KAPİTALİZM TRENİ REFAH TOPLUMUNA MI GİDER?

İsmail Hakkı CENGİZ - 26.08.2009

Oy gizli, haber kutsal, yorum hürdür.

 


 

Kapital; malûm, anamal veya sermaye demek... “İzm” ekini de “düzen”, “sitem” diye Türkçeleştirirsek, Kapitalizm’e, anamalın veya sermayenin düzeni diyebiliriz. Aslında, sermaye veya anamal yerine “anapara” dersek, sistem çok daha iyi anlaşılır.

 

Bir nesnenin bir düzene ad olabilmesi, kendi sistemini kurabilmesi için, elbette gayet kuvvetli, gayet büyük olması gerekir. Sermayenin; sanayi devrimiyle birlikte büyümeye başladığı kabul edilir. O dönemde, önce Avrupa’da, sonra Amerika’da devlet destekli sermayedarlar ortaya çıkmış, işçi-patron-iktisadî sistem kavramları lügatlere girmiştir.

 

Devlet destekli kapital nasıl gelişmiştir?

 

Hiç kuşkusuz “işçiler”den oluşan kitleler sayesinde. Tabii en fazla maden ocaklarından hammadde çıkaran ve bu hammaddeyi işleyen fabrikalarda çalışan işçilerin emeğiyle… Anaparanın nasıl biriktiği edebiyatın ve bilhassa romanın en önemli konularından biri olmuştur. İngiltere’de Charles Dickens, Fransa’da Emile Zola, Amerika’da John Steinbeck kapitalin nasıl oluştuğunu acı ama akıcı bir dille anlatırlar. Anaparanın temelinde kan ve gözyaşı vardır.

 

Devletler de, emeği sömürülenler de durumu açık açık görüyorlardı. Bu korkunç adaletsizliğe “daha güzel günler”in hatırı için tahammül ediyor, göz yumuyorlardı. Kalkınmak, gelişmek, bilhassa “refah toplumu” olabilmek için sermayenin önce birikmesi, sonra da halka yayılması gerekiyordu!

 

Nitekim 20’nci asrın başlarında, belli başlı Avrupa ülkeleri ile ABD gelişmiş ve dünyanın en güçlü ülkeleri haline gelmişlerdi. Arka arkaya yaşanan 2 dünya savaşına rağmen, 1950’lere gelindiğinde, bu ülkeler artık birer “REFAH TOPLUMU” halindeydiler. Söz konusu ülkelerde,  zenginlik öyle artmıştı ki; kapitalist felsefede olmamasına rağmen, güçlü devlet herkese sosyal güvence sağlıyor, herkese ya iş buluyor veya “işsizlik maaşı” ödüyordu.  Gerçi, oralardan gelen haberler, işlerin mükemmel olmadığını bildiriyor fakat o ayrı bir tartışma konusu.  Bununla birlikte, Batı’nın Doğu’ya göre çok ileride olduğu da bir vakıa!

 

Avrupa’daki siyasî ve iktisadî gelişmeleri, ancak asırlarca geriden takip edebilen Türkiye’de sermaye birikimi 20’nci asrın ilk yıllarında başladı. Batının geçtiği yollardan geçildi. Devlet desteğiyle sermayedarlar yaratıldı. Biriken sermayeyle yatırımlar yapıldı, işçiler istihdam edilip ülkenin kalkınması başlatıldı!

 

Aradan bir asır geçti. Ülkenin kalkınıp kalkınmadığı muamma!

 

Batı yerinde saymadığı, alıp başını gittiği için, “Gelişmiş ülkeler” sınıfına giremedik. Hatta aramızdaki uçurum gittikçe açılmakta… Hele hele “refah toplumu” olabilmekle uzaktan yakından bir alâkamız yok. Bu şartlarda ve bu gidişle “refah toplumu” olabilmemize imkân da yok. Çünkü refah toplumu olabilmek için her ne kadar Batı’nın yolundan gittiysek de; Batı’nın yaptığı, bizim yapamadığımız, yapma imkânımızın da olmadığı bir şey vardı: Başka ülkelerin kaynak ve işgücünü sömürmek.

 

Haddizatında, Avrupa ve Amerika’daki düzen sadece Kapitalizm değildi! Kapitalizm+Emperyalizm’di. “Refah toplumu”na sadece ülke kaynakları ve ülke içindeki emek gücüyle ulaşmamışlardı. Başka ülkelerin kaynak ve işgücünü de sömürüp, birikimi kendi ülkelerine taşıyarak bu noktaya gelebilmişlerdi.

 

Yarın kaldığımız yerden devam edeceğiz.

 

 

 

Önceki yazılar

Tarih: 26.08.2009 Okunma: 696

YORUMLAR

Yorumunuzu ekleyin.

İsim: *

E-posta Adresiniz: *

* (E-posta adresiniz paylaşılmayacaktır.)

Yorum: *

Güvenlik Sorusu:
Türkiye'nin başkenti neresidir?