Oy gizli, haber kutsal, yorum hürdür.
Normal olarak köpürtmemesi gerekir. “Deniz Feneri” faydalıdır. Kayalara
bindirmenizi veya kıyıya çarpmanızı engeller. Yani, deniz feneri sayesinde
gemiler yollarını bulurlar.
Karada da
işe yarar mı?
Hem de pek çok!
“Deniz
feneri” sayesinde, karada da bir sürü insan yolunu bulur. Üstelik bu yol
gayet aydınlığa açık, karanlığa kapalı,
kalkınmaya giden bir yoldur.
Bu yol, fenerin ışığının devamlı olarak
kuvvetlendiği, ışıktan yararlananların hesapsız kalkındığı, hiçbir hesabın
sorulmadığı, hız limitinin olmadığı bir otobandır.
Bu fenerin ışığı güçlendikçe pek çok ampule de ilham
kaynağı olur. Bu fener hep yanmalı, ışığı gittikçe kuvvetlenmeli ki, ampuller
de sürekli yansın, yanan ampul sayısı çoğalsın.
Bunun böyle
olduğuna herkes inanmalı!
İnanmayan çıkıp da hesap soran oldu mu fenerin ışığı
şöyle bir titrer.
Köpürme de
orada başlar.
Normal olarak Fener’in faydasına herkes inanır. Ama
işte bazen münafıklar çıkıyor. Buna inanmayan münafıklar da münafık bir
memleketten çıktı. Almanya’dan. Alman yargısı feneri güzelce bir silkeledi.
Fener,
Almanya’da mecalsiz ve fersiz kaldı. Söndü.
* * *
BUNA RIZA GÖSTERİLEBİLİRDİ, YETER Kİ TÜRKİYE’DE DUYULMASIN
Çünkü fenerin asıl büyük yakıtı Türkiye’deydi. O
yakıt hiç bitmemeliydi. Yöneticilerinin
güvenilirliği sorgulanmamalıydı.
Bunu uzun
süre başarmışlardı
Münafık Alman, Deniz
Feneri’ni 2 senedir yargıladığı halde, hadise Türkiye’de geniş çaplı bir
şekilde duyulmamıştı.
Nasıl olduysa oldu, hadiseyi uzun süre görmezden
gelen kartel medyası, tam yargılamanın sonuna yaklaşıldığı zaman, bombayı
patlatıverdi.
İşte o
zaman Başbakan da köpürüverdi.
Çünkü Almanya’da toplandığı belirtilen 41 buçuk milyon Avro Türkiye’deki büyük
kaynağın yanında çerez parası kalır. İşte bu akıl almaz kaynağın da
sorgulanması, daha kötüsü kuruması ihtimali vardı.
Bugün geldiğimiz noktada, kurumak bir yana, Deniz Feneri artık, Başbakan’ın “iyi
biliriz” dediği, “güvendiği” adamların gerçek yüzünü aydınlatıyor. Gerçi, ağartmıyor ama daha “iyi” tanımamıza yardımcı
oluyor.
Sağ olasın, Deniz Feneri!
* * *
* * * * *
* * *
* * *
* *
Not: Değerli okuyucular; bu satırları İzmir’den
yazıyorum. İzmir aşırı ısındı. Yaz aylarında, bizim gibi çatı katlarında
yaşamanız imkânsız. İzmir’den uzaklaşmak zorundayız. Evden uzaklaşınca da internet’e girmek zor
oluyor. Makalelerimi 2-3 günde bir ancak girebileceğim. Bu açığı telafi etmek
için de, her girdiğimde 1’den fazla makale yazmaya çalışacağım. Anlayışınız
için teşekkür ederim. Saygı ve selâmlarımla…
İşte, bugünün ikinci yazısı:
YERKÜRENİN
ATEŞİ YÜKSELİYOR
Doktor, rahatsızlığını beyan eden kişinin ilk önce
ateşine bakar. Hastanın ateşi varsa, doktorun ilk işi, ateşi düşürecek
tedbirleri almaktır. Ateşin düşürülmesi
acildir. Çünkü hasta ateşliyken hem tedavisi imkânsızdır, hem de ateş daha
da yükselip, kişiyi ölüme kadar
götürebilir.
Beden sağlığı için bu kadar tehlikeli olan “ateş”, bütün canlıların üzerinde
barındığı yeryüzü için ne ifade ediyor? Yerkürenin de normal bir “vücut ısısı” söz konusu mudur? Bu ısı
yükselirse, insanda olduğu gibi kolayca anlaşılabilir mi? Yeryüzü ısısının
yükselmesi de tehlikeli midir?
Tabiata hükmeden insanoğlu çok meşgul olduğundan,
yukarıdaki soru ve sorunları düşünmeye vakit ayıramıyor! Neyse ki, 5 Haziran’ı “Dünya Çevre Günü” ilân etmişiz de,
senede 1 gün olsun, bu soru ve sorunlar masaya yatırılabiliyor.
5 Haziran Cuma günü, her yerde olduğu gibi İzmir’de
de “Çevre etkinlikleri” yapıldı.
Çoğuna biz de iştirak ettik. Üniversitelerden ve sivil toplum kuruluşlarından
bilim insanlarının tartıştığı bir panelde pek çok yeni bilgi aldık. En ilgi
çekici olanı, Profesör Ümit Erdem’in, yıldan yıla, dünyanın ne kadar ısındığını
rakamlarla izah etmesiydi. Verdiği bilgilere göre; yerkürenin yıllık ortalama sıcaklığı 15 derece civarında. Son elli
yılda, küremiz yavaş yavaş artmak şartıyla, tam 0,7 derece ısınmış. Yerkürenin, 2008’deki ortalama sıcaklığı
15,7 dereceye ulaşmış.
Tabii biz bu artışı 0,7 derece olarak hissetmiyoruz.
Dünyanın şurasında veya burasında kış daha sert, yaz daha sıcak olarak
yaşanıyor. İklimde düzensizlikler meydana geliyor. Günlük olarak ani sıcaklık
değişimleri yaşayabiliyoruz. Elbette Türkiye de bu anormalliklerden nasibini
alıyor. 2007 ve 2008 Haziran ayları normalden daha bunaltıcı geçti. 2009’da ise
daha Mayıs ayında tenimizi eriten sıcaklar gördük. Meteorolojinin verdiği
bilgiye göre; içinde bulunduğumuz Haziran ayında sıcaklıklar, normalin 5 derece üzerinde seyrediyor.
Yerkürenin ısındığını anlatan profesör ilginç bir
benzetme yaptı: 0,7 derecelik küresel
ısınma küçük görülebilir. Fakat vücut ısısındaki 0,7 derecelik artışın
etkilerini hayal edin! Ateşimiz, normal değer olan 36,5 dereceden 37,2’ye
çıktığı zaman kendimizi nasıl kötü hissederiz? Her yanımız dökülür.
Kıpırdayacak halimiz kalmaz. Dünya için de aynı şey söz konusudur.
Hatırlayalım ki, dünya ısınmaya devam ediyor. Onu biz
ısıtıyoruz. Aşırı kömür ve petrol tüketerek... Ormanları yok ederek, etrafı
kirletip, tabii dengeleri bozarak… Biraz daha ısınırsa yatağa düşeceğini
bilerek veya bilmeyerek… İnsan, kendisiyle birlikte milyarlarca tür canlıya da
ev sahipliği yapan “dünyasını” nasıl göz göre göre tahrip eder, anlamak mümkün
değil!
Çalışıyor-didiniyor, politik, sportif, bilimsel ve
akademik zaferler kazanıyorsunuz. Üzerinde
yaşanacak bir yeryüzü kalmazsa, zaferlerin, galibiyetlerin, başarıların ne
önemi kalır? Bunları nerede kutlayacaksınız?
Yeryüzü
yaşanılamaz bir hale gelirse, ekonomik hatta kültürel zenginliklerin ne kıymeti
kalır?
Bunların
tadını nerede çıkaracaksınız?
Önceki yazılar