ANAPARANIN VAHŞETİNİ KİM ÖNLEYECEK?

İsmail Hakkı CENGİZ - 28.08.2009

Oy gizli, haber kutsal, yorum hürdür.


 

Bir önceki yazımızda “vahşi kapitalizm” kavramını “anaparanın vahşeti” diye Türkçeleştirmiş ve yazımızı anaparanın vahşetini kim önleyecek diye bitirmiştik.  Sorumuza şunu da ilave edebiliriz: Vatandaşı, karşısındaki devasa anaparaya karşı kim koruyacak?

 

Elbette, en başta, devlet!

 

Bu devlet bir sosyal devletse, bir hukuk devletiyse ve adil bir devletse, onun icra organı olan hükümet elbette vatandaşın hak ve hukukunu koruyacaktır. Korumalıdır. Tabii bu koruma; önce “Ben kredi kartıyla borçlananları şöyle bir kenara koyuyorum ve kimse kusura bakmasın onlara da dürüst olarak bakmıyorum. Kredi kartı mağduru olmaz” deyip, sonra da kredi kartı borçlarını taksitlendirmeyle yapılamaz.

 

Hükümet, 1.000 TL’lık bir borç, 1 yıl sonra nasıl 4.000, 2 yıl içinde de nasıl 10.000TL’lara çıkıyor, onun cevabını vermeli. Bunu önlemeli… Enflasyon %7’lerde, yıllık faiz en fazla %15’lerdeyken, vatandaşın borcu nasıl öyle katlanarak artıyor? BU NASIL BİR ANAPARA VAHŞETİDİR? Hükümet, öncelikle bunları durduracak ve vatandaşı koruyacak düzenlemeleri yapmalıdır. Yoksa zaten ödeyemediği borcu, 10 katına çıkmış olan bir vatandaşa taksit imkânı getirsen ne değişir? O taksitleri neyle, nasıl ödeyecek?

 

Vatandaşı koruyacak olan diğer bir mekanizma sendikalaşma ve sivil toplum kuruluşları… Tabii burada bilinçlenmek, örgütlenme kültürü gibi vatandaşa düşen görevler de var. Fakat burada bile asıl görev devlete düşüyor. Örgütlenme önündeki engelleri kaldırmak, vatandaşı örgütlenmeye teşvik etmek, örgütlenmeyi kolaylaştırmak devletin görevleri arasında…

 

Hâlbuki hükümetler de, belediyeler de sendikalı çalışanları potansiyel tehlike olarak görüyorlar. Sendikaları işlevsizleştirmeye, sendika üyeliğini zorlaştırmaya veya çalışanları kendi kontrollerindeki sendikalara üye olmaya mahkûm etmeye çalışıyorlar. Hatta işçilerin üye olduğu sendikalardan ayrılmaya zorlayan belediye başkanları bile görüyoruz.

 

Çalışan sayısı az olduğundan, çalışanların da hepsi sendikalı olmadığından sendikalar zaten zayıf…  Öte yandan işsizlik korkunç derecede yüksek olduğundan vatandaş için birinci öncelik bir işe girebilmek, sendikalı olmak bu şartlarda lüks gibi gözüküyor. Devletin örgütlenmeye sıcak bakmaması dolayısıyla işçi tedirgin oluyor, kaygılanıyor gerçek bir örgütlenme mümkün olamıyor.

 

“Vatandaşı anaparanın vahşetinden koruma” konusunda devletin de, sivil toplum örgütlerinin de aciz kaldığı ortada…

 

Oysa “anapara düzeni”nin sürmesi için vatandaşın da ayakta kalması, belli bir ekonomik gücünün olması lâzım.

 

Çünkü vatandaşın elinde-avucunda bir şey kalmazsa anapara kime, ne satarak büyüyebilecek? O halde vatandaşı “anapara vahşetine” karşı korumak bizzat anaparanın menfaatinedir. Aklı varsa, anapara, vahşetini hemen durdurmalı, müşterisi olan kitleleri güçlendirecek tedbirlerin alınmasını sağlamalıdır.

 

Sonuç: Yukarıdaki kısa tahlilden, Kapitalizm treninin her zaman “refah toplumu”na gitmediğini anlıyoruz. Türkiye’de ise kuşaklar boyu yaşadığımız ekonomik uygulamaların bizi “refah toplumu”na götürmediği, tam tersine kitlelere büyük bir hayal kırıklığı yaşattığı açık…

 

Öyleyse, bu düzene ya çekidüzen verilmeli veya temelden sorgulanmalıdır.

 

 

 

Önceki yazılar

Tarih: 28.08.2009 Okunma: 714

YORUMLAR

Yorumunuzu ekleyin.

İsim: *

E-posta Adresiniz: *

* (E-posta adresiniz paylaşılmayacaktır.)

Yorum: *

Güvenlik Sorusu:
Türkiye'nin başkenti neresidir?