AL BUNU, BİR BÜYÜK FACİA YARAT

İsmail Hakkı CENGİZ - 07.09.2009

Oy gizli, haber kutsal, yorum hürdür.

 

 

Elazığ’daki bir askerî birlikte meydana gelen ve “kaza” denilen olayı biliyorsunuz. Olayın ayrıntıları, 26 Ağustos tarihli Taraf Gazetesinde yayımlandı. Hadiseye tanık olan kişilerin ifadelerini okuyunca, “Taraf”taki haberin doğruluğuna ikna oluyorsunuz. Nitekim aynı günün akşamı televizyonlar, 27 Ağustos’ta da diğer gazeteler ayrıntıları verdiler. Ajanslar, olayla ilgili olarak bir teğmenin, askerî mahkemece tutuklandığını bildirdi. Bu bilgi Genelkurmay tarafından da doğrulandı.

 

Hadise kısaca şöyle: Bir uzman çavuş, devriye görevinde, Onbaşı İbrahim Öztürk’ün mevziinde uyuduğunu görüyor. Uykuda yakalandığını kanıtlamak için Onbaşının el bombasını alıp, karakol komutanı Teğmene götürüyor. Bir süre sonra, saat 09:30’da, Teğmen el bombasını alıp Öztürk’ün mevziine geliyor. Bombanın pimini çekip Onbaşıya veriyor ve  “Mandalı bırakırsan ölürsün, bırakmazsan yaşarsın” deyip mevziden ayrılıyor.

 

Elinde pimi çekilmiş el bombası bulunan Onbaşı Öztürk, bir süre sonra, Teğmenin bulunduğu mevzie giderek, “25 yaşına geldim. 75 gün askerliğim kaldı. Beni öldüreceksiniz” diyor ve pimi kendisinden istiyor. Ama teğmen “Nöbet yerine git, ben gelip takacağım zamanı biliyorum” karşılığını veriyor. Bunun üzerine Öztürk, çevredeki diğer mevzilere, pim aramaya, arkadaşlarından yardım istemeye gidiyor. 45 dakika geziyor.  Mesut Bulut, İbrahim Yaman ve Ali Osman Altın’ın bulunduğu mevzie geldiğinde, Öztürk’ün elleri terlediği için bomba büyük bir gürültüyle patlıyor, Öztürk ve üç arkadaşı olay yerinde hayatını kaybediyor.

 

Görüldüğü gibi, olayın her yönü anormalliklerle dolu…

 

Her şeyden önce, bir asker nöbet yerinde kendi hayatını da tehlikeye atarak neden uyur? Ya uzun süredir uykusuzdur, uyanık kalmaya takati kalmamıştır veya bir rahatsızlığı vardır, uykusuzluğa dayanamıyordur. Bunların araştırılması lâzımdı. Diyelim hiçbir mazereti yokken uyudu; o takdirde yapılacak işlem de bellidir: Mahkemeye vererek veya idarî yolla kanunda gösterilen cezaları uygulamak… Yoksa Teğmenin uyguladığı ceza yöntemi ne yazılı kurallarda olabilir, ne de teamüllerde!

 

Teğmen, yaptığı anormallikle başta kendi canı, çevredeki herkesin hayatını tehlikeye atıyor. Bir subay, bir bombanın pimini çekip de herhangi bir kişiye vermek bir yana, böyle bir olayı görür görmez faciayı önlemek için acilen tedbir alır, tehlikeyi bertaraf eder. Düşünebiliyor musunuz: 50–60 kişinin bulunduğu bir karakolda, birisi elinde pimi çekilmiş, patlamaya hazır bir el bombasıyla dakikalarca geziyor ve herkes seyrediyor! Bunun böyle olmasını da bir subay emrediyor! Yani o subay, astına diyor ki; “Al bunu, bir büyük facia meydana getir!”

 

Olayın Disiplin Boyutu

 

Askeriye denilince akla “disiplin” geliyor. “Disiplin, kanunlara, nizamlara ve amirlere mutlak bir itaat; astın ve üstün hukukuna riayet” demektir. Bu ifade TSK İç Hizmet Kanunu’nun bir maddesidir. Facia; vaka mahallinde hem çok katı ve sağlam bir disiplinin, hem de büyük bir disiplin zafiyetinin bir arada bulunduğunu gösteriyor. 

 

Onbaşı, nöbette uyuyarak önce disiplin kurallarını ihlal etmesine rağmen, daha sonra amirine mutlak itaatini gösteriyor. O kadar ki, bu itaatin kendisini ölüme götüreceğini bile bile itaati sürdürüyor. Meselâ; elindeki pimi çekilmiş bombayı arazinin boş bir yerine fırlatıp, kimseye zarar vermeden patlamasını sağlayabilirdi. Yapmıyor. Belki yorgunlukla uykuya yenik düşebiliyor fakat bilerek bir emre itaatsizlik yapmıyor. Nitekim yine yorgunluk sonucunda elindeki bombayı bırakıp bir faciaya sebep oluyor.

 

Fakat aynı disiplin anlayışını Teğmende göremiyoruz. Astına, felaketle sonuçlanacağı kesin olan “kanunsuz” bir emir veriyor. Böylece hem astının hukukunu çiğniyor, hem de kendisi de dâhil bütün karakol mensuplarının hayatını tehlikeye atıyor.

 

*   *   *   *   *   *   *   *   *

 

 

 

OLAYIN SOSYAL BOYUTU

 

Teğmenin, pimi çekip bombayı ere teslim etmesi; kendisiyle birlikte karakoldaki hiç kimsenin canına kıymet vermediğini göstermektedir. Teğmen canından bezmiş veya canına susamış gibidir. Önünde pırıl pırıl bir istikbal varken, gençliğinin en tatlı bahar günlerini yaşarken bir insan neden canından bezer?

 

Olay bir teğmenin şahsi disiplinsizliğiyle açıklanıp, üstü örtülecek kadar basit değildir. Hadiselerin o mecraya gelmesine yol açan adım adım, basamak basamak ilerlemiş, birbiri ardına yapılmış hatalar var gibi geliyor bize! Sapasağlam vatan evlatlarını teslim ettiğimiz kurumda, onların can güvenliklerini ihlal eden vahim ihmaller zinciri mi söz konusudur, acaba?

 

Diğer taraftan; dikkatinizi çekmiştir, herhalde: Yıllardır şahit olduğumuz şehit cenazelerinde; şehitlerin anne-baba veya eşleri ne kadar kolay “Vatan sağ olsun!” diyebiliyorlar? Elbette bu kolaylık vatanın canımızdan aziz olduğu fikrini içselleştirdiğimizdendir. Fakat bir bölgedeki on yıllar süren olaylarda, binlerce şehitten sonra “Neden?” sualinin dile getirilmemesi, olayın hiç sorgulanmaması sağlıklı mıdır?

 

Ölüm, yaralanma, sakatlanmalar karşısında bu derece sessiz kalmak zımnen hayatın hiçbir değeri olmadığının kabulü anlamına gelmez mi? Milletçe bu anlayışı da benimsediğimizi, özümsediğimizi göstermez mi?

 

Elazığ’daki olay, bu anlayışı benimsediğimizin bir kanıtı: Biraz sonra bir facianın yaşanması kaçınılmaz olduğu halde; bunu gören erler, uzman çavuşlar ve astsubaylar da duruma seyirci kalıyorlar. Yani hiç kimse hayatına kıymet vermiyor! Hal böyle olunca, canların ucuzca harcanmasının durdurulması mümkün müdür?

 

Sonra; elinde pimi çekilmiş bomba bulunan Onbaşı, bombayı arazideki boş bir yere fırlatarak ondan kurtulsa başına ne gelirdi? Mahkemeye verilir, en fazla birkaç hafta hapis cezası alırdı. Aldığı ceza kadar geç terhis olurdu. İşte o birkaç hafta geç terhis olmak “ölümden beter” geliyor erlere. Neden? Çünkü zaten askerde gün sayıyorlar, saat sayıyorlar!

 

Ne yazık ki, “davul-zurnalı uğurlamalarla” başlayan askerlik, üniformayı giydikten sonra gün sayma işlemine dönüşüyor. Bunun sebepleri üzerinde de derinlemesine durulmalı, düşünülmeli, askerin böyle bir gün sayma eziyetinden kurtarılması için acil tedbirler alınmalıdır.

 

Olayın Ruh Sağlığı Boyutu 

 

Göstere göstere böyle bir facianın yaşanması; Onbaşının da, Teğmenin de ruh sağlığından şüpheye düşmemize yol açıyor. Çünkü bir insanın üzerinde hangi faktörler etkili olursa olsun; bir amir, pimi çekilmiş bir bombayı bir astına teslim edip, onun kışla içinde o vaziyette ortada gezmesini emretmez, böyle bir şeye izin vermez.

 

O zaman aklımıza “Acaba, Teğmenin ruh sağlığı yerinde miydi?” sorusu geliyor! Psikolojik durumu muharip bir sınıfta, bağımsız bir görev almaya müsait miydi? Bu soruların cevapları olumsuz gibi gözüküyor.

 

Sonra, 25 yaşında olan, ortalama erlerden 4–5 yaş daha olgun bir Onbaşının, birkaç haftalık cezayı göze alarak bombayı boş bir yere atıp ondan kurtulmak ve çevresini kurtarmak yerine, ölümü tercih etmesinin sebebi sadece yukarıda değindiğimiz “gün sayma” meselesi midir? 25 yaşındaki bir onbaşının, böyle bir “kanunsuz emre”, faciaya sebep olacak raddede itaat etmesi sağlıklı mı? Bu noktada Onbaşıda da psikolojik bir problem olduğundan şüphelenmez misiniz?

 

Ve nihayet şu soru aklınıza gelmez mi: Birilerinin kolayca “Askerliğe elverişli değildir!” raporu alabildiği bir sağlık sisteminde, psikolojik sorunları olduğu izlenimi edindiğimiz, Teğmen ve Onbaşı bu “hassas” görevlerine gönderilirken gerçek bir sağlık kontrolünden geçirilmişler midir? İki rütbeli birden gözden mi kaçmıştır?

 

 

 

Önceki yazılar

Tarih: 07.09.2009 Okunma: 712

YORUMLAR

Yorumunuzu ekleyin.

İsim: *

E-posta Adresiniz: *

* (E-posta adresiniz paylaşılmayacaktır.)

Yorum: *

Güvenlik Sorusu:
Türkiye'nin başkenti neresidir?