhal olduğu şeylerin peşine düşmemelidir ki, bilemediği ve asla bilemeyeceği şeyler muhakkak vardır ve bu olması gerekendir yoksa sonu malumdur bu yeltenmenin. Allah diyor: ‘’bilmediğiniz şeylerin peşine düşmeyin.’’

            İnsan acizdir: taşıyabileceği yük bellidir ki bunun üzerinde yükte verilmemiştir haddizatında kendisine. Yüce bilgiyle sabit olarak. ‘’biz insana kapasitesinin üzerinde yük yüklemedik.’’ Allah. İnsan, ne altında ne de üstünde değil, taşıyabileceğini taşımaya gayret içerisinde olmalıdır. Bilakis, lüzumsuz şikâyette bulunması budalalıktır. Sınırları bellidir. Tam çizgide durmalıdır. Çizginin ne altına düşmeli ne de üstüne çıkmalıdır. Bu her konu için geçerlidir. Yani, dengeli olmak. Dengeyi bozan sarsar ve sarsılır, son tahlilde perişan olur. Bu değişmez ve şaşmaz sünnettir. Hz. Muhammed sav de ümmetine ‘’vasat ümmet’’ olmayı emretmiyor muydu?

            İnsan cahildir: her şeyi bilmeye çalışır. Asla bilemeyeceğini bile bile. Yani haddini aşar, aştığı içinde kabından taşar ve düz yolda şaşar. Bilmez bilmediğini de bilmez. Öğrenmek için uğraşta vermez. Ahkâm kesmeyi marifet zanneder. Oysa yüce, keskin ve değişmeyecek olan ebedi bilgi kaynağında ne yazıyor: ‘’siz bilmezsiniz ama ben bilirim.’’ Allah.

            İnsan muhtaçtır: insan ihtiyacı asla bitmeyecek bir varlıktır. Zira bu yönüyle malul olarak halk edilmiştir. Binaenaleyh, her alanda şeylerin hepsine sahip olmak ister. Bu haddizatında doğaldır ama kendini kaptırmamakta gerekir. Yerimizi ve durumumuzu bilmeliyiz. Çünkü, insanoğlunun, bu isteği hiçbir zaman gerçekleşmeyecek ve bu hal üzere dar-ı dünyayı terk eyleyecektir. Bu saf hakikat bizi ne kadar çıldırtsa da bu böyledir. Bunu kabullenmek denge üzere olmak demektir. Düz yolda şaşırmamak demektir. Hakikate teslim olmak demektir. Müslüman olmak demektir. Hz. Muhammed sav demiyor muydu: ‘’insanoğluna bir vadi dolusu altın verilse ikincisini ister’’ diye?

            İnsan nankördür: ne kadar iyilik yapılırsa yapılsın, peygamber temizliği yapılmamış kalbinde kalmış olan kıskançlık zerresi o iyiliği görmesine engel olacaktır ve bu da nankörlüğü intaç edecektir. Zaten nankörlükte budur haddizatında. Hz. Muhammed sav demiyor mu: ‘’mümin kişi, mümin kardeşinin hasediyle de imtihandadır’’ diye. Çok acı ama reddedilemeyecek ve boyun bükülecek bir gerçek. İstersen reddetme, erkeksen ram olma. Sen kimsin ki? Ben kimim ki? Tanrı’ya ve peygamberine ram olmazsan, tanrı ve peygamber taslaklarına ram olmak zorunda kalırsın. Buna mahkûmsun. Haddini bilmelisin ey insan!

 

            Şimdi gelelim bir has meseleye: insan öğrenmeye meraklı, bilgiye susuz. Tamam, bu doğal. Ama bilmesi gerekenleri de bilmeli. Bundan gocunmamalı. Tanrı olamaz. Peygamberlikte hitam buldu. Kitabın bir benzerini ihdas etmesi muhal. Öyleyse? İnsan ilim yolunda ilerlerken yukarıda ki temel kıstasları dikkate almak zorundadır.

            İnsan yoğun düşüncelere dalıyor. İşin içinden çıkamıyor. Delirme noktasına geliyor. Sonunda nefsi hesabına konuşarak rahatlamaya gidiyor. Bu en hafif tabiriyle terbiyesizliktir. İşte büyük zekâların en büyük kusuru. Bir yerde hadlerini bilmelerini ve sınırları ihlal etmeden durmalarını bilmiyorlar ya da beceremiyorlar. Burada, ALLAH KORKUSU, en büyük ve en keskin belirleyicidir bendenize göre. İşte duracağı yeri bilmeyen bir düşünür kendi kendini ve ürettiği onca derin düşünceleri kıymetten düşürüyor. Gerçi bunu düşünen kafalar yapmaz. Zira onlar ayıklamayı gayet iyi bilir ama ortalama beyinlerce bu düşünce adamlarının reddi anlıktır ya da düşüncelerine bir göz atımlık kadardır. Ve bu tabidir. Kapasite meselesidir.

 

            İşi karmaşıklaştırmaya hiç lüzum yoktur. Her şeyi bileceğiz ya da bilmek zorundayız diye bir şey yok ve olamaz. Yukarı da değindik, bazı konularda ki lüzumsuz gayretlerin akim kalmaya mahkûm olduğuna. Bir kere, ÖLÜM, dünyadaki en ölümsüz öğretmendir. Onun öğreticiliğinin seviyesine hiç kimse çıkamamıştır ve asla da çıkmaya güç yetiremeyecektir. Aslında, bu durum, bütün beyinlerin ve fikirlerin de en aşılamaz açmazı değil mi? Bütün namuslu ve önyargısız düşünce adamları, namussuz ve önyargılı düşünce adamlarına karşı şunu söylemezler mi: ‘’ölümü yok etmeden insanları kendinize inandıramazsınız.’’ Zira, bu dünyada, insanların her yönde yollarını tayin etmede ölüm mihenk taşıdır. Ne kadar uğraşılsa da bu asla değişmeyecektir, değiştirilemeyecektir. En derin, en büyük ve en keskin cehalette burada değil mi? Bunu görmemekte ısrar eden, her dem, derin yanılgıların kurbanı olmaya mahkûmdur. Bütün işlerde, bu hakikat, değişmez yegâne ölçüttür. Ölüme, ölümü hissederek inanan her yürek muhakkak haddini, yerini, sınırını bilir ve asla tuzakların kurbanı olmaz. Evet, büyük acılar çekebilir, sancılar yaşayabilir, azaplara maruz kalabilir, bunalımlara duçar kalabilir ama son tahlilde muhakkak rahattır. İşte bütün giz buradadır. Bu derin gizi derinliğine idrak eden ideolojilerin sonsuz mahkûmiyetinden de muhakkak kurtulacak ve sonsuz özgürlüğe mülaki olacaktır. Yalancı tanrıların, tanrı taslaklarının hegomanyasına son verip tek Allah’a inkiyad edecektir. Son tahlilde, insaniyette kemale erecektir.

 

            Samimiyet, samimi niyet, her şeyin başıdır, her şeyde mihenk taşıdır.

            Umutla, kitapla, kalemle, yazıyla, sabırla, tefekkürle, sevgiyle, selamla, duayla, sabırla, tevekkülle, şükürle, besmeleyle, barışla, kardeşlikle, dirilişle, direnişle, şefkatle, merhametle, şiirle, türküyle, devrimle kalınız.

 

 

 

 

Tarih: 16.05.2009 Okunma: 628

YORUMLAR

Yorumunuzu ekleyin.

İsim: *

E-posta Adresiniz: *

* (E-posta adresiniz paylaşılmayacaktır.)

Yorum: *

Güvenlik Sorusu:
Türkiye'nin başkenti neresidir?