OPERASYON

İsmail Hakkı CENGİZ - 23.06.2009

Oy gizli, haber kutsal, yorum hürdür.

 

 

 

Bildiğiniz gibi, memlekette en fazla basılan yayın organı Zaman gazetesi. O kadar çok basılınca benim payıma da 1 adet düşüyor. Herhalde, size de düşüyordur.

 

Bu gazete, bu kadar çok basılmasına, desteklediği parti 7 senedir iktidarda olmasına rağmen, hep bir şeylerden şikâyetçi... En çok basılan gazetede yazdıkları halde, kimsenin tanımadığı yazarların çok acı yakınmaları var.

 

Bunlardan biri diyor ki; şu irtica belgesinin  “sahte mi-sahih mi?” tartışmaları, kamuoyunun belgeye ilgisini azaltmaya yönelik bir “operasyon”dur.

 

Aynen katılıyoruz! Biz de bunun bir “operasyon” olduğunu düşünüyoruz. Herkes 2 haftadır belgenin “sahte mi-sahih mi?”  olduğunu tartışıyor. Acaba bu tartışma sürerken hangi konulara ilginin azalması sağlanmış oluyor? Nelerin üstü örtülüyor?

 

Bu belgenin ortaya çıkışı, tam da “Mayın Kanunu’nun” Cumhurbaşkanı’nca onaylanacağı günün arifesine tesadüf(!) ediyor.  Kamuoyunun beklentisi “VETO” yönündeydi. O kadar ki, sadece muhalefet değil, hemen her konuda AKP’yi destekleyen televizyon ve gazeteler, vatandaşlar bile “veto” bekliyor, Cumhurbaşkanını etkilemeye çalışıyordu.

 

Nitekim seçildiği günden beri, TBMM’den geçen kanunları 1 gün içinde imzalayıp Resmî gazeteye gönderen Cumhurbaşkanı, “Mayın Kanunu’nu”  12 gündür bekletiyordu. İlgi belgeye yönelince, Cumhurbaşkanı bir güzel rahatlıyor ve çakıyor imzayı.

 

Sonra…

 

Deniz Feneri soruşturması, Zahit Akman’ı istifaya zorlama, malvarlığına konulan tedbire itirazın reddedilmesi, Akman dolayısıyla AKP’de çatlağın ortaya çıkması Erdoğan’ı, Arınç’ı bunaltırken, pat diye bir belge yayımlanıyor ve bütün AKP rahatlıyor.

 

Yazar şikâyetinde haklı! Bu, kamuoyu ilgisinin gerçek gündemden saptırılması operasyonu!

 

*                        *                      *

 

Diğer Zamane yazarının yakınması da şöyle: “Holding medyası gündemdeki konuları görmezden geliyor!” Sizin Deniz Feneri’ni, Zahit Akman’ın belgede tahrifat yaptığını, Kılıçdaroğlu hakkındaki iftiraları boşa çıkaran haberleri görmezden geldiğiniz gibi mi, demek istiyorsun?

 

Aynı yazar, holding medyasının işine gelmeyen yorumları internet sitesindeki sayfalara girmediğinden de şikâyet ediyor.

 

Peki, Zaman’ın internet sitesinde bu işler nasıl oluyor? Haberler, makaleler hakkında en masum eleştirilerinizi yollayın bakalım, sayfalarında gösterecekler mi? Bizzat denedim. Sayfaya girmedikleri gibi, yazarlara da bildirdiğiniz halde ne cevap var, ne de bir ses!

 

Şunu da ekleyelim: İktidara yakınlık açısından, Holding medyasıyla Zaman arsında fark görmüyoruz. Toplam baskı sayısı 200 bini bulmayan birkaç milliyetçi ve maneviyatçı gazete dışında, bütün matbuat iktidara teslim olmuş vaziyette. Öyleyse, Zaman’ı tatmin etmeyen ne? Teslim olan medyanın henüz kendileri kadar yandaş olmaması…

 

 

*   *   *   *   *   *   *   *   *   *   *   *   *   *   *   *   *   *

 

 

 

İKTİDAR İKSİRİ

 

Yumuşak bir içkidir. İçimi hoştur. İçen sarhoştur. Bunu bildiğinden bazıları, “iktidar olacağım ama iksirini içmeyeceğim!” diye başlar. Fakat içmekten kendini alamaz. Önce, bir kere içmekten bir şey çıkmaz, denir. İnsana ferahlama verdiği için, “bu iyi bir şeymiş” diye devamlı içmeye başlanır. Tabii alışkanlık yapar. Müptela eder sizi! Artık her geçen gün biraz daha artan dozda alırsınız.

 

Bir süre sonra gökyüzünde melekler gibi gezmeye başlarsınız. Dünya ve hele ülke gözünüze tozpembe görünür. İksirin dozu arttıkça, gözünüzdeki pembe perde kalınlaşır. O perde ki, her türlü olumsuzluğu, kötü gidişi ve berbat görüntüleri örter. Dünya o kadar şahane bir hale gelmiştir ki adeta cennet! Elbette bu muhteşem manzaranın mimarı sizin dehanızdır!

 

İktidar koltuğunda yıllandıkça, iktidar iksiri tesirini artırır. Kendinizde ilâhî bir güç olduğunu vehmetmeye başlarsınız. Bu memlekete Allah’ın bir lûtfu olduğunuza inanırsınız. Aynı koltukta sizden önce yüzlerce kişinin oturmuş olduğu, sizden sonra da yine yüzlerce kişinin daha oturacağı hiç aklınıza gelmez. İktidar, sizinle başlamış gibidir ve o koltukta sonsuza kadar oturacakmışsınız zehabına kapılırsınız.

 

Kendiniz ve ülkedeki işler hakkında olumsuz tek kelime duymaya tahammül edemezsiniz. Yönetimdeki hataları, sokaktaki gerçekleri dile getirenleri hep “maksatlı” olmakla suçlarsınız. Muhalefetin bütün tenkitlerinin “muhalif tabiatından” kaynaklandığını, herhangi bir gerçekliğinin olmadığını düşünürsünüz. Eleştirenlerin hasmınız olduğunu, menfaatleri zarar gördüğü için sizi eleştirdiği kuruntusuna kapılırsınız. Sizi eleştirenlerin hep bir hesabı vardır! Asıl, sizi ağız dolusu övenlerin bir beklentisi, sizden bir menfaati olduğu hiç aklınıza gelmez.

 

Bazı vicdan sahibi yakınlarınız, iktidar sarhoşu olduğunuzu bile bile gerçekleri söyleme gafletinde(!) bulunurlar. Onları, “Bu söyledikleriniz gerçek olamaz! Siz yanılıyorsunuz!” diye terslersiniz. Sizi çok iyi tanıyan, yıllarca sayfalar boyu öven bir yazar “Obama gibi geldiler, sonra Bush’a benzediler!” diye doğruyu ağzından kaçırır. Onu, “yazıklar olsun!”, “Sevsinler seni!” diye azarlar, aşağılarsınız.

 

Artık etrafınızda doğruyu, gerçeği söyleyebilen hiç kimse kalmamıştır. Çevrenizdeki herkes, siz neyi duymak istiyorsanız onu dile getirmektedir. Buna rağmen, olumsuz ve kötü haberler yine de size ulaşmaktadır. Ama nasıl? Yanında daima onu düzelten harika bir haberle birlikte… Meselâ; sanayi endeksi tarihî bir düşüşle rekor kırmıştır. Bu haber sizi üzemez. Çünkü hemen bu kötü haberin yanında; “Hane halkı ve bankaların durumu iyi… Özel sektörde de korkulacak bir şey olmadığı” en güvendiğiniz ekonomi bakanı tarafından ilân edilir.

 

İktidar iksirinin sarhoşluğundan kurtulma çaresi var mıdır? Yoktur! Ne yazık ki yoktur! İktidar koltuğunda oturduğunuz sürece yoktur. Ne zaman ki sizi oraya getiren kuvvet, yani halk, “Haydi Abbas, vakit tamam!” der, işte ancak o zaman ayılabilirsiniz. Tabii bu gayet sert bir ayılmadır. Her iktidarın başına gelir. Kaçınılmaz olarak!

 

 

*   *   *   *   *   *   *   *   *   *   *   *   *   *   *   *   *

 

 

SORULMAYAN SORULAR

 

“Hocam, yıllar önce babam beni istemediğim bir adamla evlendirdi. 2 çocuk oldu ama geçim olmadı. Kocamdan ayrıldım. Babamla da küsüm. Babamla küs olmakla günaha giriyor muyum?”

 

Kanal7’deki sabah akşam yapılan dinî programda, telefondaki kadın böyle soruyordu. Soruların muhatabı ak-pak, temiz yüzlü âlim hemen cevabı yapıştırmıyor. Kadının açtığı özel hayatını biraz daha deşiyor: “Çocuklar kaç yaşında? Ne zaman boşandınız? Çocuklar kimde? Babanla ne zamandır küssün? …Vs”

 

Karşılıklı sorular dakikalar boyu uzuyor. Hoca, soran; katılımcı, cevap veren pozisyonuna geçiyor. Siz tahammül edemediğiniz için seyretmeyi bırakıyorsunuz.

 

Sonra, bu Doç. Dr. unvanlı din âlimine, “Ben bazı sualler sorsam, cevap alabilir miyim, acaba?” diye aklınızdan geçiriyorsunuz.

 

Misal; “Hocam, millet işsizlikten ve geçim sıkıntısından kırılırken, devletin bütçesi rekor açıklar verirken, borç paçalarımızdan akarken, devletin başbakanının 61 milyon dolarlık lüks bir özel uçak alması caiz midir?”

 

Tabii hoca olayı açmaya çalışır: “Peki, bu Başbakan’ın başka özel uçağı var mı?”

 

“Evet, hocam 2 tane daha yepyeni uçağı var. Sayısını bilmediğimiz kadar da helikopteri…”

 

Hoca deşmeye devam eder: “Anladım. O uçak ve helikopterler yeteri kadar büyük mü?”

 

“Tabii hocam. Bütün yakınlarını alacak kadar! Hocam, bir de ben şeyi merak ediyorum, Sayın Başbakan, bu uçaklar ve helikopterlerle, Kars’tan Edirne’ye kadar parti kongrelerine gidiyor. Bunun vebali var mıdır? Bunları kullanması kul hakkına girer mi? Bunlar milletin malı olduğuna göre, bunlardan yararlanan kişinin bütün bir milletle helalleşmesi gerekir mi?”

 

Hoca bir türlü cevaba gelemez: “Peki o başbakan, uçaktan veya helikopterden indikten sonra, kongre salonuna nasıl gidiyor?”

 

“Devletin aracı, devletin şoförü, devletin yakıtıyla ve devletin koruma ordusuyla, hocam!”

 

Hoca, cevap vermeden önce her şeyi öğrenmek ister: “Peki bu başbakan katıldığı toplantılarda hep doğruları mı söyler?”

 

“Hocam, ben size neler dediğini anlatayım; siz doğru mu yalan mı karar verin! Memlekette fabrikalar, işyerleri, dükkânlar kapanırken, ‘ekonomik kriz yoktur’ dedi. Milyonlarca insan işini kaybederken ‘kriz Türkiye’yi teğet geçmiştir’ dedi. Sonra döndü, işler açılsın diye vergi indirimleri yaptı. İstihdam paketleri açıkladı. Burada yalan var mıdır? Yalan söylemek günah mıdır, hocam?”

 

Hoca bu sorulara cevap verebilir mi? Ne cevap vermesi, bu soruların sorulmasına bile o kanalda müsaade ederler mi? Siz daha “işsizlik, geçim sıkıntısı” derken telefonunuz kesilmez mi?

 

Peki, biz bu sualleri kime soracağız, kimden cevap alacağız?

 

Çünkü daha pek çok sorumuz var.

 

 

 

Önceki Yazılar

Tarih: 23.06.2009 Okunma: 655

YORUMLAR

Yorumunuzu ekleyin.

İsim: *

E-posta Adresiniz: *

* (E-posta adresiniz paylaşılmayacaktır.)

Yorum: *

Güvenlik Sorusu:
Türkiye'nin başkenti neresidir?