Kalem feryâd eder, ağlar
mürekkep,
“Beni cahil eline verme Ya Rab!
Lütfunla âlime çevir yolumu,
Kırma n’olur kanadımı, kolumu.”
Lâedri
EVLİYA ÇELEBİ BURSA YOLUNDA,
Reşat Ekrem Koçu
Büyük
muharrir ilk seyahatine, kendisine seyahat müjdelenen rüyayı gördüğü gecenin
hemen ertesi günü çıktı. Şöyle anlatıyor:
“O
sabah erkenden Gedikpaşa semtinde oturan çocukluktan arkadaşım Okçuzade Ahmet
Çelebi’nin evine gitmiştim. Gördüm ki Bursa’ya gitmek üzere hazırlanmış:
-
Biraderim Evliya!... Haydi sen de gel, beş on gün içinde eski taht şehri olan
Bursa’yı seyrü temaşa edelim, mahzun gönlümüz şad, gamkin hatırımız âbâd olur!
Deyince içime bir ateş düştü, Bursa arzuları geldi:
-
Gidelim! Dedim.
“Babama
anama haber bile vermedim. Okçuzade ve yirmi yarânı bâ safâ ile Eminönü’ne
gelip bir Mudanya kayığına bindik. Oradan kalkıp Galata Kurşunlu Mahzen önünden
geçip Fındıklı önünde durduk. Fındıklı’dan birkaç nefer üstat gemiciler aldık.
Kuşluk vaktinde eyyam muvafıktır diyen bir yere seren çekip salya demir
ettiler, levendler hazır olup yelken yırtıp (açıp) ‘Hüdâ âsân ede!’ diye fâtiha
okudular. Pupa yelken Sarayburnu akıntısını geçerek Bursa yolunu tuttuk. Herkes
zevk ile sohbet etmekte, bazı yârân hanendeler:
Allahümme
yâ Hadî
Âsân
eyle yolumuz…
Sehli
umûrülvâdi
Tez
geçir tut elimiz
İlâhisini
okudular. Meğer yol arkadaşlarımızdan biri Sultan İbrahim’in (o sırada tahta
yeni çıkmıştır) karcıbaşısı Sefer Ağanın tamburacısı ve kemençecisi, biri de
sadrazam Kara Mustafa Paşa’nın uşağı Kara Recep Ağanın çöğürcüsü ve hânendesi imiş.
Ben:
-Geliniz
şu girdabı gamda bir segâh faslı edelim… dedim.
Teklifimi
kabul ettiler. Gemicilerden Kışlıkçı Dayı, Çıvık Veli ve arkadaşları çöğürleri
ile geldiler, meclise katıldılar. Âşıkaane sâdıkaane bir Hüseyin Baykara faslı
oldu ki erbâbı zevkin ağızlarının suyu aktı. Bu zevk ve sürur ile Heybeliadası
önüne vardık, oradan da 5 saatte Bursa’nın iskelesi olan Mudanya’ya varıp demir
attık.
Mudanya’dan
Bursa’ya atla gittik. Bağlar, bahçeler içinden geçerek dört saatte yine bağlık
bahçelik Nilüfer Çayı kenarına geldik. Bahar mevsiminde coşkun akan, suyu
içinden geçit vermeyen çayı ‘her kemeri yağmur kuşağından nişan veren’ köprüden
aştık. Bu köprü çok eski bir yapıydı. Orhan Gâzi’nin zevcesi, Birinci Sultan
Murat Hüdâvendigâr’ın anası Nilüfer Sultan yaptırmış idi, çayın adı da o kadına
nispetle verilmiş, köprü de o adı taşıyordu.
Bursa
Keşiş Dağının (Uludağın) eteğindedir, evleri, merdiven basamakları gibi sıra
sıra birbirlerinin üstündedir. Şehrin
içinden derecikler akar, hepsinin suyu içilir, bu akarsular evden eve geçer,
her evde çeşme, fıskiye, havuz vardır.
Pınarbaşı,
Sobranbaşı, Ardıçlıbaşı, Çatalkaynak, BillUrkaynağı, Samanlıkaynağı,
Şekerkaynağı, Selâmkayası kaynağı… on yedi kaynak sulardır... Temmuz ayında
insan bu kaynaklardan üç tas suyu birbiri peşi sıra alamaz, eli donar…
Kaplıcaları
gece gündüz açıktır… Hele geceleri, kâfurlu balmumları ile aydınlatılır, herkes
yârânı ile havuza girer, kimi tavus kimi de güvercin taklası atarak dalar,
çıkar, yüzerler…
Kahvehâneleri
birer irfan mektebidir. Kahvehânelerinde
sâzendeler, hânendelerle Hüseyin Baykara fasılları olur. Her kavehânede
gazelhanler vardır ki insanı mest ederler. Kahvehânelerin meddahları,
kıssahanları çok meşhurdur, bunlardan Kurban Alisi Hamza Çelebi, Şerif Çelebi,
Mahmut Çelebi, Kara Firuz ve Tireli Ali Bey’i dinleyenler hayran olur…
Kahvehânelerin
en büyüğü Ulu Cami yanındaki Emir Kahvehânesidir, ayan ve eşrafın oturduğu
gayetle mükellef ve müzeyyen bir kahvehânedir, mahbub köçekleri vardır, amma,
müezzin minareden Haya Alesselât deyince kahvehânede kimse kalmaz, herkes camie
gider. Bursa ahalisi hem safa ve zevk ehlidir, hem de gayet sofudur…
Bursalılar
yılda gün başına şehrimizin 366 mesiresi vardır diye övünürler, hakları da
vardır. Mesirelerin hepsinde bir akarsu vardır… Mevsiminde mesirelerde kuzu
çevrilir, fakat kuzuyu ateşin üstünde kendileri çevirmezler, kuzunun
geçirildiği şişin ucu bir küçük dolabına takılmış, su akar ve o küçücük kebap
dolabını döndürür, kuzuyu çevirir…
Keşiş
Dağının eteğinde olan Bursa’ya uzaktan, bir saatlik yoldan bakıldığı zaman,
güneşin ışığı yeşilliklere gömülmüş camilerin, medreselerin, türbelerin,
hamamların kurşun örtülü kubbelerine vurur, (pırıl pırıl), öyle hoş bir
manzaradır ki temaşasına doyum olmaz…”