Önceki gün, dün
ve bugün, resim hep aynı !
Katledilenler; Müslümanlar ve batının Müslüman ile
özdeş tuttuğu hatta koruyucuları saydığı biz
Türkler !
Bugün Çin’deki
soykırım resminin çizildiği Doğu
Türkistan’da olup bitenlerden ne kadar haberdar oluyoruz ya da
en basitinden ne kadar farkındayız!
Günlük stres,
koşuşturma, olup biteni anlamaya çalışma çabası içinde Uygur canlarımızı düşünüp onlar için
hayıflanırken gerçek mi yoksa rüya mı olduğunu bilmediğim gelişmelere tanık oldum;
aktarıyorum…
________________________________
Daha önce hiç
görmediğim halde bulunduğum yerin, Doğu
Türkistan’a ait bir bozkır olabileceği hissine kapıldım;
İklimi, insana huzur veren anlatılmaz atmosferi buranın ata yurdundan başka bir yer olamayacağını
gösteriyordu!
Bozkır ortasında
bulunduğum üstü açık yer, olabildiğince geniş bir toplantı yerini andırıyordu.
Bulunduğum yer bir bakıma toplantı mekânının yönetildiği noktaya da
benziyordu.
Olup biteni
anlamaya çalışırken tozu dumana katmış ve arkasında bir toz bulutu ile birlikte
süratle gelen bir atlı grubu dikkatim çekti. Destanından okuduğum bilgiler ve
hakkında yapılan tanımlamalar gelenin Kürşad
ve kırk can yoldaşından
başkası olamayacağını gösteriyordu.
Çin’in, Doğu Göktürk Devletini olmadık
entrikalar ile yıkmayı başarıp esir aldığı Türkler içinde büyüyüp gelişen ve
intikam alacağı günün heyecanı ile yanıp tutuşan, kırk can yoldaşı ile birlikte
Çin İmparatorluk sarayını basarak Türkler
içinde hürriyet ateşini yakan yiğitten başkası olamazdı, bu gelen Kürşad’dı!
Evet, gelenler Kürşad ve kırk can yoldaşı idi!
Belli bir
mesafeden sonra sadece Kürşad
ilerledi ve bulunduğum hâkim yere yakın ve kendisine ayrıldığı anlaşılan bir
yerde durdu, ancak oturmadı.
Ne olup
bittiğini anlama şaşkınlığı içinde iken heybetle gelmekte olan iki atlıyı fark
ettim ve merak içinde gelmelerini bekledim.
Gelenler,
düşmanın kalleş saldırıları sonrasında zor durumda kalan Türklere Ergenekon’u yurt edinmeyi
başaran Kayı han ile Tokuz handan başkası değildi. Onlar da
kendilerine tahsis edildiği anlaşılan ve Kürşad’ın
tam karşısında ancak ona oldukça yakın bir yerde yerlerini aldılar.
Kürşad’ın gelen atalarını saygı ile selamlaması
dikkatimden kaçmamıştı.
Yeleleri
kabarmış, saldırıya hazır aslan gibi heybetli durmalarına rağmen başları öne
eğik ve yüzlerindeki öfke ise fark edilmeyecek gibi değildi.
Belli ki çok üzücü
bir şeyler yaşanmış, belli ki bu durum her üçünde de başların öne eğecek kadar
utanmalarına sebep olmuş.
Ne olmuş
olabileceğini ve neden burada toplanıyor olabileceklerini kavrıyor gibiydim.
Zira ben de bir şeyler yapamamanın ezikliği içinde yorgunluktan sızıp
kaldığımda sanıyorum aynı konuyu düşünüyordum.
Ben ne olduğunu
anlama çabası içinde iken gelip Kürşad
ile Kayı han ve Tokuz hanın aralarındaki yerini
alanlar Oğuz Kağan ve
arkasında yer alan yardımcısı idi.
Oğuz
Kağanın yerine
oturması ve onun işareti ile Kürşad,
Kayı han ve Tokuz handa yerlerine oturdular.
Ancak her dördünün de başları öne eğikti.
Oğuz
Kağan’ın bir
işareti ile yardımcısı bir adım öne çıkarak söze başladı;
“Bugün
üzerinde durulacak ve karara bağlanacak olan konu, Doğu Türkistan’da yerleşik
Uygur canlarımız ve maruz kaldıkları Çin vahşeti…”
Dedi ve tekrar
yerine çekildi.
Oğuz
Kağan’ın acı
çektiği anlaşılan ses tonu sessizliği bozdu:
“Bre Kayı
han, bre Tokuz han, bre Kürşad !
Bu durum
nicedir !
Bu nice
haldir !
Uygur’a
yapılan bu saldırı tüm buduna yapılmış demek değil midir ?!
(Kayı han ile
Tokuz hana dönerek)Ergenekon’dan çıkıp
budunu tekrar yaşatmasını bildiniz.
(Kürşad’a
dönerek) esaret altında bile saraylarını
basıp hürriyet ateşini yakmasını bildiniz !
Söyleyin
bakalım ne yapalım, nice edelim !”
Soru ve alınmak
istenen cevap net olmasına netti ancak cevap öyle kolay değildi. Bu nedenle de
gerek Kayı han ile Tokuz hanın ve gerekse Kürşad’ın eğik olan başları biraz
daha eğilmeye başladı, verilecek cevapları henüz yoktu ya da onlar şimdilik
susmayı tercih etmişlerdi.
Ortamın
sessizliğe bürünme halinin devam etmesi, büsbütün sinirlendirmişti Oğuz Kağan’ı. Ancak oturumun başkanı
olarak bir şeyler yapması gerekiyordu ve yaptı da. Yardımcısına yönelik yaptığı
el hareketi sonrasında yardımcısının içeriye bir davet yaptığı anlaşıldı.
İhtiyaç
duyulabilir düşüncesiyle önceden davet edildiği anlaşılan kişi yüksek ülküler uğruna Türk’e bir çıkış yolu olarak Anadolu
kapılarını açan Alparslan’dan
başkası değildi.
Alparslan hemen Kürşad’ın solunda kendisi için ayrılmış olan yere
geçmeden önce heyeti saygı ile selamladı ve yerine geçti.
Oğuz
Kağan görüşülecek
olan konuyu kısaca Alparslan’a
da özetledi ancak Alparslan’da
başı önde bir halde sessizliğini bozamadı.
Oğuz
Kağan’ın
yardımcısına yaptığı el hareketi ile başka bir davetlinin içeriye geleceği
anlaşılıyordu.
Bu defa gelen Gazi Mustafa Kemal’di.
Gazi, heyeti saygı içinde selamladıktan sonra Alparslan ve Tokuz han arasında kendisi için
ayrılan yerde yerini aldı.
Oğuz
Kağan Gazi’ye dönerek;
“Uygur
Türklerine yapılanlar ortada. Ne yapalım, nice edelim oğul, sen ne düşünürsün
!”
Gazi, çakmak çakmak gözleri ile büyük
kararlılık içinde konuşmaya başladı;
“Yapılanlar
insanlık dışıdır ve sadece Uygur Türklerine değil tüm Türklüğe yapılmış
demektir. Bu nedenle detay görüşmelere başlamadan önce izin verirseniz günün
Türk Devlet Yöneticileri de huzura gelsin kağanım!”
Oğuz
Kağan, öneriyi
sahiplenen bir tarz içinde yardımcısına gerekli mesajı iletti. Kısa bir süre
sonra bir grubun huzura çıkmak için bekletildiğini anlamıştım ki yardımcının
bir hareketi bunu teyit etmeye yetmişti; Bir grup, heyet huzuruna çıkmıştı bile.
Grup üyeleri günümüzdeki Türk Devlet Başkanlarından oluşuyordu;
Türkmenistan Devlet Başkanı Gurbangulu Berdimuhammedov.
Kırgızistan Devlet Başkanı Kurmanbek Bakiyev.
Kazakistan
Devlet Başkanı Nursultan Nazarbayev.
Azerbaycan Devlet Başkanı İlham Aliyev.
Tacikistan Devlet Başkanı İmamali Rahman.
Özbekistan Devlet Başkanı İslam Kerimov.
Türkiye Devlet Başkanı Abdullah Gül.
Oğuz Kağan, Gaziye
dönerek yaptığı işaret ile konuşmaya devam etmesini istedi.
Gazi, konuşmasına kaldığı yerden devam etti;
“Yapılanlar
insanlık dışıdır ve sadece Uygur Türklerine değil tüm Türklüğe yapılmış
demektir. Önlem alınmaması halinde Kırım’da, Karabağ, Kerkük ve yaklaşık 60
yıldan günümüze kadar şiddetlenerek devam etmekte olan Uygur Türk’üne
yapılanlar, korkarım ki başka Türk coğrafyalarında da devam edecektir. Bu durum
devam edilemez ve devam etmemeli. Günümüz dünyasındaki mevcut gelişmeler Türk
Birliği Projesinin artık hayata geçirilmesini gerektiriyor. Zira Börü Budun(*)
bakış ve anlayışı bunu gerektirir!”
(*): Börü Budun : Börü Budun, Göktürk hakanı Vezir Bilge Tonyukuk
tarafından, İlteriş yani Kutluk Kağanın emriyle tahmini olarak 680 de kurulan
ilk gizli Türk Devlet Teşkilatıdır. Üyeleri Gök Börü (Mavi Kurt) olarak
adlandırılır.İslamiyet öncesi dönemde, hakanların ve şamanların kurmuş olduğu
bu örgütün faaliyetlerine Çin ve komşu ülkelerde çeşitli ajanlık ve
örgütlenmeler ile başladığı ifade edilir. Selçuklu ve Osmanlıda da varlığını
sürdürdüğü sanılan bu örgütün bu gün bile var olduğuna dair söylentiler vardır.
Oğuz Kağan, Gazinin
konuştuklarından aldığı güçle Türk
Devlet yöneticilerine dönerek;
“Gazi
doğru söyler. Siz birlik olmadığınız sürece, Türk Milleti, küffar karşısında
daha çok zor günlere katlanmak zorunda kalacak. Neden birlik olmuyorsunuz, buna
engel olan nedir ?”
Türkmenistan Devlet Başkanı Gurbangulu Berdimuhammedov bir adım öne çıkarak konuşmasına başladı;
“Ulu
Kağanım; Türkiye dışında diğer devletlerimiz adına konuşmak üzere ben seçildim.
İzniniz olursa cevap vermek isterim. Bildiğiniz üzere bizler
bağımsızlıklarımızı yeni kazandık ve bu süre içinde de yapılması gerekli ne var
ise yapmaya çalıştık ve buna da devam etmekteyiz. Güçlü bir orduya sahip
olamayışımızın ceremesini yıllarca Rusya zulmüne maruz kalarak ödedik. Bu
nedenle önceliğimizi güçlü bir ordu oluşturmaya verdik. Enerji kaynaklarımız
diğer dünya devletlerini kıskandıracak zenginlikte ve bununda farkındayız.
Ancak Osmanlı devamı olan kardeş Türkiye den gerekli desteği alamadığımız
kanısındayız. Rusya’nın parçalanması sonrasında beklediğimiz desteği göremez
olduk. Buna rağmen ayaklarımız üstünde durmaya çalıştık ve başka alternatifler
oluşturmasını bildik ancak bunların yeterli olduğunu söylememiz de mümkün
değil.”
Gurbangulu
Berdimuhammedov’un verdiği
arayı fırsat bilen Oğuz Kağan,
Abdullah Gül’e dönerek;
“Türk
Devlet geleneğinin sürekli devamısınız. Güçlü bir ordunuz ve ciddi bir devlet
tecrübesi olan birikimi var devletinizin. Yapılan eleştirilere ne diyeceksiniz
ve Türk Birliği Projesi için sizler neler yapıyorsunuz.”
Gül, durumunun ne denli zor olduğunun farkında olarak
isteksiz bir şekilde cevap vermeye başladı;
“Ulu
Kağanım; Türkiye olarak diğer kardeş devletlerimize yardımcı olmaya çalışıyor
bu uğurda yapılması gerekli ne var ise yapmaya çaba gösteriyoruz. Ancak devlet
başkanlığı makamına oturalı henüz 2 yıl oldu. Bu süre yapmak istediklerimiz
için yeterli olmadı.”
Oğuz Kağan;
“Bre, ne zamandan beri devlete hizmet kişiye ve zamana bağlı
kalır oldu !”
diyerek Gül’ün sözünü kesti ve
“Börü Budun kurmayları gelsin huzura !”
emrini verdi yardımcısına.
Oğuz Kağan’ın huzuruna hemen sağ yanı başındaki bir bölmeden içeri
girenler, hepsi birer Gök Börü
olan Bilge Tonyukuk, Kutluk Kağan, Osman bey, Şeyh Edebalı’dan başkası değildi.
Tüm konuşulanları dinlemiş
olabileceği her halinden belli olan Bilge
Tonyukuk Oğuz Kağan’dan aldığı izinle;
“Devletlum, izin verin bu eksiğimizi giderelim !”
Dedi ve Bilge Tonyukuk hariç diğer Gök Börüler belirttikleri
eksiklik her ne ise telafi etmek üzere huzurdan ayrıldılar.
Oğuz Kağan, bu yaşananlardan sonra Gül ve diğer Devlet Başkanlarına
dönerek;
“ Türk
Töresini; Disiplin, adalet, ahlak ve millete hizmet esası üzerine inşa ettik ve
bu temel üzerine de devletlerimizi kurduk ya da kurulmasını sağladık.
Güçlü ordusu olmayan ve Türk Töresinden uzaklaşan boylarımızın akıbetleri
ortada; Ya yıllarca esaret altında kaldılar ya da Uygur canlarımıza yapıldığı
gibi soykırıma maruz bırakıldılar!
Bu durumda
kalındığı sürece coğrafyanızı başkaları çizer ve siz buna ya uşaklık eder ya da
seyirci kalırsınız!
Bu
şekilde devam edildiği sürece kaçınılmaz son, üzgünüm ancak tüm Türk
Milleti açısından da iyi olmayacak. Bu duruma düşmemek için aklınızı başınıza
alın ve gerekeni yapın, size bırakılan Kutlu Mirasa layık olun !”
Oğuz Kağan’ın verdiği kısa aradan yararlanmak isteyen Gazi Mustafa Kemal, bir vücut hamlesi
ile söz alma isteğini Oğuz Kağan’a
iletmek istedi ve Oğuz Kağan’ın
mesajı alıp kendisine söz hakkı vermesi üzerine de konuşmaya başladı.
“Ulu
Kağanım ve değerli yöneticiler; Türk insanı aciz ve acziyet içinde olamaz! Tarih
bize göstermiştir ki karşı karşıya kalınan tehlike ve boyutu ne olursa olsun
millet bu felaketten sıyrılmasını ve hatta küllerinden tekrar oluşmasını ve
ayağa kalkmasını bilmiştir. Kabul ediyorum; emperyalist güçler gününüzde, hiç
olmadığı kadar güçlenmiş ve teknolojinin her boyutunda tahmin dahi edilemeyecek
başarılara imza atmışlardır. Ancak bu durum aynı zamanda şunun da ifadesi değil
midir; isteyen, inanan ve çalışan kazanıyor!
O halde
biz de isteyelim, inanalım ve çalışalım. Tüm bunları yapabilmek için başka
hiçbir dünya devletine nasip olmayan bir avantaja sahipsiniz. Bakınız toplam
yedi ayrı devletimiz var ve sahip oldukları enerji kaynakları tüm devletlerin
iştahını kabartıyor. Buna ek olarak sahip olduğunuz çok daha zengin bir kaynak
var ki her isteyen buna sahipte olamıyor. Bu müthiş zenginlik ise genç nüfus!
Doğru
politikalarla bu gençliğe sahip çıkın, eğitin ve tavında dövülüp her şekle
girebile demir gibi şekillendirin onları!
Az önce
eksikleri telafi etmek isteyen Gök Börü’ler de üzerlerine düşeni yapacak ve
sizleri yalnız bırakmayacaklar!
Tanrı,
yardımcınız olsun ve Türklüğünün farkında olanları korusun !
Abdullah Gül’ün, yapılan eleştirilerden duyduğu rahatsızlık her
hali ile belli oluyor ve konuşma isteğini gizleyemiyordu. Bu arada Dünya Uygur
Kurultayı Başkanı Rabiya Kadir içeri davet edişmiş, Oğuz Kağan’ın yanında
yerini almıştı. Hem bu durumun oluşturduğu sessizlik hem de Gazinin nokta
koyduğu anlaşılan konuşmasını fırsat bilerek heyecan içinde konuşmaya başladı;
“Ulu
Kağanım, Türkiye Cumhuriyeti Devletinin tüm bu yaşananlara ilgisiz kaldığı
söylenemez. Konjonktörü takip ediyor ve buna göre de Uluslar arası alanda en
akılcı politikaları uygulamaya çalışıyoruz. Bu konuda hükümette son derece
başarılı çalışmalar sergiliyor. Yakın bir gelecekte de meyvelerini topluyor
olacağız.”
Gül konuşurken sinir içinde yerinde duramadığı her
halinden belli olan Alparslan,
konuşmanın tam ortasında Gül’e müdahale etti ve konuşmaya başladı;
“Bre siz
neler söylüyorsunuz !
Bizler
terki diyar eyledik amma sizlerin ne yaptıklarınızı izlemediğimizi mi
sanıyorsunuz !
Biz
Anadolu’nun kapılarını milletimize boşuna mı açtık.
Bizim
batıya yönelişimizi Anadolu’nun kapılarını millete açışımızı ve sonrasında
yeniden bir cihan devleti kurmamızın tesadüf eseri olduğunu mu sanırsınız !
(Bilge Tonyukuk’a dönerek) Tonyukuk atam teşkilatta zafiyet mi var? Bunlar Türk Devlet
Yöneticilerinin izlemesi gerekli politika ve stratejileri bilmiyorlar mı?
(Sonra tekrar Gül’e dönerek)Evet terki diyar eyledik ama gözümüz üstünüzde!
Ne
yaptığınızı ve nelerin yapılmakta olduğunu çok iyi izliyor ve biliyoruz. Sözde
okuma hakkının elinden alındığını düşündüğünüz eşiniz için devletinizi
Avrupa’ya şikayet edip dava açtınız!
Sözüm ona
kadın hakkı diye aylarca başörtü değil, türbanı konuşup memleketin
enerjisini tükettiniz.
Hükümetiniz
ise (Dünya Uygur Kurultayı
Başkanı Rabiya Kadir’i işaret ederek) Aslında çoğu erkekten daha erkek Rabiya Sultanı, kadın olduğunu bile bile
ülkenize sokmadı, giriş izni vermedi !
Kimin
emrini yerine getiriyor ya da kimden çekiniyorsunuz!
Bu mudur
kadın hakkını korumak kollamak ?!
“Ne Mutlu
Türküm Diyene” sözünü reddeden hükümet başkanınız ve hükümetiniz, yerine
yenilerini koymadan satılmadık eser bırakmadı ülkede !
Diğer
Devlet Yöneticilerimiz Rusya zulmü altına girme nedenlerini, güçlü orduları
olmamaya bağladılar.
Siz ne yapıyorsunuz?
Yapılan
her iş, atılan her adım ordu ile hesaplaşıldığı hissini veriyor kamuoyuna!
Onayladığınız
yasa üzerine attığınız imza daha kurumadan buraya geldiniz.
Bu
onayınızın, toplumsal mutabakatı baltaladığını görmüyor musunuz?
Sizin
göreviniz dengeleri korumak ve kollamak değil midir?
Bunların
hepsini izliyoruz!
Son
olarak,birde duyduk ki Ruhban Okulu açılmasına izin verilecek düzenlemeler
yapılıyormuş, Sakın ha !..””
Alparslan gibi konuşmak isteyen birileri daha vardı; Kayı han ve Tokuz han. Onlar
da heyecan içinde dinledikleri ve onayladıkları belli olan konuşmanın bitmesini
bekliyorlardı. Ancak Oğuz Kağan
onlardan önce davranmış ve söze başlamıştı;
“Bre
şimdi birlik zamanıdır.
Ancak
bu meseleleri konuşup çözmeden birliğinde mümkün olamayacağı görülüyor. (Bilge
Tonyukuk’a dönerek) Gök Börüler gerekeni yapsınlar Tonyukuk!
Biz de bu
arada bu görüşmeyi Türkiye özelinde yapıyor olmaya devam edelim. Ancak
gündemimiz Doğu Türkistan’da olup bitenlerdi.
Bunu da
karara bağlamalıyız !”
Kırk can yoldaşı ile
birlikte bu anı bekleyen Kürşad
atına binmiş ve yapılacak muhtemel bir müdahale öncesinde Akıncı beyi olmayı
çoktan aklına koymuştu.
Şaha kalkmış atı üzerinde;
“Duanı
eksik etme Ulu Kağanım, Uygur Türkleri yardım bekler. Daha fazla beklemeye
mecalimiz kalmadı, Budun aşkına yol ver !”
Bu tablo muazzamdı!
İnsanın kanını donduracak
bir tablo idi bu gördüklerim!
Kısa süren sessizliğin
ardından Kürşad’ın kırk can yoldaşları
arasında onları sarılarak kucaklayan ve onlara bir şeyler vermeye çalışan iki
kişi dikkat çekmişti. Çok hızlı gelişen bu olayların hepsi dikkatimi çekiyor ne
olduğunu anlamaya çalışıyordum. Hatta Kürşad’ın
arkasına takılıp Uygur kardeşlerimize yardım etme duygum karşı koyulmaz bir hal
almaya başlamıştı. Bu heyecan içinde o iki kişinin ne yapmaya ve kimler
olduklarını anlamak için onlara doğru yöneldim.
Gördüklerim şaşırtmamıştı
beni.
O iki kişi onların ta kendisiydi!
Canilerin mayınlı saldırısı
sonucu şehit olan yarbay ile tertiplere dayanamayıp hakkın rahmetine kavuşan
albaydı onlar!
Albay Abdülkerim
Kırca ve Yarbay Alim Yılmaz!
Olup biteni daha iyi anlamak
için iyice yaklaştım. TSK tarafından
hazırlandığı anlaşılan silah ve mühimmatları savaşçılara dağıtıyor ve nasıl
kullanılacaklarını anlatıyorlardı!
Bu tablo inanılmazdı!
Vatan uğruna canlarını veren
bu yiğitler daha fazlasını daha fazlasını vermeye çalışıyorlardı soydaşları için!
Her şey çok hızlı
gelişiyordu.
Bu defa Kayı han ve Tokuz hanın atları
üstünde;
“Budun
için yeni Ergenekonlar, yeni Ergenekonlar için de yine Börteçine gerek, Ulu
Kağanım !
Bize de yol ver, Kürşad’ı yalnız komayalım !”
İnanılır gibi değildi
gördüklerim !
Artık hıçkıra hıçkıra
ağlıyor, bu yiğitlere dâhil olmak istiyordum.
Oğuz Kağan, Bilge
Tonyukuk, Alparslan ve Gazi Mustafa Kemal dördü de
mağrurluklarından taviz vermiyor ama gözlerinden sicim gibi gözyaşları
süzülüyordu.
Bu arada biraz uzağımda
duran Gazinin;
“…İşte benim milletim, işte Asil Türk evlatları, tanrı
yardımcınız olsun!”
Şeklindeki belli belirsiz
yakarışını duyabilmiştim.
Oğuz Kağan’ın
Kürşad, Kayı han, Tokuz Han, Albay Abdülkerim Kırca ve Yarbay Alim
Yılmaz’ın hareketlerinden etkilendiği her halinden anlaşılıyordu!
Belli ki böylesi bir millete
ATA olmanın keyfini de yaşıyordu!
Bu heyecan içinde
arkalarından bakmaya devam ettiği yiğitler için;
“Tanrı
yardımcınız olsun evlatlarım, Tanrı yardımcınız olsun!
(Sonra yarımcısına dönerek) toplantıyı sonlandırabiliriz ancak
Türkiye özelinde yapacağımız yeni çalışmalar olacak. Bunlarla kaldığımız yerden
devam edeceğiz. Bugün yaptığımız görüşme ve olup bitenlerden şu sonucu
çıkarabiliriz;
Türk’e, tertipleri değil
Ergenekon’un kendisi gerek !”
_________________________________
Uyandığımda eşimle göz göze
gelmiş ve onun müdahalesi ile uyandığımı anlamıştım.
Eşimin;
“Kürşad,
Kayı han, Tokuz Han, Albay Abdülkerim Kırca ve Yarbay Alim Yılmaz’a başarılı
olmaları için şükür namazı kılalım ve dualar edelim. Tanrı yardımcıları olsun!”
Sözleri sonrasında
birbirimize sarılarak hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladık. Gördüklerim rüya
olarak adlandırılır ancak gerçekti bu yaşadıklarım.
Uygur canlarımız için yapabileceğim şimdilik bundan ibaretti ancak Oğuz Kağan atamın buyurduğu şeyi
yapmak, her Türk’ün istisnasız görevi olmalı; işte bunun için de canla başla
çalışmaya söz verdim kendime ve milletime.
Evet
Türk’e, tertipleri değil
Ergenekon’un kendisi gerek !”
Arşiv