TÜRK’E, TERTİPLERİ DEĞİL ERGENEKON’UN KENDİSİ GEREK ! Alp Ergenekon

GENEL HABERLER Misafir Yazar - 05.08.2009


 

 

[email protected]Bu mail adresi spam botlara karşı korumalıdır, görebilmek için Javascript açık olmalıdır

 

Önceki gün, dün ve bugün, resim hep aynı !

Katledilenler; Müslümanlar ve batının Müslüman ile özdeş tuttuğu hatta koruyucuları saydığı biz Türkler !

 

Bugün Çin’deki soykırım resminin çizildiği Doğu Türkistan’da olup bitenlerden ne kadar haberdar oluyoruz ya da en basitinden ne kadar farkındayız!

 

Günlük stres, koşuşturma, olup biteni anlamaya çalışma çabası içinde Uygur canlarımızı düşünüp onlar için hayıflanırken gerçek mi yoksa rüya mı olduğunu bilmediğim gelişmelere tanık oldum; aktarıyorum…

________________________________

 

Daha önce hiç görmediğim halde bulunduğum yerin, Doğu Türkistan’a ait bir bozkır olabileceği hissine kapıldım; İklimi, insana huzur veren anlatılmaz atmosferi buranın ata yurdundan başka bir yer olamayacağını gösteriyordu!

 

Bozkır ortasında bulunduğum üstü açık yer, olabildiğince geniş bir toplantı yerini andırıyordu. Bulunduğum yer bir bakıma  toplantı mekânının yönetildiği noktaya da benziyordu.

 

Olup biteni anlamaya çalışırken tozu dumana katmış ve arkasında bir toz bulutu ile birlikte süratle gelen bir atlı grubu dikkatim çekti. Destanından okuduğum bilgiler ve hakkında yapılan tanımlamalar gelenin Kürşad ve kırk can yoldaşından başkası olamayacağını gösteriyordu.

 

Çin’in, Doğu Göktürk Devletini olmadık entrikalar ile yıkmayı başarıp esir aldığı Türkler içinde büyüyüp gelişen ve intikam alacağı günün heyecanı ile yanıp tutuşan, kırk can yoldaşı ile birlikte Çin İmparatorluk sarayını basarak Türkler içinde hürriyet ateşini yakan yiğitten başkası olamazdı, bu gelen Kürşad’dı!

 

Evet, gelenler Kürşad ve kırk can yoldaşı idi!

 

Belli bir mesafeden sonra sadece Kürşad ilerledi ve bulunduğum hâkim yere yakın ve kendisine ayrıldığı anlaşılan bir yerde durdu, ancak oturmadı.

 

Ne olup bittiğini anlama şaşkınlığı içinde iken heybetle gelmekte olan iki atlıyı fark ettim ve merak içinde gelmelerini bekledim.

 

Gelenler, düşmanın kalleş saldırıları sonrasında zor durumda kalan Türklere Ergenekon’u yurt edinmeyi başaran Kayı han ile Tokuz handan başkası değildi. Onlar da kendilerine tahsis edildiği anlaşılan ve Kürşad’ın tam karşısında ancak ona oldukça yakın bir yerde yerlerini aldılar.

 

Kürşad’ın gelen atalarını saygı ile selamlaması dikkatimden kaçmamıştı.

 

Yeleleri kabarmış, saldırıya hazır aslan gibi heybetli durmalarına rağmen başları öne eğik ve yüzlerindeki öfke ise fark edilmeyecek gibi değildi.

 

Belli ki çok üzücü bir şeyler yaşanmış, belli ki bu durum her üçünde de başların öne eğecek kadar utanmalarına sebep olmuş.

 

Ne olmuş olabileceğini ve neden burada toplanıyor olabileceklerini kavrıyor gibiydim. Zira ben de bir şeyler yapamamanın ezikliği içinde yorgunluktan sızıp kaldığımda sanıyorum aynı konuyu düşünüyordum.

 

Ben ne olduğunu anlama çabası içinde iken gelip Kürşad ile Kayı han ve Tokuz hanın aralarındaki yerini alanlar Oğuz Kağan ve arkasında yer alan yardımcısı idi.

 

Oğuz Kağanın yerine oturması ve onun işareti ile Kürşad, Kayı han ve Tokuz handa yerlerine oturdular. Ancak her dördünün de başları öne eğikti.

 

Oğuz Kağan’ın bir işareti ile yardımcısı bir adım öne çıkarak söze başladı;

“Bugün üzerinde durulacak ve karara bağlanacak olan konu, Doğu Türkistan’da yerleşik Uygur canlarımız ve maruz kaldıkları Çin vahşeti…”

Dedi ve tekrar yerine çekildi.

 

Oğuz Kağan’ın acı çektiği anlaşılan ses tonu sessizliği bozdu:

“Bre Kayı han, bre Tokuz han, bre Kürşad !

Bu durum nicedir !

Bu nice haldir !

Uygur’a yapılan bu saldırı tüm buduna yapılmış demek değil midir ?!

(Kayı han ile Tokuz hana dönerek)Ergenekon’dan çıkıp budunu tekrar yaşatmasını bildiniz.

(Kürşad’a dönerek) esaret altında bile saraylarını basıp hürriyet ateşini yakmasını bildiniz !

Söyleyin bakalım ne yapalım, nice edelim !”

 

Soru ve alınmak istenen cevap net olmasına netti ancak cevap öyle kolay değildi. Bu nedenle de gerek Kayı han ile Tokuz hanın ve gerekse Kürşad’ın eğik olan başları biraz daha eğilmeye başladı, verilecek cevapları henüz yoktu ya da onlar şimdilik susmayı tercih etmişlerdi.

 

Ortamın sessizliğe bürünme halinin devam etmesi, büsbütün sinirlendirmişti Oğuz Kağan’ı. Ancak oturumun başkanı olarak bir şeyler yapması gerekiyordu ve yaptı da. Yardımcısına yönelik yaptığı el hareketi sonrasında yardımcısının içeriye bir davet yaptığı anlaşıldı.

İhtiyaç duyulabilir düşüncesiyle önceden davet edildiği anlaşılan kişi yüksek ülküler uğruna Türk’e bir çıkış yolu olarak Anadolu kapılarını açan Alparslan’dan başkası değildi.

 

Alparslan hemen Kürşad’ın solunda kendisi için ayrılmış olan yere geçmeden önce heyeti saygı ile selamladı ve yerine geçti.

 

Oğuz Kağan görüşülecek olan konuyu kısaca Alparslan’a da özetledi ancak Alparslan’da başı önde bir halde sessizliğini bozamadı.

 

Oğuz Kağan’ın yardımcısına yaptığı el hareketi ile başka bir davetlinin içeriye geleceği anlaşılıyordu.

 

Bu defa gelen Gazi Mustafa Kemal’di.

 

Gazi, heyeti saygı içinde selamladıktan sonra Alparslan ve Tokuz han arasında kendisi için ayrılan yerde yerini aldı.

 

Oğuz Kağan Gazi’ye dönerek;

“Uygur Türklerine yapılanlar ortada. Ne yapalım, nice edelim oğul, sen ne düşünürsün !”

 

Gazi, çakmak çakmak gözleri ile büyük kararlılık içinde konuşmaya başladı;

“Yapılanlar insanlık dışıdır ve sadece Uygur Türklerine değil tüm Türklüğe yapılmış demektir. Bu nedenle detay görüşmelere başlamadan önce izin verirseniz günün Türk Devlet Yöneticileri de huzura gelsin kağanım!”

 

Oğuz Kağan, öneriyi sahiplenen bir tarz içinde yardımcısına gerekli mesajı iletti. Kısa bir süre sonra bir grubun huzura çıkmak için bekletildiğini anlamıştım ki yardımcının bir hareketi bunu teyit etmeye yetmişti; Bir grup, heyet huzuruna çıkmıştı bile. Grup üyeleri günümüzdeki Türk Devlet Başkanlarından oluşuyordu;

Türkmenistan Devlet Başkanı Gurbangulu Berdimuhammedov.

Kırgızistan Devlet Başkanı Kurmanbek Bakiyev.

Kazakistan Devlet Başkanı Nursultan Nazarbayev.

Azerbaycan Devlet Başkanı İlham Aliyev.

Tacikistan Devlet Başkanı İmamali Rahman.

Özbekistan Devlet Başkanı İslam Kerimov.

Türkiye Devlet Başkanı Abdullah Gül.

 

Oğuz Kağan, Gaziye dönerek yaptığı işaret ile konuşmaya devam etmesini istedi.

Gazi, konuşmasına kaldığı yerden devam etti;

“Yapılanlar insanlık dışıdır ve sadece Uygur Türklerine değil tüm Türklüğe yapılmış demektir. Önlem alınmaması halinde Kırım’da, Karabağ, Kerkük ve yaklaşık 60 yıldan günümüze kadar şiddetlenerek devam etmekte olan Uygur Türk’üne yapılanlar, korkarım ki başka Türk coğrafyalarında da devam edecektir. Bu durum devam edilemez ve devam etmemeli. Günümüz dünyasındaki mevcut gelişmeler Türk Birliği Projesinin artık hayata geçirilmesini gerektiriyor. Zira Börü Budun(*) bakış ve anlayışı bunu gerektirir!”

 

(*): Börü Budun : Börü Budun, Göktürk hakanı Vezir Bilge Tonyukuk tarafından, İlteriş yani Kutluk Kağanın emriyle tahmini olarak 680 de kurulan ilk gizli Türk Devlet Teşkilatıdır. Üyeleri Gök Börü (Mavi Kurt) olarak adlandırılır.İslamiyet öncesi dönemde, hakanların ve şamanların kurmuş olduğu bu örgütün faaliyetlerine Çin ve komşu ülkelerde çeşitli ajanlık ve örgütlenmeler ile başladığı ifade edilir. Selçuklu ve Osmanlıda da varlığını sürdürdüğü sanılan bu örgütün bu gün bile var olduğuna dair söylentiler vardır.

 

Oğuz Kağan, Gazinin konuştuklarından aldığı güçle Türk Devlet yöneticilerine dönerek;

“Gazi doğru söyler. Siz birlik olmadığınız sürece, Türk Milleti, küffar karşısında daha çok zor günlere katlanmak zorunda kalacak. Neden birlik olmuyorsunuz, buna engel olan nedir ?”

 

Türkmenistan Devlet Başkanı Gurbangulu Berdimuhammedov bir adım öne çıkarak konuşmasına başladı;

“Ulu Kağanım; Türkiye dışında diğer devletlerimiz adına konuşmak üzere ben seçildim. İzniniz olursa cevap vermek isterim. Bildiğiniz üzere bizler bağımsızlıklarımızı yeni kazandık ve bu süre içinde de yapılması gerekli ne var ise yapmaya çalıştık ve buna da devam etmekteyiz. Güçlü bir orduya sahip olamayışımızın ceremesini yıllarca Rusya zulmüne maruz kalarak ödedik. Bu nedenle önceliğimizi güçlü bir ordu oluşturmaya verdik. Enerji kaynaklarımız diğer dünya devletlerini kıskandıracak zenginlikte ve bununda farkındayız. Ancak Osmanlı devamı olan kardeş Türkiye den gerekli desteği alamadığımız kanısındayız. Rusya’nın parçalanması sonrasında beklediğimiz desteği göremez olduk. Buna rağmen ayaklarımız üstünde durmaya çalıştık ve başka alternatifler oluşturmasını bildik ancak bunların yeterli olduğunu söylememiz de mümkün değil.”

 

Gurbangulu Berdimuhammedov’un verdiği arayı fırsat bilen Oğuz Kağan, Abdullah Gül’e dönerek;

“Türk Devlet geleneğinin sürekli devamısınız. Güçlü bir ordunuz ve ciddi bir devlet tecrübesi olan birikimi var devletinizin. Yapılan eleştirilere ne diyeceksiniz ve Türk Birliği Projesi için sizler neler yapıyorsunuz.”

 

Gül, durumunun ne denli zor olduğunun farkında olarak isteksiz bir şekilde cevap vermeye başladı;

“Ulu Kağanım; Türkiye olarak diğer kardeş devletlerimize yardımcı olmaya çalışıyor bu uğurda yapılması gerekli ne var ise yapmaya çaba gösteriyoruz. Ancak devlet başkanlığı makamına oturalı henüz 2 yıl oldu. Bu süre yapmak istediklerimiz için yeterli olmadı.”

 

Oğuz Kağan;

“Bre, ne zamandan beri devlete hizmet kişiye ve zamana bağlı kalır oldu !”

diyerek Gül’ün sözünü kesti ve

“Börü Budun kurmayları gelsin huzura !”

emrini verdi yardımcısına.

 

Oğuz Kağan’ın huzuruna hemen sağ yanı başındaki bir bölmeden içeri girenler, hepsi birer Gök Börü olan Bilge Tonyukuk, Kutluk Kağan, Osman bey, Şeyh Edebalı’dan başkası değildi.

 

Tüm konuşulanları dinlemiş olabileceği her halinden belli olan Bilge Tonyukuk Oğuz Kağan’dan aldığı izinle;

“Devletlum, izin verin bu eksiğimizi giderelim !”

Dedi ve Bilge Tonyukuk hariç diğer Gök Börüler  belirttikleri eksiklik her ne ise telafi etmek üzere huzurdan ayrıldılar.

 

Oğuz Kağan, bu yaşananlardan sonra Gül ve diğer Devlet Başkanlarına dönerek;

“ Türk Töresini; Disiplin, adalet, ahlak ve millete hizmet esası üzerine inşa ettik ve bu temel üzerine de devletlerimizi kurduk ya da kurulmasını sağladık. Güçlü ordusu olmayan ve Türk Töresinden uzaklaşan boylarımızın akıbetleri ortada; Ya yıllarca esaret altında kaldılar ya da Uygur canlarımıza yapıldığı gibi soykırıma maruz bırakıldılar!

Bu durumda kalındığı sürece coğrafyanızı başkaları çizer ve siz buna ya uşaklık eder ya da seyirci kalırsınız!

Bu şekilde devam edildiği sürece kaçınılmaz son, üzgünüm ancak tüm  Türk Milleti açısından da iyi olmayacak. Bu duruma düşmemek için aklınızı başınıza alın ve gerekeni yapın, size bırakılan Kutlu Mirasa layık olun !”

 

Oğuz Kağan’ın verdiği kısa aradan yararlanmak isteyen Gazi Mustafa Kemal, bir vücut hamlesi ile söz alma isteğini Oğuz Kağan’a iletmek istedi ve Oğuz Kağan’ın mesajı alıp kendisine söz hakkı vermesi üzerine de konuşmaya başladı.

“Ulu Kağanım ve değerli yöneticiler; Türk insanı aciz ve acziyet içinde olamaz! Tarih bize göstermiştir ki karşı karşıya kalınan tehlike ve boyutu ne olursa olsun millet bu felaketten sıyrılmasını ve hatta küllerinden tekrar oluşmasını ve ayağa kalkmasını bilmiştir. Kabul ediyorum; emperyalist güçler gününüzde, hiç olmadığı kadar güçlenmiş ve teknolojinin her boyutunda tahmin dahi edilemeyecek başarılara imza atmışlardır. Ancak bu durum aynı zamanda şunun da ifadesi değil midir; isteyen, inanan ve çalışan kazanıyor!

O halde biz de isteyelim, inanalım ve çalışalım. Tüm bunları yapabilmek için başka hiçbir dünya devletine nasip olmayan bir avantaja sahipsiniz. Bakınız toplam yedi ayrı devletimiz var ve sahip oldukları enerji kaynakları tüm devletlerin iştahını kabartıyor. Buna ek olarak sahip olduğunuz çok daha zengin bir kaynak var ki her isteyen buna sahipte olamıyor. Bu müthiş zenginlik ise genç nüfus!

Doğru politikalarla bu gençliğe sahip çıkın, eğitin ve tavında dövülüp her şekle girebile demir gibi şekillendirin onları!

Az önce eksikleri telafi etmek isteyen Gök Börü’ler de üzerlerine düşeni yapacak ve sizleri yalnız bırakmayacaklar!

Tanrı, yardımcınız olsun ve Türklüğünün farkında olanları korusun !

 

Abdullah Gül’ün, yapılan eleştirilerden duyduğu rahatsızlık her hali ile belli oluyor ve konuşma isteğini gizleyemiyordu. Bu arada Dünya Uygur Kurultayı Başkanı Rabiya Kadir içeri davet edişmiş, Oğuz Kağan’ın yanında yerini almıştı. Hem bu durumun oluşturduğu sessizlik hem de Gazinin nokta koyduğu anlaşılan konuşmasını fırsat bilerek heyecan içinde konuşmaya başladı;

“Ulu Kağanım, Türkiye Cumhuriyeti Devletinin tüm bu yaşananlara ilgisiz kaldığı söylenemez. Konjonktörü takip ediyor ve buna göre de Uluslar arası alanda en akılcı politikaları uygulamaya çalışıyoruz. Bu konuda hükümette son derece başarılı çalışmalar sergiliyor. Yakın bir gelecekte de meyvelerini topluyor olacağız.”

 

Gül konuşurken sinir içinde yerinde duramadığı her halinden belli olan Alparslan, konuşmanın tam ortasında Gül’e müdahale etti ve konuşmaya başladı;

 

“Bre siz neler söylüyorsunuz !

Bizler terki diyar eyledik amma sizlerin ne yaptıklarınızı izlemediğimizi mi sanıyorsunuz !

Biz Anadolu’nun kapılarını milletimize boşuna mı açtık.

Bizim batıya yönelişimizi Anadolu’nun kapılarını millete açışımızı ve sonrasında yeniden bir cihan devleti kurmamızın tesadüf eseri olduğunu mu sanırsınız !

 

 (Bilge Tonyukuk’a dönerek) Tonyukuk atam teşkilatta zafiyet mi var? Bunlar Türk Devlet Yöneticilerinin izlemesi gerekli politika ve stratejileri bilmiyorlar mı?

 

(Sonra tekrar Gül’e dönerek)Evet terki diyar eyledik ama gözümüz üstünüzde!

Ne yaptığınızı ve nelerin yapılmakta olduğunu çok iyi izliyor ve biliyoruz. Sözde okuma hakkının elinden alındığını düşündüğünüz eşiniz için devletinizi Avrupa’ya şikayet edip dava açtınız!

Sözüm ona kadın hakkı diye aylarca başörtü değil, türbanı konuşup memleketin enerjisini tükettiniz.

Hükümetiniz ise (Dünya Uygur Kurultayı Başkanı Rabiya Kadir’i işaret ederek) Aslında çoğu erkekten daha erkek Rabiya Sultanı, kadın olduğunu bile bile ülkenize sokmadı, giriş izni vermedi !

Kimin emrini yerine getiriyor ya da kimden çekiniyorsunuz!

Bu mudur kadın hakkını korumak kollamak ?!

 

“Ne Mutlu Türküm Diyene” sözünü reddeden hükümet başkanınız ve hükümetiniz, yerine yenilerini koymadan satılmadık eser bırakmadı ülkede !

 

Diğer Devlet Yöneticilerimiz Rusya zulmü altına girme nedenlerini, güçlü orduları olmamaya bağladılar.

Siz ne yapıyorsunuz?

Yapılan her iş, atılan her adım ordu ile hesaplaşıldığı hissini veriyor kamuoyuna!

Onayladığınız yasa üzerine attığınız imza daha kurumadan buraya geldiniz.

Bu onayınızın, toplumsal mutabakatı baltaladığını görmüyor musunuz?

Sizin göreviniz dengeleri korumak ve kollamak değil midir?

Bunların hepsini izliyoruz!

Son olarak,birde duyduk ki Ruhban Okulu açılmasına izin verilecek düzenlemeler yapılıyormuş, Sakın ha !..””

 

Alparslan gibi konuşmak isteyen birileri daha vardı; Kayı han ve Tokuz han. Onlar da heyecan içinde dinledikleri ve onayladıkları belli olan konuşmanın bitmesini bekliyorlardı. Ancak Oğuz Kağan onlardan önce davranmış ve söze başlamıştı;

“Bre şimdi birlik zamanıdır.

 Ancak bu meseleleri konuşup çözmeden birliğinde mümkün olamayacağı görülüyor. (Bilge Tonyukuk’a dönerek) Gök Börüler gerekeni yapsınlar Tonyukuk!

Biz de bu arada bu görüşmeyi Türkiye özelinde yapıyor olmaya devam edelim. Ancak gündemimiz Doğu Türkistan’da olup bitenlerdi.

Bunu da karara bağlamalıyız !”

 

Kırk can yoldaşı ile birlikte bu anı bekleyen Kürşad atına binmiş ve yapılacak muhtemel bir müdahale öncesinde Akıncı beyi olmayı çoktan aklına koymuştu.

Şaha kalkmış atı üzerinde;

“Duanı eksik etme Ulu Kağanım, Uygur Türkleri yardım bekler. Daha fazla beklemeye mecalimiz kalmadı, Budun aşkına yol ver !”

 

Bu tablo muazzamdı!

İnsanın kanını donduracak bir tablo idi bu gördüklerim!

 

Kısa süren sessizliğin ardından Kürşad’ın kırk can yoldaşları arasında onları sarılarak kucaklayan ve onlara bir şeyler vermeye çalışan iki kişi dikkat çekmişti. Çok hızlı gelişen bu olayların hepsi dikkatimi çekiyor ne olduğunu anlamaya çalışıyordum. Hatta Kürşad’ın arkasına takılıp Uygur kardeşlerimize yardım etme duygum karşı koyulmaz bir hal almaya başlamıştı. Bu heyecan içinde o iki kişinin ne yapmaya ve kimler olduklarını anlamak için onlara doğru yöneldim.

Gördüklerim şaşırtmamıştı beni.

O iki kişi onların ta kendisiydi!

Canilerin mayınlı saldırısı sonucu şehit olan yarbay ile tertiplere dayanamayıp hakkın rahmetine kavuşan albaydı onlar!

 

Albay Abdülkerim Kırca ve Yarbay Alim Yılmaz!

 

Olup biteni daha iyi anlamak için iyice yaklaştım. TSK tarafından hazırlandığı anlaşılan silah ve mühimmatları savaşçılara dağıtıyor ve nasıl kullanılacaklarını anlatıyorlardı!

 

Bu tablo inanılmazdı!

Vatan uğruna canlarını veren bu yiğitler daha fazlasını daha fazlasını vermeye çalışıyorlardı soydaşları için!

 

Her şey çok hızlı gelişiyordu.

Bu defa Kayı han ve Tokuz hanın atları üstünde;

“Budun için yeni Ergenekonlar, yeni Ergenekonlar için de yine Börteçine gerek, Ulu Kağanım !

Bize de yol ver, Kürşad’ı yalnız komayalım !”

 

İnanılır gibi değildi gördüklerim !

 

Artık hıçkıra hıçkıra ağlıyor, bu yiğitlere dâhil olmak istiyordum.

 

Oğuz Kağan, Bilge Tonyukuk, Alparslan ve Gazi Mustafa Kemal dördü de mağrurluklarından taviz vermiyor ama gözlerinden sicim gibi gözyaşları süzülüyordu.

 

Bu arada biraz uzağımda duran Gazinin;

 “…İşte benim milletim, işte Asil Türk evlatları, tanrı yardımcınız olsun!”

Şeklindeki belli belirsiz yakarışını duyabilmiştim.

 

Oğuz Kağan’ın Kürşad, Kayı han, Tokuz Han, Albay Abdülkerim Kırca ve Yarbay Alim Yılmaz’ın  hareketlerinden etkilendiği her halinden anlaşılıyordu!

 

Belli ki böylesi bir millete ATA olmanın keyfini de yaşıyordu!

 

Bu heyecan içinde arkalarından bakmaya devam ettiği yiğitler için;

“Tanrı yardımcınız olsun evlatlarım, Tanrı yardımcınız olsun!

(Sonra yarımcısına dönerek) toplantıyı sonlandırabiliriz ancak Türkiye özelinde yapacağımız yeni çalışmalar olacak. Bunlarla kaldığımız yerden devam edeceğiz. Bugün yaptığımız görüşme ve olup bitenlerden şu sonucu çıkarabiliriz;

Türk’e, tertipleri değil Ergenekon’un kendisi gerek !”

 

_________________________________

 

Uyandığımda eşimle göz göze gelmiş ve onun müdahalesi ile uyandığımı anlamıştım.

Eşimin;

“Kürşad, Kayı han, Tokuz Han, Albay Abdülkerim Kırca ve Yarbay Alim Yılmaz’a başarılı olmaları için şükür namazı kılalım ve dualar edelim. Tanrı yardımcıları olsun!”

Sözleri sonrasında birbirimize sarılarak hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladık. Gördüklerim rüya olarak adlandırılır ancak gerçekti bu yaşadıklarım.

 

Uygur canlarımız için yapabileceğim şimdilik bundan ibaretti ancak Oğuz Kağan atamın buyurduğu şeyi yapmak, her Türk’ün istisnasız görevi olmalı; işte bunun için de canla başla çalışmaya söz verdim kendime ve milletime.

 

Evet

Türk’e, tertipleri değil Ergenekon’un kendisi gerek !”

 

Arşiv

Tarih: 05.08.2009 Okunma: 799

YORUMLAR

Yorumunuzu ekleyin.

İsim: *

E-posta Adresiniz: *

* (E-posta adresiniz paylaşılmayacaktır.)

Yorum: *

Güvenlik Sorusu:
Türkiye'nin başkenti neresidir?