Oy gizli, haber kutsal, yorum hürdür.
Bir önceki yazımızda “vahşi kapitalizm” kavramını “anaparanın
vahşeti” diye Türkçeleştirmiş ve yazımızı anaparanın vahşetini kim
önleyecek diye bitirmiştik. Sorumuza şunu
da ilave edebiliriz: Vatandaşı, karşısındaki devasa anaparaya karşı kim
koruyacak?
Elbette, en başta, devlet!
Bu devlet bir sosyal devletse, bir hukuk devletiyse
ve adil bir devletse, onun icra organı olan hükümet elbette vatandaşın hak ve
hukukunu koruyacaktır. Korumalıdır. Tabii bu koruma; önce “Ben kredi
kartıyla borçlananları şöyle bir kenara koyuyorum ve kimse kusura bakmasın
onlara da dürüst olarak bakmıyorum. Kredi kartı mağduru olmaz” deyip, sonra da kredi kartı borçlarını
taksitlendirmeyle yapılamaz.
Hükümet, 1.000 TL’lık bir
borç, 1 yıl sonra nasıl 4.000, 2 yıl içinde de nasıl 10.000TL’lara çıkıyor,
onun cevabını vermeli. Bunu önlemeli… Enflasyon %7’lerde, yıllık faiz en fazla
%15’lerdeyken, vatandaşın borcu nasıl öyle katlanarak artıyor? BU NASIL BİR
ANAPARA VAHŞETİDİR? Hükümet, öncelikle bunları durduracak ve vatandaşı
koruyacak düzenlemeleri yapmalıdır. Yoksa zaten ödeyemediği borcu, 10 katına
çıkmış olan bir vatandaşa taksit imkânı getirsen ne değişir? O taksitleri
neyle, nasıl ödeyecek?
Vatandaşı koruyacak olan
diğer bir mekanizma sendikalaşma ve sivil toplum kuruluşları… Tabii burada
bilinçlenmek, örgütlenme kültürü gibi vatandaşa düşen görevler de var. Fakat
burada bile asıl görev devlete düşüyor. Örgütlenme önündeki engelleri kaldırmak,
vatandaşı örgütlenmeye teşvik etmek, örgütlenmeyi kolaylaştırmak devletin
görevleri arasında…
Hâlbuki hükümetler de,
belediyeler de sendikalı çalışanları potansiyel tehlike olarak görüyorlar.
Sendikaları işlevsizleştirmeye, sendika üyeliğini zorlaştırmaya veya
çalışanları kendi kontrollerindeki sendikalara üye olmaya mahkûm etmeye
çalışıyorlar. Hatta işçilerin üye olduğu sendikalardan ayrılmaya zorlayan
belediye başkanları bile görüyoruz.
Çalışan sayısı az
olduğundan, çalışanların da hepsi sendikalı olmadığından sendikalar zaten
zayıf… Öte yandan işsizlik korkunç
derecede yüksek olduğundan vatandaş için birinci öncelik bir işe girebilmek,
sendikalı olmak bu şartlarda lüks gibi gözüküyor. Devletin örgütlenmeye sıcak
bakmaması dolayısıyla işçi tedirgin oluyor, kaygılanıyor gerçek bir örgütlenme
mümkün olamıyor.
“Vatandaşı anaparanın
vahşetinden koruma” konusunda devletin de, sivil toplum örgütlerinin de aciz
kaldığı ortada…
Oysa “anapara düzeni”nin
sürmesi için vatandaşın da ayakta kalması, belli bir ekonomik gücünün olması
lâzım.
Çünkü vatandaşın
elinde-avucunda bir şey kalmazsa anapara kime, ne satarak büyüyebilecek? O
halde vatandaşı “anapara vahşetine” karşı korumak bizzat anaparanın
menfaatinedir. Aklı varsa, anapara, vahşetini hemen durdurmalı, müşterisi olan
kitleleri güçlendirecek tedbirlerin alınmasını sağlamalıdır.
Sonuç: Yukarıdaki kısa tahlilden, Kapitalizm treninin her
zaman “refah toplumu”na gitmediğini anlıyoruz. Türkiye’de ise kuşaklar
boyu yaşadığımız ekonomik uygulamaların bizi “refah toplumu”na götürmediği, tam
tersine kitlelere büyük bir hayal kırıklığı yaşattığı açık…
Öyleyse, bu düzene ya
çekidüzen verilmeli veya temelden sorgulanmalıdır.
Önceki
yazılar