DENİZ FENERİ NEDEN KÖPÜRTÜYOR?

İsmail Hakkı CENGİZ - 18.06.2009

Oy gizli, haber kutsal, yorum hürdür.

 

 

Normal olarak köpürtmemesi gerekir. “Deniz Feneri” faydalıdır. Kayalara bindirmenizi veya kıyıya çarpmanızı engeller. Yani, deniz feneri sayesinde gemiler yollarını bulurlar.

 

Karada da işe yarar mı?

 

Hem de pek çok!

 

“Deniz feneri” sayesinde, karada da bir sürü insan yolunu bulur. Üstelik bu yol gayet aydınlığa açık, karanlığa kapalı, kalkınmaya giden bir yoldur.

 

Bu yol, fenerin ışığının devamlı olarak kuvvetlendiği, ışıktan yararlananların hesapsız kalkındığı, hiçbir hesabın sorulmadığı, hız limitinin olmadığı bir otobandır.

 

Bu fenerin ışığı güçlendikçe pek çok ampule de ilham kaynağı olur. Bu fener hep yanmalı, ışığı gittikçe kuvvetlenmeli ki, ampuller de sürekli yansın, yanan ampul sayısı çoğalsın.

 

Bunun böyle olduğuna herkes inanmalı!

 

İnanmayan çıkıp da hesap soran oldu mu fenerin ışığı şöyle bir titrer.

 

Köpürme de orada başlar.

 

Normal olarak Fener’in faydasına herkes inanır. Ama işte bazen münafıklar çıkıyor. Buna inanmayan münafıklar da münafık bir memleketten çıktı. Almanya’dan. Alman yargısı feneri güzelce bir silkeledi.

 

Fener, Almanya’da mecalsiz ve fersiz kaldı. Söndü.

 

*                      *                      *

BUNA RIZA GÖSTERİLEBİLİRDİ, YETER Kİ TÜRKİYE’DE DUYULMASIN

 

Çünkü fenerin asıl büyük yakıtı Türkiye’deydi. O yakıt hiç bitmemeliydi. Yöneticilerinin güvenilirliği sorgulanmamalıydı.

 

Bunu uzun süre başarmışlardı

 

Münafık Alman, Deniz Feneri’ni 2 senedir yargıladığı halde, hadise Türkiye’de geniş çaplı bir şekilde duyulmamıştı.

 

Nasıl olduysa oldu, hadiseyi uzun süre görmezden gelen kartel medyası, tam yargılamanın sonuna yaklaşıldığı zaman, bombayı patlatıverdi.

 

İşte o zaman Başbakan da köpürüverdi.

 

Çünkü Almanya’da toplandığı belirtilen 41 buçuk milyon Avro Türkiye’deki büyük kaynağın yanında çerez parası kalır. İşte bu akıl almaz kaynağın da sorgulanması, daha kötüsü kuruması ihtimali vardı.

 

Bugün geldiğimiz noktada, kurumak bir yana, Deniz Feneri artık, Başbakan’ın “iyi biliriz” dediği, “güvendiği” adamların gerçek yüzünü aydınlatıyor. Gerçi, ağartmıyor ama daha “iyi” tanımamıza yardımcı oluyor.

 

Sağ olasın, Deniz Feneri!

 

 

*   *   *   *   *  *   *   *   *   *   *   *   *   *   *   *

 

Not: Değerli okuyucular; bu satırları İzmir’den yazıyorum. İzmir aşırı ısındı. Yaz aylarında, bizim gibi çatı katlarında yaşamanız imkânsız. İzmir’den uzaklaşmak zorundayız.  Evden uzaklaşınca da internet’e girmek zor oluyor. Makalelerimi 2-3 günde bir ancak girebileceğim. Bu açığı telafi etmek için de, her girdiğimde 1’den fazla makale yazmaya çalışacağım. Anlayışınız için teşekkür ederim. Saygı ve selâmlarımla…

 

İşte, bugünün ikinci yazısı:

 

 

YERKÜRENİN ATEŞİ YÜKSELİYOR

 

Doktor, rahatsızlığını beyan eden kişinin ilk önce ateşine bakar. Hastanın ateşi varsa, doktorun ilk işi, ateşi düşürecek tedbirleri almaktır. Ateşin düşürülmesi acildir. Çünkü hasta ateşliyken hem tedavisi imkânsızdır, hem de ateş daha da yükselip, kişiyi ölüme kadar götürebilir.

 

Beden sağlığı için bu kadar tehlikeli olan “ateş”, bütün canlıların üzerinde barındığı yeryüzü için ne ifade ediyor? Yerkürenin de normal bir “vücut ısısı” söz konusu mudur? Bu ısı yükselirse, insanda olduğu gibi kolayca anlaşılabilir mi? Yeryüzü ısısının yükselmesi de tehlikeli midir?

 

Tabiata hükmeden insanoğlu çok meşgul olduğundan, yukarıdaki soru ve sorunları düşünmeye vakit ayıramıyor! Neyse ki, 5 Haziran’ı “Dünya Çevre Günü” ilân etmişiz de, senede 1 gün olsun, bu soru ve sorunlar masaya yatırılabiliyor.

 

5 Haziran Cuma günü, her yerde olduğu gibi İzmir’de de “Çevre etkinlikleri” yapıldı. Çoğuna biz de iştirak ettik. Üniversitelerden ve sivil toplum kuruluşlarından bilim insanlarının tartıştığı bir panelde pek çok yeni bilgi aldık. En ilgi çekici olanı,  Profesör Ümit Erdem’in, yıldan yıla, dünyanın ne kadar ısındığını rakamlarla izah etmesiydi. Verdiği bilgilere göre; yerkürenin yıllık ortalama sıcaklığı 15 derece civarında. Son elli yılda, küremiz yavaş yavaş artmak şartıyla, tam 0,7 derece ısınmış. Yerkürenin, 2008’deki ortalama sıcaklığı 15,7 dereceye ulaşmış.

 

Tabii biz bu artışı 0,7 derece olarak hissetmiyoruz. Dünyanın şurasında veya burasında kış daha sert, yaz daha sıcak olarak yaşanıyor. İklimde düzensizlikler meydana geliyor. Günlük olarak ani sıcaklık değişimleri yaşayabiliyoruz. Elbette Türkiye de bu anormalliklerden nasibini alıyor. 2007 ve 2008 Haziran ayları normalden daha bunaltıcı geçti. 2009’da ise daha Mayıs ayında tenimizi eriten sıcaklar gördük. Meteorolojinin verdiği bilgiye göre; içinde bulunduğumuz Haziran ayında sıcaklıklar, normalin 5 derece üzerinde seyrediyor.

 

Yerkürenin ısındığını anlatan profesör ilginç bir benzetme yaptı: 0,7 derecelik küresel ısınma küçük görülebilir. Fakat vücut ısısındaki 0,7 derecelik artışın etkilerini hayal edin! Ateşimiz, normal değer olan 36,5 dereceden 37,2’ye çıktığı zaman kendimizi nasıl kötü hissederiz? Her yanımız dökülür. Kıpırdayacak halimiz kalmaz. Dünya için de aynı şey söz konusudur.

 

Hatırlayalım ki, dünya ısınmaya devam ediyor. Onu biz ısıtıyoruz. Aşırı kömür ve petrol tüketerek... Ormanları yok ederek, etrafı kirletip, tabii dengeleri bozarak… Biraz daha ısınırsa yatağa düşeceğini bilerek veya bilmeyerek… İnsan, kendisiyle birlikte milyarlarca tür canlıya da ev sahipliği yapan “dünyasını” nasıl göz göre göre tahrip eder, anlamak mümkün değil!

 

Çalışıyor-didiniyor, politik, sportif, bilimsel ve akademik zaferler kazanıyorsunuz. Üzerinde yaşanacak bir yeryüzü kalmazsa, zaferlerin, galibiyetlerin, başarıların ne önemi kalır? Bunları nerede kutlayacaksınız?

 

 Yeryüzü yaşanılamaz bir hale gelirse, ekonomik hatta kültürel zenginliklerin ne kıymeti kalır?

 

Bunların tadını nerede çıkaracaksınız? 

 

 

 

Önceki yazılar

Tarih: 18.06.2009 Okunma: 774

YORUMLAR

Yorumunuzu ekleyin.

İsim: *

E-posta Adresiniz: *

* (E-posta adresiniz paylaşılmayacaktır.)

Yorum: *

Güvenlik Sorusu:
Türkiye'nin başkenti neresidir?