Her acı ne kadar ferdî, ne derece alelâde olursa olsun
insanlığın uçsuz bucaksız orkestrasında bir ahenk unsurudur. Her çığlık, her
kahkaha, her cıvıltı gök kubbenin altında akisler bırakmaya lâyık. Ebedileşmek
uçurumların da hakkı.
Roman bizi başkalarının maceralarına ortak eden,
hayatımızı genişleten, değiştiren dost bir sanat. Ama her sanatın amacı bir
fetihtir. Tek gönül veya milyonlarca gönül. Kulübe, saray, şehir veya kıt’a.
Gerçi roman antik trajedinin de mirasçısı. Okuyucuyu dehşete düşürmek,
acındırmak sık sık baş vurduğu baharat… Ama trajedi destanla akraba. Eşil,
Homer’in veya Pendar’ın devamı. Hudutlarının sonsuza dayanmasına rağmen “roman”
ülkesi de hudutlu nihayet.
Hugo Dea’yı romanına sokabilmek için bütün şairliğini
seferber eder: “Büyük ve aydınlık gözleri vardı. Ne garip kendisi için sönen bu
gözler, başkaları için pırıldıyordu. Yalnız dışarısını aydınlatan esrarlı
meş’ale. Işıktan mahrumdu, ışık saçıyordu… Adına körlük denilen o karanlık
duvarın arkasından nur fışkırıyordu. Geceydi ama yıldızı olan gece.”
“Sefiller”in yarı tanrı, yarı insan monsenyör Bienvenu’sü
ömrünün akşamında gözlerini kaybeder. Ama bu artık bir kaybediş değil, bir
buluştur. Güneşin çiğ ve hoyrat ışığı yerine, gönlün sitarevî aydınlığı.
Pencerelerini dış dünyaya kapayan şuur artık binbir kollu avizesini yakmıştır.
Kaldı ki monsenyör Bienvesu’nün öyle bir avizeye de ihtiyacı yoktur. Çünkü
sevilmektedir. Güneşler, yıldızlar, avizeler… gerçekten sevilenlerin bu
oyuncaklara ihtiyacı var mı? “Kör olma ve sevilmek, hiçbir şeyin tamam olmadığı
bu dünyada garip bir saadet” Hugo öyle diyor.
Sonra… Sonrası yok.
Sanatkâr yaralarını göz önüne sererek merhamet dilenen
bir çanak yalayıcı değildir. Hugo’nun büyülü bir mehtap gibi harabeleri
saraylaştıran muhayyilesi en büyük felaketi sevimlileştirebiliyor. Ama büyük
körlerin hiçbirisinde bu nikbinliği bulamamaktayız. Pek kısa bir zaman
gözlerini kaybeden Heine öfkeden, hırstan, yeisten çıldırıyordu adeta. Unutmak
ve unutturmak. Ben alışamadım körlüğe. Bu kelime telaffuz edildikçe büyük bir
kabahat işlemişim gibi yüzüm kızarıyor. Gözlerimi göstermek istemiyorum. Körler
bütün devirlerin ve bütün ülkelerin paryası. Kör müsün? Kör olasıca! Hay kör
şeytan!.. Roman’ın bütün canavarlara, bütün sürüngenlere açılan kapıları
körlere kapalı. Neden? O halde ıstıraplarından bir roman, bir şiir de
yaratamayacak kör. Kimin hikayesini anlatsın?
* * *
Tabiat yaratmak için yıkmak zorunda. Fırtınalar,
zelzeleler, seller. Yaşamak öldürmektir. Ya kendini öldüreceksin, ya
başkalarını. Dördüncü kişinin hayatını kurtarabilmek için üç kişiyi
öldürebilmek. “Soru bu!”. Ya kendine kıyacaksın, ya başkalarına. Başkalarına
kıymak da kendine kıymak değil mi? Başkaları kim? Bizden birer parça. Her
tanıdığımız, varlığımızın bir zeyli. Her ölenle bir parça ben de ölürüm. Her
ölüm bir “emputation”.
Tımarhaneler uzviyetinin emirlerine kulaklarını tıkayan
gafillerle dolu. Uzviyetin intikamı yamandır.
İç ve dış dünyamıza ışık serpmeyen kitaptan bize ne?
Düşen tutunacağı dalları seçemez.