GELİN GERÇEK GÜNDEME DÖNELİM

İsmail Hakkı CENGİZ - 26.06.2009

Oy gizli, haber kutsal, yorum hürdür.

 

 

 

Yerel seçimler öncesi, aylarca “seçim atmosferi” yaşanan ülkemizde,  ekonomik sorunlara kimse dönüp bakmadı. Bunu çok iyi takip eden TOBB Başkanı Rifat Hisarcıklıoğlu, seçim biter bitmez “Artık gerçek gündeme dönelim” demişti.

 

Aradan 3 ay geçti. Ne yazık ki gerçek gündeme dönemedik. Her şey çok taze… 15’er günlük sürelerle suni gündem maddelerini tartıştık ve Haziran’ın sonuna geldik.

 

Suni gündem demek, kısır çekişmeler demek… Yani hiçbir şey üretmeyen laf kalabalığı, bizi gerginleştiren, sinirlerimizi bozan abuk sabuk tartışmalar… Bunlarla hiçbir ilerleme sağlayamayacağımız ortada…

 

*                        *                      *

 

Gelin halkın hakiki dertlerine bakalım. Hepimizi, istikbalimizi ilgilendiren hususları görelim. Gerçek sorunları ortaya koyup onları tartışalım. Dertlere deva arayalım.

 

İki gün evvelki haber bültenlerinde çiftçi feryat ediyordu… Ürününün para etmediğinden, hatta ürününü satamadığından yakınıyordu… Örnek olarak; 1 dönüm tarladan elde edilen 400 kilo buğdayın 160 TL ettiğini, masrafının da zaten 150 TL olduğunu bildiriyordu. Çiftçi dert küpü, bunlara çare bulmak lâzım!

 

Her gün 20’den fazla ölüme, yüzlerce kişinin yaralanmasına sebep olan trafiği konuşalım. Trafik canavarı diye bir heyula olmadığını, bizzat insanın canavarlaşabildiğini anlayalım, anlatalım. Trafik terörünü bitirebilecek yol ve yöntemleri tartışalım. Bir imzanın peşinde 15 gün sürüklenen Türkiye, şu trafik olayının peşinden niçin 5 gün bile gitmez, gidemez?

 

*                        *                      *

 

Konuşulacak o kadar çok meselemiz var ki, saymakla bitmez.

 

Alın cehaleti… Bütün problemlerin kaynağında olduğunu düşündüğümüz cehaleti bitirme konusunda fikriniz nedir? Eğitim nasıl nitelikli hale gelir, kaliteli eğitim nasıl yaygınlaşır ve eğitim seviyesi nasıl yükselir? Bunlara kafa yoralım.

 

Rüşveti, iltiması, kayırmayı, sağlık meselesini, siyasetteki yozlaşmayı, demokrasinin ve hukukun eksikliklerini konuşmak istiyoruz. Tartışılacak pek çok meselemiz ortada duruyor.

 

*                        *                      *

 

Kitleleri cendere gibi sıkan acil bir derdimiz var. Herhalde, şimdi en çok bunu konuşmak lâzım: İktisadi buhran, cinnetlere sebep olan geçim sıkıntısı, çıldırtan işsizlik…

 

Yepyeni ekonomik çözümlere ihtiyacımız var. Herkese iş, herkese aş sağlayabilecek çözümlere… Gelir dağılımını bir nebze de olsa adaletli hale getirebilecek anlayışlara, sistemlere…

 

Medya ve siyaset gerçek sorunlarla ilgilenmeye pek yanaşmıyor. Havanda su dövmek her zaman daha cazip, herhalde… Eğer “gerçek gündem”den kasten uzaklaşmıyorlarsa, TOBB başkanına, 3 ay sonra da olsa kulak versinler: Asıl gündeme dönelim.

 

 

*   *   *   *   *   *   *   *   *   *   *   *   *   *   *   *   *

 

 

 

ÇÖZÜM YOLUNU MACARİSTAN BAŞBAKANI GÖSTERDİ

 

Başta Erdoğan, bizim hükümet kanadı, akşama sabaha krizden çıkacağız diyorlarsa da, dünyada, krizin 5 yıl kadar sürebileceği konuşuluyor. Resmî rakamlarla, ülkedeki işsiz sayısı; 3 milyon 800 bin! Buna rağmen, iktidardakiler, Türkiye’nin krizden “teğet” seviyesinde etkilendiğinde ısrarlılar. Bu durumda ekonomik kriz için herhangi bir öneri sunmanın,  tedbir alın demenin pek de manası yok!

 

O halde, şöyle söyleyelim: Tamam, bizde ekonomik kriz yok! Fakat sosyal sorunlar var, gelir dağılımı adaletsizliği dehşet verici boyutlarda. Bunlar da ekonomik kriz kadar tehlikeli olabilir. Bireylerin, toplumun dengesini bozabilir. Sosyal çalkantılara, hatta patlamalara sebep olabilir. Dolayısıyla, Macaristan Başbakanının gösterdiği çözüm yolunu bilmek, üzerinde düşünmekte fayda var.

 

Macaristan Başbakanı, 10 bin lira olan maaşını, kriz dolayısıyla hazineye iade ediyormuş. Elbette bu paranın iadesiyle hazineyi kurtaramaz. Fakat bu davranışın büyük sembolik değeri var. Halkın yönetime güven duymasını, alınan tedbirlerin faydasına inanmasını ve uygulamalara katılımını sağlar.

 

Ülkenin devasa sorunlarına çözüm yolu açabilecek anahtar kavramlardan biri, belki de en önemlisi, Macar Başbakanının gösterdiği yol olan “feragat”tir. En tabii hakkından vazgeçebilmektir! Bir liderin böyle erdemli bir davranışı kitleleri müthiş etkiler.

 

Kendilerini yönetenlerin erdemli kişiler olduğunu görmek, halkın da daha erdemli, daha kanaatkâr olmasını sağlar. Halkın birlik ve beraberlik içinde hareket etmesini, ülke menfaatleri konusunda kenetlenmesini kolaylaştırır.

 

Elbette biz, yöneticilerimizin bütün haklarından vazgeçmelerini beklemiyoruz. Ama feragatten bir derece daha kolay yapabilecekleri bir şey var: Fedakârlık! Yönetimde etkili olan siyasetçi, bürokrat, asker, işadamı, işkadını, herkesin bu kavram üzerinde azıcık durması lâzım… İdarecilerin, sefalet içindeki milyonlarla, zihinlerinde olsun, kendilerini özdeşleştirmeleri lâzım...

 

Yönetimde etkili olanlar nereden fedakârlık edecekler? SALTANATLARINDAN! Şu yönetim kurullarındaki akraba-yâran saltanatına; oralardaki çifter, hatta üçer beşer alınan aşırı maaşlara bir bakın! Bilhassa, devletteki üst düzey yöneticilerin kullandıkları araçların modeline ve sayısına bir bakın! Özel uçaklara, özel helikopterlere, bunların kullanım yerlerine bir bakın! İhale harcamalarına bir bakın!

 

Tepede böyle bir lale devri kafası, böyle bir yâran saltanatı varken, hiçbir sorunun çözümü için milletin desteğinizi alamazsınız. Tam tersine bu şartlarda milletin direnciyle karşılaşırsınız. Alacağınız hiçbir tedbir millet tarafından samimi bulunamaz. Millet inanmaz. Üstelik zirvelerde saltanat sürdükçe aşağılarda öfke artar. Bunalımlar baş gösterir. Sorunlara yeni sorunlar eklenir.

 

Tabii biz, “çözüm çözüm” diye sayıklayıp duruyoruz da, ülkeyi yönetenlerin sorunları çözmek gibi bir derdi var mı, ondan da fazla emin olamıyoruz.   

 

*   *   *   *   *   *   *   *   *   *   *   *   *   *

 

 

 

 

SU ÜZERİNDE OYNANAN OYUNLAR

 

Bundan 15 sene öncesine kadar, büyük şehirler de dâhil ülkemizin her yerinde musluklardan akan su içilebiliyordu.

 

Bugün, bırakın büyük şehirleri, artık, ilçelerimizin bile pek çoğunda musluk suyu içilemiyor. Vatandaş içme suyunu ambalajlanmış olarak satın alıyor.

 

Sınırlarımızın doğusunda ve güneyinde 1 litre su, 1 litre petrolden daha pahalı! Yakında bütün dünyada böyle olacağını tahmin ediyorum. Çünkü nüfus gittikçe artarken, temiz su kaynakları azalıyor. Musluklara gelen sudaki arsenik oranı artıyor. “Akıllı” devletler gelecekteki su ihtiyaçlarını bugünden güvence altına almak istiyorlar. Onun için “su forumları” yapılıyor. Onun için, AB’ye girmemiz hayal olduğu halde, AB ülkeleri bizim su kaynaklarını yönetmeye kalkıyor.

 

Su konusunda son derece uyanık olmak lâzım... Hem sahip olduğumuz suyun israf edilmemesi; hem de su kaynaklarımıza hâkim olmamız açısından!

 

Dünyadaki her insanın, en az bizim kadar suya ihtiyacı ve hakkı olduğunu kabul ediyoruz. Elbette bu iyi niyet, sularımız üzerinde başkalarına söz hakkı verilmesi anlamını taşımaz.

 

Su üzerinde oynanan büyük bir oyun var: Suyun ticarileştirilmesi hamleleri! Gelen faturalar, sayaç dayatmalarıyla, zaten su yarı yarıya ticarileşmiş vaziyette… Ayrıca, neredeyse bütün memlekette içme suyu, damacana ve pet şişelerle bir ticaret metaı halinde! Tabii küresel sermayeye bu kadarı yetmiyor. Arzu ediliyor ki, su idaresi belediyelerden alınsın.

 

Gizli-açık şu söylenmeye çalışılıyor: “Bir kamu kurumu olan belediyeler suyu idare edemiyor, halka temiz su içirmekten acizler. Zaten suyla, ‘sudan işler’le uğraşmak bir kamu kurumunun işi olamaz! Siz en iyisi, su idarelerini özelleştirin. Su işini yerli veya yabancı şirketlere devredin. Bakın o zaman nasıl güzel, temiz, pak su içersiniz. Üstelik su şimdikinden daha ucuz olur!”

 

Bu elbette korkunç bir kandırmaca… Kapitalizmin temellerinin çöktüğü bugünlerde, “iyi idare” edilemeyen şirketler, hattâ bankalar kamuya devrediliyor. Böyle bir dünyada suyun özel şirketlere devri büyük bir hata olur. “Su işini”, batık şirketlerinden daha berbat bir duruma getireceklerinden hiç kuşkunuz olmasın. Öyle bir durumda bugünleri bile mumla ararız.

 

Sudaki arsenik neden yükseliyor? Çünkü su azaldıkça, ona ulaşmak için kuyularda dibe iniliyor. Sudan ağır olan metaller de dipte daha yoğun olduğundan, aşağı indikçe sudaki arsenik oranı artıyor.

 

Eh, Allah’ın hikmeti, işte… Bu sene yağan kar ve yağmur, her yıl yağandan birkaç kat fazla... Barajlar ve kuyular doldu. Arsenik miktarı da kendiliğinden azaldı!

 

Tabii ki çok yağan yağmura güvenip de tedbiri elden bırakmamalı… Su arıtma cihazları kurulmalı. Su bol diye rehavete kapılmamalı. Gelecek yıllar ne olacağını bilemiyoruz.

 

 

Önceki yazılar

Tarih: 26.06.2009 Okunma: 731

YORUMLAR

Yorumunuzu ekleyin.

İsim: *

E-posta Adresiniz: *

* (E-posta adresiniz paylaşılmayacaktır.)

Yorum: *

Güvenlik Sorusu:
Türkiye'nin başkenti neresidir?