MEDYA(N) SAVAŞLARI

İsmail Hakkı CENGİZ - 21.03.2008

  Oy gizli, haber kutsal, yorum hürdür.

           
 

            Eskiden meydan savaşları vardı. Artık medya savaşları var.

            Meydan nerdeeee, medya nerdeee, diye sakın hafife almayın.

            Medya savaşları meydan savaşları kadar kanlı gözükmüyorsa da, daha gerilimli, daha ağır zayiatlı, daha tahrip edici oluyor.

            Tabii bazen komik vakalar da yaşanmıyor değil!

            Bu, biraz da sizin bakış açınıza bağlı.

            Bu savaşta da başkomutanlar, alt komutanlar, karargâhlar, kurmay heyetleri, askerlik sanatı ve birlikler mevcut. Hem de 32 kısım tekmili birden!

            İttifaklar, müttefikler, stratejiler, taktikler, ihtiyatlar, ağır toplar, gülleler, mermiler, hava desteği, havalı destek, uzun menzilli füze desteği bile var.

            Tarafların arkasını yasladığı hâkim zirveler, yığınak, ikmal, siperler, mevziler, manevra yapılabilecek geniş alanlar, hatta nemalananlar bile var.

            Siz ne diyorsunuz… daha fazla zayiat olmasın diye arabuluculuğa soyunanlar bile var.

            En ağır toplar ve havalı destekler yoğun bir şekilde kullanıldı, kullanılmaya devam ediyor. Bu yoğun “hava ve ağır topçu harekâtıyla” hedef yumuşatıldı, yumuşatılmaya devam ediyor. Bu ağır bombardıman sonucu hasım tarafın bütün direncinin kırılacağı hesaplanıyor. Ki, birliklerin yapacağı taarruzla kolayca ve en az zayiatla hedef ele geçirilsin.

            Burada kim taarruzda, kim savunmada, diye sorarsanız; savunma yapan taraf yok! Bir taraf, kısa süreli savunmada gibi gözükse bile, hasmının açığını gördüğü kanattan hemen hücuma geçiyor.

            Bu yazdıklarımı hayalî zannedenler fena halde yanılıyorlar.

            Yukarıda yazdığım bütün terimler; medyanın ağır topları tarafından kullanıldı. Bakın örneklere!

            “Dolayısıyla statükoya yandaş güçler ‘temel strateji’yi savunma ekseninde inşa ederler. Fakat stratejik savunma ‘taktik’ saldırı gerçekleşmeyeceği anlamına gelmez. Askerlik sanatına biraz vakıf olanlar bilirler ki, geniş bir cephedeki ‘stratejik statüko’yu hasım tarafa karşı koruyabilmek için, çoğu defa ‘taktik taarruz’lar yapmak zorunluluğu doğar.
            O halde Türkiye’deki statüko da kendi ‘savunma stratejisi’ içinde yeni bir ‘taktik saldırı’ya geçmiştir.

            ‘statüko güçleri’ Yargıtay Başsavcısı’nın akıllara sedá ve demokrasiye veda ‘iddianamesi’yle(!), ikinci bir taarruz daha başlatmışlardır.
ZATEN hep siper beklediği için durağanlığı daha da kemikleşen statüko kurmayları, hasım tarafın yoğun yığınak ve ikmal yapması karşısında ániden harekáta geçmişlerdir.
            Söz konusu hasım kuvvetleri ansızın dağıtmak ve hırpalamak taarruzunu başlatmıştır. Zira, barikatları aşındığı ve birlikleri güç yitirdiği için o kurmay karargah farkındadır ki, kendi ‘stratejik cephesi’ni korumak ancak ‘baskın basanındır’ taktiğiyle mümkündür.
            Dolayısıyla da, son güllelerini, son mermilerini, son ihtiyatlarını kullanmak dahil, umulmadık bir ‘taktik hamle’yle cepheyi kollamak, yani statükoyu korumak azmindedir.” (Hadi Uluengin, Hürriyet, 18.3.2008)

            Daha çok örnek var da benim yerim dar.

            Yalnız bu medya(n) savaşlarında tarafların hedefleri ne?

            Ekonomik olabilir mi?

            Ekonomik, kavramıyla ben sizi yönlendirmiş olmayayım.

            Bunu biraz derince düşünmek lâzım. Düşünelim. Bakalım bulabilecek miyiz?
            *                      *                      *

        Kalp Gözü
 

Şiir yazacak ozanın, âşık’ın, şairin çok donanımlı, çok birikimli olması lâzım. Çünkü bu sanatı kelimelerle inşa ediyor. Gayet geniş bir kelime hazinesine sahip olması gerekiyor. Dilinin bütün özellik ve inceliklerine hâkim olması gerekiyor.

Önümüzde bir örnek var ki; bu tanım ve kalıplara uymuyor.

Gözlerini daha 7 yaşındayken kaybediyor. Hiçbir resmî eğitim alabilmesine imkân yok.

Ama bir bakıyoruz ki, okuduğu, söylediği şiirlerdeki sanat gücü, Türkçeyi kullanma kabiliyeti, kitleleri etkileme ve çağlara seslenme kudreti deha seviyesinde.

Bu büyük halk ozanı Âşık Veysel’dir. Gözleri kapalı ama herhalde kâlp gözü açık bir ozan. Milletimizin yirminci yüzyılda yetiştirdiği en kıymetli evlatlarından biri.

Bugün, Âşık Veysel’in ebediyete intikalinin 35’nci yıldönümüdür. Büyük ozanı rahmetle ve hürmetle anıyorum. İyi ki, sazıyla sözüyle bize hazineler değerinde eserler bırakmış. O eserlerden birisini aşağıda sunuyorum. Bu eseri, Ersen’in yorumundan dinlemenizi de tavsiye ediyorum. Duygularınız harman olsun.

 

Üstatlardan
 

            Dostlar beni hatırlasın  

            Ben giderim, adım kalır,
            Dostlar beni hatırlasın.
            Düğün olur, bayram gelir,
            Dostlar beni hatırlasın.
                        Can kafeste durmaz uçar
                        Dünya bir han, konan göçer
                        Ay dolanır yıllar geçer
                        Dostlar beni hatırlasın
            Can bedenden ayrılacak
            Tütmez baca, yanmaz ocak
            Selâm olsun kucak kucak
            Dostlar beni hatırlasın...
                        Açar solar türlü çiçek
                        Kimler güldü kim gülecek
                        Murat yalan, ölüm gerçek
                        Dostlar beni hatırlasın
            Ne gitseydin, ne giderdim
            Günden güne arttı derdim
            Garip kalır yerim yurdum
            Dostlar beni hatırlasın.
                        Gün ikindi akşam olur,
                        Gör ki başa neler gelir,
                        Veysel gider, adı kalır,
                          Dostlar beni hatırlasın.

              Âşık Veysel Şatıroğlu

 

Önceki yazıları görmek için aşağıdaki kutuya tıklayın.

Tarih: 21.03.2008 Okunma: 619

YORUMLAR

Yorumunuzu ekleyin.

İsim: *

E-posta Adresiniz: *

* (E-posta adresiniz paylaşılmayacaktır.)

Yorum: *

Güvenlik Sorusu:
Türkiye'nin başkenti neresidir?