ANADOLU’DA KÂRLI YATIRIM ALANLARI VAR MIDIR?

İsmail Hakkı CENGİZ - 30.06.2009

Oy gizli, haber kutsal, yorum hürdür.

 

 

 

 

Aslında, başlık “Sandıklı’da kârlı yatırım alanları var mıdır?” şeklinde olacaktı. Çünkü biz Sandıklı’yı ele alacağız… Fakat bütün ilçelerimizde, hatta bütün memlekette benzer sorunlar, hikâyeler, beklenti ve talepler vardır. Dolayısıyla, ele alacağımız konu bütün yerleşim birimleri için geçerlidir.

 

Sandıklı; Ankara, İstanbul, İzmit, Bursa gibi büyük şehirleri, Antalya, Denizli gibi turizm ve iş merkezlerine bağlayan ana yolun üzerindedir. Sandıklı’dan yaz mevsiminde, günde 110-120 bin, kışın ise 40-50 bin araç geçiyor. Pek çok ilçemizin benzer bir coğrafî konumu vardır.

 

Sandıklı, Antalya’ya 230, Denizli’ye ise 160 Km. mesafede.  Aydın, Kuşadası, Marmaris istikametine gidecekler için mesafe tabii ki daha da artıyor. Bu konumuyla Sandıklı mola vermeye müsait orta bir noktada… Fakat Sandıklı ilçe sınırları içinde, ana yol üzerinde büyük bir alışveriş merkezi ve dinlenme tesisi yok.

 

İlçenin pazarlayabileceği et ve et mamulleri, saç-güveç eti, haşhaş, ekmek, leblebi, lokum, mevsime göre meyve-sebze gibi kendine has yöresel ürünleri olmasına rağmen, yol üzerinde büyük bir alışveriş merkezi yok.

 

*                   *                 *

 

Ayrıca, çok ünlü bir mobilya markasının bölge bayiine göre; büyük şehirleri ve yerleşim merkezlerini birbirine bağlayan Sandıklı gibi bir orta noktada büyük otellere de ihtiyaç var. Çünkü fabrikalardan bölgenin her yerine malları sevk eden firmalar, yorulan sürücülerinin iyi şartlarda dinlenmesini arzu ediyor. Bu da en az 3 yıldızlı otellerde mümkün olabiliyor.

 

Dolayısıyla, her gün 120 bin aracın geçtiği Sandıklı’da büyük otellere de ihtiyaç var. Ne yazık ki Sandıklı’da bu şartlarda 1 tane bile otel yok.

 

Söz buraya gelince şu hususları da eklemek lâzım: Bir ülkenin gelişmesi için ağır sanayinin şart olduğu söylenegeldi. Bu daha önceki dönemlerde doğruydu. Lâkin sanayi devrimi devrini tamamlamış gibi gözüküyor. Artık, sanayide daha fazla büyüme beklenemez. Ama büyüyecek sektörler var. Bunların başında HİZMET SEKTÖRÜ geliyor.

 

Gelecekte sağlık, eğitim, turizm, gıda, ulaşım, organik tarım, bahçecilik, mobilya-dekorasyon... Vb. gibi sektörlerin büyümesi, iş yapması öngörülüyor.

 

*                   *                 *

 

Neticede…

 

Yatırımcılara ve elinde sermaye olanlara; alışveriş merkezlerine, otellere, dinlenme tesislerine yatırım yapmalarını öneriyoruz. Sermaye sahiplerinin bu girişimleri, merkezi idarenin yerel temsilcileri ve bilhassa belediyeler tarafından teşvik edilmeli, desteklenmelidir.

 

Yatırımın iktisadî canlılık, hareket, iş, aş, gelişme demek olduğunu hatırlatmaya bile gerek yok, sanırım.

 

*   *  *   *   *   *   *   *  *   *   *   *   *   *   *   *

 

 

HEPİMİZ BİRER ENGELLİ ADAYIYIZ

 

Nüfusumuzun onda 1’inden fazlasının engelli olduğunu biliyor muydunuz? Engelli insanımız bu kadar çok olmasına rağmen, sorunları neredeyse hiç gündeme gelmiyor. Çoğu zaman engellileri de, onların sorunlarını da görmezden geliyoruz.

 

Eğer bir engelimiz yoksa asla bizim başımıza bir şey gelmez sanıyoruz. Hâlbuki engellilerin en az yarısının özrü doğuştan değildir. Şu veya bu yaşta, şu veya bu sebepten başlarına gelen “kaza” onları engelli hale getirmiştir. Hiçbirimizin de yarın-öbür gün bir kaza sonucu veya bir sağlık sorunu sebebiyle engelli hale gelmeyeceğimizin bir garantisi yoktur.

 

Her şeyden evvel,  bir engellinin durumunu anlamaya çalışmak bir insanlık görevidir. Bir engelli ne hisseder, ne düşünür, ailesinin ruh hali nasıldır; bunları bilmek, öğrenmek, anlamak lâzım!

 

38 yaşındayken gözlerini kaybeden üstat Cemil Meriç, bu hadiseden 10 sene sonra bakın ne diyor: “Ben alışamadım körlüğe. Bu kelime telaffuz edildikçe büyük bir kabahat işlemişim gibi yüzüm kızarıyor. Gözlerimi göstermek istemiyorum.”

 

Bize çok tabii gibi gelen bir özür, bir engelli için çok anormal gelebiliyor.

 

*                   *                 *

 

Engelliler okulunda uzun süre gönüllü hizmetinde bulundum. Özellikle fizikî kusuru açıkça belli olmayanlar kendilerini özürlü olarak kabul etmiyorlar. Bu ruh halini bilerek, ona göre yaklaşmak lâzım.

 

Engelli dünyasının diğer bir tarafı engelli aileleri… Çocuğu engelli olan bir anne-babanın en büyük düşüncesi, hatta takıntısı “bizden sonra bu çocuğun hali ne olacak?” sorusudur. Bu, elbette son derece haklı ve yerinde bir endişe!

 

Bu endişeyi bilen devlet, engelliler için özel eğitim merkezleri açmış veya özel sektörün açtıklarını desteklemiş… Desteklemeye devam ediyor. Ayrıca engellilerin sağlık, ulaşım hizmetlerini üzerine alıyor. Ailenin durumu müsait değilse maddeten de yardım ediyor.

 

Tabii bu tedavi, yardım gibi hizmetleri pek çok “sağlık raporu” sonucunda yapıyor. İşte bu noktada engelli aileleri büyük sıkıntılar yaşıyor. Sağlık raporu vermekle veya engellinin durumunu tespit etmekle görevli personel aileleri üzebiliyor. Engel apaçık ortada olduğu halde çocuğu ve aileyi rencide edebilecek sorular, uygulamalar, hatta işi yokuşa sürmeler çok yıpratıcı oluyor.

 

Hem engelli kişi, hem de onun ailesi çok hassastır. Onlara bu hassasiyeti bilerek, gayet hassas bir şekilde yaklaşmak gerek… İşlemlerinde yardımcı olmak, yapılabilecek ve yapılamayacak yardım ve destekleri duyarlı ve münasip bir dille anlatmak lâzım.

 

Elbette bu iş, uzman personelin işi… Yetkililer bu konuda çok duyarlı olmalı, personeli iyi bir eğitimden geçirmelidir. Bu konularda genellikle “sosyal hizmet uzmanları” görevlendiriliyor.

 

İşte, bu görevliler, kâğıt üzerinde değil; hakikaten “sosyal hizmet uzmanı” olmalılar. Konunun hakikaten “UZMANI” olmalılar!

 

Bu konuda söyleyeceklerimiz bitmedi. İlk fırsatta konuya döneceğiz.

 

*   *   *   *   *   *   *   *   *   *   *   *   *   *   *   *   *   *   *

 

 

 

 

DEV SORUNLAR ANCAK DEV ZEKÂLARLA ÇÖZÜLEBİLİR

 

Dünya değişiyor… Nüfusumuz artıyor… Zaman içinde bazı meselelerimiz çözülürken bazı meselelerimiz de ağırlaşıyor, daha çetrefil hale geliyor, daha önce hiç karşılaşmadığımız yeni meseleler ortaya çıkıyor.

 

Geçmişte, kitleleri, kuşaklar boyu, canından bezdiren bir enflasyon sorunumuz vardı. Ahir ömrümüzde çözüldüğünü göremeyeceğimizi sanırdık. Ama çok şükür çözüldü. O çözüldü fakat bu sefer de durgunluk, işsizlik, bunlara bağlı olarak fukaralık arttı. Şimdi karşımızda gittikçe büyüyen bir işsizlik ve fukaralık sorunu var.

 

Sonra, yıllardır yüreğimizi yakan, müzminleşen bir derdimiz daha var: Terör! Azalıyor, kayboldu gibi gözüküyor, bazen şekil değiştiriyor, kendini dağ-bayır yerine şehirlerde gösteriyor fakat bir türlü bitmiyor. Neticede bin başlı ejderha gibi karşımızda duruyor.

 

Yolsuzluk, rüşvet, hukuktaki problemler, gecekondulaşma, gelir dağılımındaki anormal bozukluk, cehalet, siyasî kutuplaşma vb. dev sorunlarla bunalmışken; 29 Mart seçim sonuçları, yepyeni, neredeyse bütün sorunların önüne geçecek bir meseleyi daha gözler önüne serdi. Geçmişte yapılan hataların, biriken sorunları görmezden gelmenin, çözümü ertelemenin faturasını burnumuza dayadı: Doğu’nun bazı illeriyle, Güneydoğu’nun neredeyse tamamında belediye başkanlığını kazanan DTP sözcüleri “SINIRLARIMIZI ÇİZDİK” dediler. Tabii yüreğimiz cız etti! Çünkü devasa bir bölünme meselesi ve tehlikesiyle karşı karşıyayız.

 

Görülüyor ki ülkenin birbirinden çetin sorunları var. Sorunlar çözülmek içindir. Çözülemeyecek hiçbir problem yoktur. Fakat sıradağlar gibi birbirinin üstüne yığılmış ağır sorunları sıradan akılla çözemezsiniz. Böyle azmanlaşmış sorunlara deneme-yanılma yöntemi, babadan kalma usuller, el yordamı, günübirlik tedbirler çare olamaz.

 

Bu çetin sorunlar, karmaşık bir matematik problemi çözer gibi masa başında da çözülemez. Yine bu kültürel, psikolojik ve sosyo-ekonomik sorunlar sadece akademik zekâ ile de çözülemez. Ankara’dan emir vermekle hiç çözülemez.

 

Bu dev meseleleri çözmek konusunda bazı kavramların anahtar olduğu düşüncesindeyiz. Bu anahtar kavramlarla, pek çok çözüm yolunun açılabileceği kanısındayız.

 

Bu kavramlardan biri “sağduyu”dur! Türk Dil Kurumu’nun tanımıyla, “Doğru ile yanlışı birbirinden ayırma ve doğru yargılama gücü. Akla uygun yargılar verme yeteneği, aklıselim” demek olan sağduyu!

 

Elbette dev zekâyı ve çözümü arayacağımız ilk yer TBMM çatısının altıdır. Yüce Meclis’in organları ve üyeleridir. Kendilerinden en yüksek sağduyuyu beklemek hakkımızdır. Peki,  vekillerle ilgili medyaya yansıyan son haber ne? Milletvekilleri, Meclis Başkanlığından “özel şoför” talep etmişler! Sorunlar bu kadar birikmiş, fukaralık ve sefalet bu kadar artmışken, bu isteğin neresinde aklıselim var?

 

Dev bir zekâya sahip olanlar hiç böyle bir talepte bulunurlar mı? Bu şartlarda böyle bir talep ancak cüce zekâlardan gelebilir. Ümidimizi kesmek istemiyoruz. Umarız, özel şoför isteyenler çoğunlukta değillerdir!

 

Sağduyu, yukarıdakinin tam tersi davranışların gösterilmesini emreder. Millet sıkıntı içindeyken, sana sağlanan her türlü ayrıcalıktan vazgeçmeye hazır olduğunu göstermeni gerektirir.

 

 

Önceki Yazılar

Tarih: 30.06.2009 Okunma: 650

YORUMLAR

Yorumunuzu ekleyin.

İsim: *

E-posta Adresiniz: *

* (E-posta adresiniz paylaşılmayacaktır.)

Yorum: *

Güvenlik Sorusu:
Türkiye'nin başkenti neresidir?