Oy gizli, haber kutsal, yorum hürdür.
Elazığ’daki bir askerî
birlikte meydana gelen ve “kaza” denilen olayı biliyorsunuz. Olayın
ayrıntıları, 26 Ağustos tarihli Taraf Gazetesinde yayımlandı. Hadiseye tanık
olan kişilerin ifadelerini okuyunca, “Taraf”taki haberin doğruluğuna
ikna oluyorsunuz. Nitekim aynı günün akşamı televizyonlar, 27 Ağustos’ta da
diğer gazeteler ayrıntıları verdiler. Ajanslar, olayla ilgili olarak bir teğmenin,
askerî mahkemece tutuklandığını bildirdi. Bu bilgi Genelkurmay tarafından da
doğrulandı.
Hadise kısaca şöyle: Bir
uzman çavuş, devriye görevinde, Onbaşı İbrahim Öztürk’ün mevziinde
uyuduğunu görüyor. Uykuda yakalandığını kanıtlamak için Onbaşının el bombasını
alıp, karakol komutanı Teğmene götürüyor. Bir süre sonra, saat 09:30’da, Teğmen
el bombasını alıp Öztürk’ün mevziine geliyor. Bombanın pimini çekip Onbaşıya
veriyor ve “Mandalı bırakırsan ölürsün,
bırakmazsan yaşarsın” deyip mevziden
ayrılıyor.
Elinde pimi çekilmiş el bombası bulunan Onbaşı
Öztürk, bir süre sonra, Teğmenin bulunduğu mevzie giderek, “25 yaşına geldim. 75 gün askerliğim kaldı. Beni öldüreceksiniz” diyor
ve pimi kendisinden istiyor. Ama teğmen “Nöbet
yerine git, ben gelip takacağım zamanı biliyorum” karşılığını veriyor.
Bunun üzerine Öztürk, çevredeki diğer mevzilere, pim aramaya, arkadaşlarından
yardım istemeye gidiyor. 45 dakika geziyor.
Mesut Bulut, İbrahim Yaman ve Ali
Osman Altın’ın bulunduğu mevzie geldiğinde, Öztürk’ün elleri terlediği için
bomba büyük bir gürültüyle patlıyor, Öztürk ve üç arkadaşı olay yerinde
hayatını kaybediyor.
Görüldüğü gibi, olayın
her yönü anormalliklerle dolu…
Her şeyden önce, bir asker nöbet yerinde kendi
hayatını da tehlikeye atarak neden uyur? Ya uzun süredir uykusuzdur, uyanık kalmaya takati kalmamıştır veya bir
rahatsızlığı vardır, uykusuzluğa dayanamıyordur. Bunların araştırılması
lâzımdı. Diyelim hiçbir mazereti yokken uyudu; o takdirde yapılacak işlem de
bellidir: Mahkemeye vererek veya idarî yolla kanunda gösterilen cezaları
uygulamak… Yoksa Teğmenin uyguladığı ceza yöntemi ne yazılı kurallarda
olabilir, ne de teamüllerde!
Teğmen, yaptığı anormallikle başta kendi canı,
çevredeki herkesin hayatını tehlikeye atıyor. Bir subay, bir bombanın pimini
çekip de herhangi bir kişiye vermek bir yana, böyle bir olayı görür görmez
faciayı önlemek için acilen tedbir alır, tehlikeyi bertaraf eder. Düşünebiliyor
musunuz: 50–60 kişinin bulunduğu bir karakolda, birisi elinde pimi çekilmiş,
patlamaya hazır bir el bombasıyla dakikalarca geziyor ve herkes seyrediyor!
Bunun böyle olmasını da bir subay emrediyor! Yani o subay, astına diyor ki; “Al bunu, bir büyük facia meydana getir!”
Olayın Disiplin Boyutu
Askeriye denilince akla “disiplin” geliyor. “Disiplin, kanunlara, nizamlara ve amirlere
mutlak bir itaat; astın ve üstün hukukuna riayet” demektir. Bu ifade TSK İç
Hizmet Kanunu’nun bir maddesidir. Facia; vaka mahallinde hem çok katı ve sağlam bir disiplinin, hem de büyük bir disiplin
zafiyetinin bir arada bulunduğunu gösteriyor.
Onbaşı, nöbette uyuyarak önce disiplin kurallarını
ihlal etmesine rağmen, daha sonra amirine mutlak
itaatini gösteriyor. O kadar ki, bu itaatin kendisini ölüme götüreceğini
bile bile itaati sürdürüyor. Meselâ; elindeki pimi çekilmiş bombayı arazinin
boş bir yerine fırlatıp, kimseye zarar vermeden patlamasını sağlayabilirdi.
Yapmıyor. Belki yorgunlukla uykuya yenik düşebiliyor fakat bilerek bir emre
itaatsizlik yapmıyor. Nitekim yine yorgunluk sonucunda elindeki bombayı bırakıp
bir faciaya sebep oluyor.
Fakat aynı disiplin anlayışını Teğmende göremiyoruz.
Astına, felaketle sonuçlanacağı kesin olan “kanunsuz”
bir emir veriyor. Böylece hem astının hukukunu çiğniyor, hem de kendisi de
dâhil bütün karakol mensuplarının hayatını tehlikeye atıyor.
* *
* * *
* * * *
OLAYIN SOSYAL BOYUTU
Teğmenin, pimi çekip bombayı ere teslim etmesi;
kendisiyle birlikte karakoldaki hiç kimsenin canına kıymet vermediğini
göstermektedir. Teğmen canından bezmiş veya canına susamış gibidir. Önünde pırıl pırıl bir istikbal varken,
gençliğinin en tatlı bahar günlerini yaşarken bir insan neden canından bezer?
Olay bir teğmenin şahsi disiplinsizliğiyle açıklanıp,
üstü örtülecek kadar basit değildir. Hadiselerin o mecraya gelmesine yol açan adım
adım, basamak basamak ilerlemiş, birbiri ardına yapılmış hatalar var gibi
geliyor bize! Sapasağlam vatan evlatlarını teslim ettiğimiz kurumda, onların
can güvenliklerini ihlal eden vahim ihmaller zinciri mi söz konusudur, acaba?
Diğer
taraftan; dikkatinizi çekmiştir, herhalde: Yıllardır şahit olduğumuz şehit cenazelerinde; şehitlerin anne-baba
veya eşleri ne kadar kolay “Vatan sağ olsun!” diyebiliyorlar? Elbette bu
kolaylık vatanın canımızdan aziz olduğu fikrini içselleştirdiğimizdendir. Fakat
bir bölgedeki on yıllar süren olaylarda, binlerce
şehitten sonra “Neden?” sualinin dile getirilmemesi, olayın hiç sorgulanmaması
sağlıklı mıdır?
Ölüm, yaralanma, sakatlanmalar karşısında bu derece
sessiz kalmak zımnen hayatın hiçbir değeri olmadığının kabulü anlamına gelmez
mi? Milletçe bu anlayışı da benimsediğimizi, özümsediğimizi göstermez mi?
Elazığ’daki olay, bu anlayışı benimsediğimizin bir kanıtı: Biraz sonra bir facianın yaşanması
kaçınılmaz olduğu halde; bunu gören erler, uzman çavuşlar ve astsubaylar da
duruma seyirci kalıyorlar. Yani hiç
kimse hayatına kıymet vermiyor! Hal böyle olunca, canların ucuzca
harcanmasının durdurulması mümkün müdür?
Sonra; elinde pimi çekilmiş bomba bulunan Onbaşı,
bombayı arazideki boş bir yere fırlatarak ondan kurtulsa başına ne gelirdi?
Mahkemeye verilir, en fazla birkaç hafta hapis cezası alırdı. Aldığı ceza kadar
geç terhis olurdu. İşte o birkaç hafta
geç terhis olmak “ölümden beter” geliyor erlere. Neden? Çünkü zaten askerde
gün sayıyorlar, saat sayıyorlar!
Ne yazık ki, “davul-zurnalı
uğurlamalarla” başlayan askerlik, üniformayı giydikten sonra gün sayma
işlemine dönüşüyor. Bunun sebepleri üzerinde de derinlemesine durulmalı,
düşünülmeli, askerin böyle bir gün sayma eziyetinden kurtarılması için acil
tedbirler alınmalıdır.
Olayın Ruh Sağlığı Boyutu
Göstere göstere böyle bir facianın yaşanması;
Onbaşının da, Teğmenin de ruh sağlığından şüpheye düşmemize yol açıyor. Çünkü
bir insanın üzerinde hangi faktörler etkili olursa olsun; bir amir, pimi
çekilmiş bir bombayı bir astına teslim edip, onun kışla içinde o vaziyette
ortada gezmesini emretmez, böyle bir şeye izin vermez.
O zaman aklımıza “Acaba,
Teğmenin ruh sağlığı yerinde miydi?” sorusu geliyor! Psikolojik durumu
muharip bir sınıfta, bağımsız bir görev almaya müsait miydi? Bu soruların
cevapları olumsuz gibi gözüküyor.
Sonra, 25 yaşında olan, ortalama erlerden 4–5 yaş
daha olgun bir Onbaşının, birkaç haftalık cezayı göze alarak bombayı boş bir
yere atıp ondan kurtulmak ve çevresini kurtarmak yerine, ölümü tercih etmesinin
sebebi sadece yukarıda değindiğimiz “gün sayma” meselesi midir? 25 yaşındaki
bir onbaşının, böyle bir “kanunsuz emre”,
faciaya sebep olacak raddede itaat etmesi sağlıklı mı? Bu noktada Onbaşıda da
psikolojik bir problem olduğundan şüphelenmez misiniz?
Ve nihayet şu soru aklınıza gelmez mi: Birilerinin
kolayca “Askerliğe elverişli değildir!”
raporu alabildiği bir sağlık sisteminde, psikolojik sorunları olduğu izlenimi
edindiğimiz, Teğmen ve Onbaşı bu “hassas”
görevlerine gönderilirken gerçek bir sağlık kontrolünden geçirilmişler midir?
İki rütbeli birden gözden mi kaçmıştır?
Önceki
yazılar