Oya AKGÖNENÇ
Doğu
Türkistan'da olaylar fırtına gibi gelişip, dünya gündemine yıldırım gibi düştü.
Meydana gelen tepkiler çok karışık ve farklı oldu. Durum hala ciddiyetini
sürdürmekte, olayların üzerinden bir haftadan fazla zaman geçmesine rağmen
Uygurlar sokak ortasında yürürken veya bisikletle işine giderken vurulup
öldürülmekte... Bütün bunlara rağmen
dünyadan yükselen tepkiler son derece cılız kalmaya devam ediyor. Daha da
fenası, medyayı kontrol eden Çin,
öldürülenlerin Han Çinlileri olduğunu dünyaya bildirmekte ve olayların
tüm yükünü Uygur Müslümanlarının üstüne yıkmaktadır.
Olayları
anlamak için bir kaç değişik açıdan tahlil etmek gerekmektedir.
Olayların
panaromik tespiti:
Doğu
Türkistan Türkleri kendi vatanlarında, yıllardır büyük bir baskı rejimi altında
yaşamakta olup Doğu Türkistan topraklarına sistemli bir şekilde "Han
Çinlileri" yerleştirilmektedir. Yeni gelenler kendilerini üstün görüp, en
iyi işleri elde etmekte, bölgedeki ekonomik kalkınmadan en çok Han Çinlileri
pay almaktadır. Uygurlar kendi ana yurtlarında ikinci ve hatta üçüncü sınıf vatandaş
muamelesi görmektedirler. Adeta yıllar öncesi Güney Afrika'ya Avrupa'lı
beyazların gelerek, tüm kaynakları ele geçirmeleri ve toprakların sahibi haline
gelmeleri gibi.
Son
olaylarda da bir sivil protesto hareketi olarak başlayan hadiselerde Han Çinlileri
ellerindeki iri sopalarla Uygurları linç etmiş ve olayları bastırmaya gelen Çin
askerleri de kaçan Uygurları vurup, öldürmüştür. Dahası evlere "kimlik
kontrolü" yapma bahanesi ile giren Çin polisi, evdekilerin boğazlarını
kesip, öyle dışarı çıkmışlardır.
Çin
devleti için asıl mesele, toplum düzeni, insan hakları veya demokratik ifade
falan olmayıp, Çin devletinin,
"mutlak devlet otoritesini en sert şekliyle ihdas etmek"
olmuştur. Gözaltına alınanların geleceği veya nerede oldukları belli olmayıp,
Çin hükümeti "olaylara sebep olanları idam edeceğini" ilan etmiştir.
Son yıllarda hazırlanan Çin anayasasında "bölgesel şovenizm"
yasaklanmış olup, şiddetle cezalandırılacağı belirtilmiştir. Yani diğer bir
deyimle kimsenin milli kimliğini öne çıkartma hakkı yoktur. Ne var ki bunu Han
Çinlileri yaptığında, bunun adı, "büyük Çin milleti adına " bir
hareket olmakta, ama ezilmeye ve haksızlığa karşı ayaklanan Uygur Türkleri veya
başka gruplar olursa, adı, "bölücü şovenizm" olmaktadır.
Kısacası
Çin, son 25-30 yıldır, Batı'ya ve dünyaya ekonomik olarak açılıp, son derece
ucuz mallarla dünya piyasalarından büyük sermayeler toplarken, yüzü güller açan
"Çin bebekleri" gibi şirin hareket etmiş ama içeride "demir bir
yumrukla" idare ettiği gruplardan herhangi bir "demokrasi ve insan
hakları" talebi geldiğinde derhal "korkunç yüzlü ve yırtıcı güçlü
dragon-canavar" haline gelmiştir.
Çin'in
yeni düzeni, kapitalist kıyafet içinde, hırçın ve katı bir komünist kişiliğin
ifadesi olmuştur. Veya bir başka anlatışla, çok eskilerden beri Çin'de mevcut
olan ezici "sömürgecilik" alışkanlığının ve eski "Çin
Kapitalizm"inin acımasız sömürüsünün yeni şartlar ve metodlarla tekrar su
yüzüne çıkması diye de tarif edilebilir.
DOĞU TÜRKİSTAN
Bir de
Doğu Türkistan'a bakmak gerekir. Burası çok büyük bir ülkenin ikiye bölünmüş
şeklidir. Batı Türkistan, uzun yıllar Rus hâkimiyetinde kalmış ve daha sonra,
daha çok Rusya'dan etkilenen bağımsız bir ülke olmuştur. Doğu Türkistan ise Çin
hegemonyası altına düşmüştür.
Doğu
Türkistan sadece 20. yüzyılın başından beri en az dört-beş defa bağımsızlık
mücadelesi vermiş ve hürriyetleri için ölümü göze almıştır. Sonunda Çin
tarafından Özerk Uygur bölgesi olarak tanınmış bulunmaktadır.
Çinliler
bu yöreye "Sincan" adını yani Çince: "kazanılmış yeni
topraklar" anlamına gelen bir ad vermişler ve bu tabirin ifade ettiği
anlamda, kazanılan bu "yeni topraklara" Çinlileri yerleştirmeye
başlamışlardır. Doğu Türkistan 1,680,001 Km2 alandır. Yani yaklaşık Türkiye'nin
iki katı bir alan…
1920'lerde
35 milyon kadar olan Uygur Türkleri, şu anda orada mevcut bulunan 21.3 milyon
insan içinde sadece 8 veya 8,5 milyon kalmışlardır. İç göçle getirilen Han
Çinlileri ise 7 miyon'u bulmuştur. İlaveten 1,5 milyon Kazak ve 16 değişik
milletten azınlık, bu topraklara yerleştirilmiştir. Uygurlar bugün nüfusun
sadece yüzde 45'ini oluşturmaktadırlar.
Anayasa'da
"özerk bölge" denmesine rağmen ve her türlü haklara sahip
görünmelerine rağmen uygulamalar bunların tam tersi istikamette ilerlemektedir.
Din baskısı vardır. Camilere gidiş kısıtlı ve kontrollüdür. 18 yaşına kadar
Kur'an öğrenmek yasaklanmıştır. Birkaç yıl önce kadir gecesi bir evde kendi
aralarında Kur'an okuyan kadınlara baskın yapılmış, ikisi öldürülmüş, diğerleri
cezalandırılmış ve bu olay , "rejime karşı bir toplantı" olarak polis
kayıtlarına geçmiştir.
Çin
hiçbir şekilde Türkiye'nin oralarda etkili olmasını veya oradaki olaylara
karışmasını arzu etmemekte ve buna karşı çıkmaktadır. Son olaylarda da Türkiye
tarafından ifade edilen, "ülkede bir an önce sükûnet ve adaletin
gerçekleşmesi arzu ve temennisi" çarpıtılarak, "Türkiye, Uygurlara
düzeni bozmaktan vazgeçin" dedi şeklinde yansıtılarak, oradaki Uygur Türk
ve Müslümanlarının tüm ümit ve gayretlerini kırma yoluna gidilmiştir.
Doğu Türkistan'ın jeo-stratejik önemi:
Tiyen Şan
ve Pamir Dağları arkasında ve Gobi Çölü'nün bir kenarında var olan bu geniş
topraklar, inanılmaz zenginlikleri bağrında barındırmaktadır. Burada zengin
petrol ve doğal gaz yatakları mevcuttur. Burada yine uranyum madeni ve diğer
önemli madenler de bulunmaktadır. Bu kadar zenginlik üstünde oturan insan
sayısı ne yazık ki kocaman bir devin inanılmaz iştahı karşısında durabilecek
kadar çok değildir. Sayı zaten az iken, göç politikaları, ölüm programları ve
sürgünler yolu ile daha da azaltılmıştır.
Doğu
Türkistan adeta dünyaya açılan bir ana giriş-çıkış kapısı gibidir. Sadece
sınırı olan komşularını saymak bir fikir vermeye yeter. Komşuları Pakistan,
Afganistan, Keşmir, Kırgızistan, Kazakistan, Rusya, Moğolistan ve içindeki
Nepal. Bir bakıma Çin'in en uzak, en Kuzey Batı köşesidir. Eski ticaret kervan
yollarının başlangıç noktasıdır. Bugün de orada inanılmaz modern merkezler
kurulmuş olup, enerji kaynaklı ticaretin beyni gibi işlemektedir. İşte böyle
bir yerde, oranın ana sahipleri istenmemektedir.
Bu kadar
gelişmenin olduğu yerde Uygur Türkleri'nin bir kısmı işsiz kalmaktadır. İş
bulmak bahanesi ile alınıp, Çin'in diğer uzak köşelerindeki fabrikalara
gönderilmektedirler. Gönderilenlerin çoğu kadın ve kızlardır. Böylece aile parçalanmaktadır. Gönderildikleri
yerlerde 12 saatlik vardiyalarla adeta köle gibi çalıştırılan Uygur kız ve
kadınları çok daha düşük bir ücret almakta ve hatta kazançları kendilerine
verilmeyip, bölgedeki resmi yetkililer eliyle ailesine gönderilmektedir.
Kızların pek çoğu, bulundukları yerlerdeki erkeklerle evlenmeye mecbur bırakılmakta
ve birden fazla çocuk yapmalarına izin verilmemektedir.
Diğer
taraftan Han Çinlileri çocuk yapma tercihlerini "erkek evlat" edinme
yönünde kullanmakta ve ortaya çok daha agresif, daha çok erkek-egemen bir Han
toplumu çıkmaktadır. Son olaylar bile bir dedikodu ve bir yalanla başlamıştır.
İki Uygur Türkü'nün bir Çinli kıza tecavüzü yalanı ortaya atılmıştır. Bizzat
hükümet bunun böyle olmadığını ilan etmesine rağmen, Han Çinlileri
"intikam tugayları" ile harekete geçmişlerdir.
Doğu
Türkistan'ın kültür merkezleri, aşina isimlerden meydana gelmektedir: Kaşgar,
Hotan, Tufan, Yarkand, Gülce, Kumul, Aksu ve Altay. Bunları hafızalara kazımak
gerekir, çünkü Çin bunların hepsini yeni Çin isimleri ile değiştirmiştir. Çocukların eski tarihlerini öğrenme şansları
da pek yoktur zira böyle bir tutum, "şovenizm" olarak
nitelendirilmektedir. Yeni nesiller zaman içinde "geçmişlerini,
kimliklerini unutarak ve tamamen Çin kültürü içinde eriyip kaybolarak
yetiştirilmeye" çalışılmaktadır. İşte Uygurların mücadele verdiği en büyük
konu da budur. KİMLİK VE VAR OLMA savaşı.
Tepkiler ve Sebepler:
Doğu
Türkistan'da gerçekleşen olaylar asimetrik bir mücadelenin en canlı örneği. Bir
tarafta koskoca bir Çin Komünist Halk Cumhuriyeti, diğer tarafta ona karşı
Çin'in en uzak Kuzey Batı bölgesindeki bir avuç "Doğu Türkistanlı"nın
" özerklik" mücadelesi.
Hemen
belirtilmelidir ki, Uygurların çoğunluğu bağımsızlık iddiasında değillerdir.
Bunun olamayacağını bilecek kadar gerçekçidirler. Uygurların isteği ve talebi,
kendi yurtlarında daha çok söz sahibi olmak, o yurdun yeraltı ve yer üstü
zenginliklerinden daha çok pay almak ve herkes kadar iyi yaşamaktır.
Doğu
Türkistanlılar kendi insanlarının, kendi yurtlarında iş bulmasını, kız ve
kadınlarının uzak bölgelere gönderilmemesi ve bu ekonomik kalkınma sürecinde
ana yurtlarına, dışardan gelen grupların kendilerinden daha hâkim ve üstün bir
sınıf meydana getirmesini istememektedirler.
Kendi
dinlerini ve kültürlerini her zamanki gibi yaşayabilmek, Uygur benliğini
yaşatmak istemektedirler.
Olayların
karşısında dünya devletlerinin ve milletlerinin tepkisi gözden geçirilmeye
değer.
a- Büyük devletler ve özellikle Batılı ülkeler:
Her
fırsatta "insan hakları", hak ve hukuk üstünlüğü" iddiası ile
ortaya çıkan bu ülkelerin hiç bir tanesi dikkat edilecek bir tepki ortaya
koymamıştır. Bunun nedeni daha çok ekonomik ve siyasidir. Artık Çin bir dünya
ekonomik devidir. Muazzam bir nüfusa ve etkileyici bir kalkınma hızına
sahiptir. Bir nükleer güçtür. Ve Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi'nin daimi
üyesidir. Yani veto hakkına sahiptir.
Ne ABD ve
ne de Rusya Federasyonu şu sıralarda Çin'i karşılarına almayı
düşünmemektedirler. Her ikisi de Çin'le iyi geçinme politikası içindedirler.
Asya'da
Japonya veya Endonezya ve Malezya gibi ülkelerle Çin'in bir çekişmesi yoktur.
Pek çoğunda Çinli nüfus büyük azınlıklar halinde bulunmakta ve onların
ekonomisine büyük katkılarda bulunmaktadır. Kendi ülkelerinde pek çok sayıda
faal azınlık grupları olan bu devletler, Çin'le uğraşmak istememektedirler.
b- Asya komşuları:
Pakistan
ses çıkartamamaktadır. Pakistan ve Çin arasında stratejik ortaklık mevcuttur.
Kaldı ki şu günlerde, ABD bir taraftan Swat vadisini vururken, diğer taraftan
Rusya ve Hindistan'la işbirliği içine girerken, ekonomik olarak, yatırım ve
altyapı inşaatları ile Pakistan'a yardım eden tek ülke Çin'dir. Kırgızistan ve
diğer orta Asya Türk Cumhuriyetleri zayıf ve korumasızdır. Yeraltı
zenginlikleri çok ama nüfusları azdır. Dolayısı ile Çin'e karşı taraf tutacak
durumda değildirler.
c- Diğer Ülkeler:
Diğer
Arap ülkelerinin pek çoğu Çin'le büyük ticaret ilişkisi içindedir. Hemen
yanlarındaki Filistinlilere yardımcı olamıyorlar. Mısır, zaten Gazze'de süre giden abluka
olayına yardımcı olmaktadır.
İslam
Konferansı Örgütü bu konuda öne çıkabilecek tek kuruluştur. Onun da telkinleri
sadece insan hakları, yaşam hakkının korunması, demokrasinin gelişmesine izin
verilmesi gibi konularda uzlaşmacı bir yaklaşımla mümkün olabilir.
Çin
gücünün farkındadır. Çin, etrafındaki herkesle başa çıkabilecek durumda
olduğunu da bilmektedir. Girdiğimiz yüzyılın Asya yılı olacağını çok iyi bilen
Çin, oradaki avantajlarından tekini bile feda etmeye niyetli değildir. Bugünkü
şartlar altında Çin'in bileğini bükecek veya ona dur diyebilecek ve de böyle
bir çatışmayı isteyecek bir gücün mevcut olmadığını da tartabilmektedir.
Bugün Çin
tekrar eski emperyal tutumuna bürünmüş olup, komünist rejimin getirdiği katılık
ve sertlik içinde hedefine doğru ilerlemektedir.
d- Türkiye'nin tutumu:
"Mazlumun
" yanında yer almış tarihi bir misyonun mirasçısı olarak Türkiye haklı
olarak Uygurların katliamına sert bir tepki göstermiş bulunmaktadır. Bu ölen,
ezilen ve baskı altında işkence ve eziyet gören kendi insanlarımız,
soydaşlarımız ve dindaşlarımızdır.
Türkiye
haksızlık ve zulme karşı sesini yükseltmeyi bilmiştir. Nitekim Saadet Partisi
tarafından organize edilen 12 Temmuz 2009 Çağlayan Mitingi de bunun en güzel
örneği olmuştur. Orada partili ve partili olmayan ama tüm Türkiye'nin çeşitli
kesimlerini temsil eden gruplar bulunmuş ve haksızlık karşısında yekvücut
hissiyatlarını belirtmişlerdir.
Türkiye'nin
de bazı açmazları mevcuttur. Mesela, daha çok kısa bir süre önce Türkiye
Cumhurbaşkanı Çin'i ziyaret etmiş ve iki ülke arasında yeni anlaşmalar
yapılmıştır. Bu yapılan 19 önemli anlaşma ile Çin, 230 milyon dolarlık Türk
malını almayı taahhüt etmiştir.
Çin'den
ucuz mal getirerek geçimini temin eden ve bunlardan yararlanan büyük bir kesim
de mevcuttur. Şimdi bu öfke dalgası içinde büyük bir "Çin malı
boykotu" yapıldığı takdirde kimlerin zarar göreceği de doğru hesap
edilmelidir. Çin'in 2009 yılı dünya ticaret hacmi 2.6 trilyon dolar
meblağındadır. Aynı dönem içinde Türkiye ile olan ticareti ise 13 Milyar dolar
tutarındadır. Herkes bu boykota katılsa bile, bunun Çin üstündeki etkisi ne
olabilir, bu düşünülmeye değer. Bugün, IMF bile kısa dönem için Çin'den borç
almış bulunmaktadır.
O halde
varılan nokta maalesef tamamen küreselleşen ve kapital düzenin hâkim olduğu
günümüzün dünyasında, Çin gibi bir ülkeye kolay, kolay bir şey yapılamayacağı
ve onun da bundan pek etkilenmeyeceği hususudur. Sadece, İtalya'da yapılan
G-8 veya zengin ülkeler toplantısında
sergilenen fütursuzluk, ve Çin'e tek söz söylememe durumu, olayı anlatmaya
yeter.
Nükleer
denemelerini de Doğu Türkistan'da gerçekleştiren ve oradaki insanların sağlığı
ve genetik yapısı ile ölümcül şekilde oynayan Çin'e yine kimse bir şey
söylememektedir. İran için sürekli plan ve gürültü çıkartanların Çin için
benzeri bir eylem girişimi henüz vaki olmamıştır.
İşin
içine bir de 1998-99 arasında imzalanan Duşanbe Deklarasyonu olayı da
girmektedir. Bu da işin hukuki yönünü izah etmektedir. Çin bu deklarasyona imza
atmadan önce, şöyle bir maddenin yazılmasında ısrarcı olmuştur:" Çin'in
mevcut sınırlarının tanınmalı ve Sincan bölgesi dahil ( Çince Kazanılmış, fethedilmiş
topraklar demektir) iç işlerine karışılmayacağına dair taahüdün verilmelidir.
Bu madde eklenmiştir. (Bu, Çin için yeni bir uygulama değildi)
Bunun
üzerine Rusya da benzer bir madde ile Çeçenistan işini garantiye almıştır.
Böylece her iki Asya gücü de en az Güvenlik Konseyi'nde herhangi bir müdahale
girişimine karşı iki oyu garantilemişlerdir. Bunu diğer ülkelere kabul
ettirmişlerdir çünkü bu durum diğerlerinin de işine gelmiştir.
Daha
sonra, 1999 yılında Ecevit'in Moskova ziyareti sırasında imzalanan "Teröre
karşı mücadele anlaşması" içine bu deklerasyon maddeleri
yerleştirilmiştir.
Şimdi,
bir çok kişinin merak ettiği ve acaba "Çeçenlere neden daha çok yardım
etmiyoruz?" veya "Uygur Türkleri için neden daha büyük bir mücadele
yürütmüyoruz?" ve de onlara "neden kolay vize vermiyoruz?"
suallerinin pek de konuşulmayan hukuki yapıları ve gizli cevapları ortaya
çıkmaktadır.
Sonuç:
Durum ve
güçlükler veya engeller ne olursa olsun, dünya bu kadar gaddarlığa ve
haksızlığa sessiz kalmamalıdır. Dünya kalsa bile, biz kalmamalıyız ve
vicdanımızın sesine göre akıl çerçevesinde bir şeyler yapmalıyız.
Çin'e
karşı yürütülebilecek en etkili politika "kapalı veya gürültüsüz
diplomasi" yolu ile yapılmalıdır. Kapalı diplomasi, daha çok evrensel
değerler üstünde durarak yapılan vurgu ve talepler daha iyi dinleyici bulur ve
daha etkili olabilir.
Türkiye,
Uygurlar için yaptığı Çağlayan Mitingi'nde toplumun sesini yansıtmış ve kamu
vicdanını konuşturmuştur. On bir maddelik bir eylem planı ortaya konmuştur. Bu
önemlidir. Halkların ne düşündüğü ve ne hissettiği de bilinmelidir. Bunun yanı
sıra çeşitli baroların, meslek odalarının, spor kulüplerinin, ticaret
odalarının, sivil toplum kuruluşlarının
göstermiş olduğu tepkiler de fevkalade önemlidir.
Türkiye'nin
yanı sıra İran'da da birçok dini otorite böylesine mezalime karşı sessiz
kalınmaması hususunda çağrı yapmışlardır.
İslam
Konferansı Örgütü genel sekreterliği bir bildiri yayımlayarak itidal, insan
haklarına saygı ve demokrasi konularında Çin'i daha hassas olmaya davet
etmiştir.
Bütün
bunlar devam etmeli ve dostluk bağları koparılmadan, dostluk çerçevesi içinde
yardımcı olmak konusunda her fırsat değerlendirilmelidir. Bu iş tehditten
ziyade ikna yolu ile halledilebilecek bir durumdur.
Aslında
Doğu Türkistan olayı dünyanın içinde bulunduğu "küreselleşme"
sürecinde karşılaşacağımız a-simetrik mücadelelerden sadece bir tanesidir.
Önümüzdeki yıllarda bunların artmasına ve Asya sahnesinde diplomasinin çok daha
farklı uygulandığını görmeye hazır olmalıyız.
Asya
ülkelerindeki gelişmeler, zaman içinde olumlu etkiler meydana getirebilir. Yine
güçlü ve zengin bir Çin zamanla hem komşularına karşı hem de içindeki
azınlıklara karşı, daha ılımlı ve destekleyici bir gelişim gösterebilir.
Konjonktürel gelişmeler zaman içinde kendi dengesini oluşturacaktır
Arşiv