Oy gizli, haber kutsal, yorum hürdür.
Gecenin bitmeğe yüz tuttuğu andan beridir,
Duyulan gökte kanat, yerde ayak sesleridir.
Süleymaniye’de Bayram Sabahı,
Yahya Kemal Beyatlı
Bize Ramazan Bayramı’nı lütfeden ve bizi bu mübarek
bayrama kavuşturan Allah’a şükran duygularıyla doluyum.
Bize dinimizi ve tabii ki bayramlarımızı da öğreten
Hz. Muhammed’e salât ve selâm olsun. En önce O’nun bayramını tebrik ediyorum.
Bu mübarek günü İslam şuuruyla ve hürriyet içinde
idrak etmemizi sağlayan dinî ve millî liderlerimizin ve en başta da Mustafa
Kemal’in bayramını tebrik ediyorum.
Kavmimizi millet ve devlet halinde teşkilatlandıran
Oğuz Han’ın, üzerinde yaşadığımız toprakların bizim olmasını sağlayan Tuğrul ve
Çağrı Bey’lerin, Alparslan’ın ve onların askerlerinin de bayramını kutluyorum.
İstanbul’u fetheden güzel kumandan ve güzel
askerlerinin de bayramını tebrik ediyorum.
Dinimize ve milletimize geçmişte hizmet etmiş, şimdi
etmekte olanların, bu uğurda şehitlik ve gazilik rütbelerine erişmiş
kahramanların da bayramını kutluyorum.
Ebediyete intikal eden ve yaşamakta olan bütün akraba
ve yakınlarımın bayramını tebrik ediyorum.
Sandıklılı hemşerilerimin ve onların ebediyete
intikal eden yakınlarının da bayrımını tebrik ediyorum.
Sandıklı’dan başlayıp, yurdun her yerinde ve
Kıbrıs’ta bana komşuluk etmiş olan eski ve yeni bütün komşularımın da
bayramlarını kutluyorum.
İlkokul öğretmenlerim Kemal Özbek, Sadık Emren’den
başlayarak, bana öğretmenlik ve hocalık etmiş olan bütün büyüklerimin bayramını
tebrik ediyorum.
Bütün okul, asker ve mesai arkadaşlarımın da
bayramını kutluyorum. Ebediyete intikal eden arkadaşlarımın da bayramını
kutluyorum.
Yazdıklarıyla bize öğreten, bizi kâh neşelendiren,
kâh hüzünlendiren yerli ve yabancı (kim yabancı ki!) yazarlar, şairler sizlerin
de bayramınızı kutluyorum.
Bizleri duygulandıran, eğlendiren, güldüren,
düşündüren, insanlığa ölümsüz eserler kazandıran sanatçılar, sizlerin de
bayramınızı tebrik ediyorum.
Bayramlarda; kendilerini hatırlayacak kimsesi
kalmamış olan dünyadaki ve ebedî âlemdeki kardeşlerimin de bayramını tebrik
ediyorum.
İsim ve sıfatlarını saydıklarım, unuttuklarım ve
isimleri buraya sığmayanlar, hepinizi coşkuyla kucaklıyor ve selâmlıyorum.
Bayramınız Mübarek Olsun!
*
*
*
ÜSTATLARDAN
DUA
Biz, kısık sesleriz... Minareleri,
Sen, ezansız bırakma Allah’ım!
Yarının yollarında yılları da,
Ramazansız bırakma Allah’ım!
Müslümanlıkla yoğrulan yurdu,
Müslümansız bırakma Allah’ım!
Arif Nihat Asya
*
* * *
* * *
* *
Bayram ertesi yazıları
HİÇBİR SORUMLULUK HİSSETMİYORLAR
Mayıs ayında kaybettiğimiz Prof. Dr. Türkan Saylan,
bir bilim insanı olarak, aklına yatmayan bir duruma şahit olduğunda, “burada
bir yanlış var!” dermiş. Ondan sonra da yanlışın kaynağına doğru
ilerlermiş. Bu sayede, ülkenin en büyük dertlerinden biri olan cüzam meselesini kökünden çözmüş.
Türkan Hanım, ülkeye insanüstü hizmetler etti.
“Çağdaş yaşam”ı yaygınlaştırdı. On binlerce çocuğun eğitimine katkıda bulunan
bir vakıf bıraktı. Fakat asıl, en önemli mirası bu söz olmalı: Aklımıza
yatmayan bir durumla karşılaştığımızda “Burada bir yanlış var!” deyip,
yanlışın kaynağına ilerleyebilmeliyiz.
25 Mayıs 2009 tarihli Radikal gazetesi, tam da bu
cümleyi sarf edeceğimiz bir manşetle çıkmış: 23 kişi öldü, 16 ay geçti,
ortada iddianame bile yok! Alt başlık da şöyle: Davutpaşa patlamasına
bakan savcılık kamu kurumlarının ayak diremesi nedeniyle ilerleyemiyor.
Olay kısaca şuydu: İstanbul Davutpaşa’da, patlayıcı
madde üretimi yapan bir depoda meydana gelen patlama 1 binayı yerle bir etmiş,
23 kişi ölmüş, 150 kişi yaralanmıştı. İş merkezinin iskânı, atölyenin ruhsatı
yoktu. Bakırköy Cumhuriyet Başsavcılığına verilen bilirkişi raporuna göre,
atölyenin yanı sıra ruhsatsız atölyenin üretimine göz yuman kurumlar da
sorumluydu.
Bilirkişi, kusuru şu kurumlara paylaştırdı: Zeytinburnu
belediyesi (3/10), Büyükşehir Belediyesi (2/10), BEDAŞ (1/10), Çalışma
Bakanlığı (1/10). Savcının soruşturma taleplerine rağmen kurumlar
sorumluların adını bildirmedi, geç bildirdi veya memurları ifadeye göndermedi. İstanbul valiliği ve Zeytinburnu
Kaymakamlığı soruşturma izni vermedi.
Tek olumlu gelişme, Zeytinburnu Kaymakamlığı’nın,
ilçe belediyesinde çalışan altı kişi için yargılanma izni vermeyen kararının
İdare Mahkemesi’nce bozulması oldu.
Dikkatle bakıldığında, hadisede 1’den fazla yanlış
olduğu görülüyor. Birincisi; memurlar hakkında soruşturma açılması
yetkisinin “idare”ye verilmiş olması! Böyle bir yetki sadece hukukun önünü
tıkamakla kalmaz; korunacağından emin olan memuru cüretkâr davranmaya da iter.
Dolayısıyla, dokunulmazlık zırhına bürünen memurun kolayca suç işlemesinin
yolunu açar. Burada temel bir yanlış
var.
İkincisi;
yargıya en fazla güvenecek ve halkın güven duymasını sağlayacak olan
kurumların, yargının önünü tıkamaları. Valilik ve kaymakamlık makamlarının,
üstelik ortada bilirkişi raporu varken, soruşturma izni vermemesi hiç de makul
değil. Büyük bir yanlış…
Üçüncüsü;
ilk ikisinden de vahim… Hukukî süreç bir yana; olayın bir de vicdanî boyutu
var. Soruşturma izni vermemekle, “İdareci”lerin
hiçbir vicdanî sorumluluk duymadıkları anlaşılıyor. Vicdanlar kararmış. En büyük yanlış burada! Bir idareciyi böylesine
duyarsızlaştıran nedir? Aklımız almıyor!
Aradan 4ay daha geçti, ancak soruşturmayı yürüten
savcı hâlâ bürokrasiyle boğuştuğu için dava açılamadı. Çünkü Davutpaşa
faciasıyla ilgili üç memuru koruyan valilik kararına savcı bir gün içinde
itiraz etti, ancak yazısı üç haftada yerine ulaşamadı (17 Eylül tarihli
gazeteler).
İki idarecinin vicdanının kararması çok da önemli
olmayabilirdi. Fakat onların yetkilerini
kamu aleyhine kullanmaları milyonların vicdanını sızlatıyor. Hatta kanatıyor.
23 ölünün geride bıraktığı acılı yakınlarına, yetim ve öksüz kalan çocuklara,
150 yaralıya karşı, idareciler, demek ki hiçbir sorumluluk hissetmiyorlar. Galiba, hiçbir şey hissetmiyorlar.
*
* * *
* * *
* * *
YUNAN
TAKIMINI YENEN BİR TÜRK TAKIMI MI?
17 Eylül Perşembe akşamı Yunanistan’da bir futbol
maçı vardı… Yunan ekibi Panathinaikos ile temsilcimiz Galatasaray karşı karşıya
geldi.
Tabii milletler arası müsabakalarda milli duygular
öne çıkıyor. Bu tip karşılaşmalarda rakibiniz Yunanistan gibi tarihî bakımdan
derin probleminiz olan ülkelerden birinin takımıysa daha bir hassas
oluyorsunuz. Yunanistanla veya onun bir takımıyla yaptığımız maçlar sadece
sportif bir karşılaşma mutadınnın ötesinde bir anlam taşıyor. Maç sonunda
galipsek sevincimiz daha fazla, mağlupsak üzüntümüz de daha fazla oluyor.
Yazımızın başında söz ettiğimiz maçta Galatasaray
Yunalı rakibini 3–1 gibi çok net bir sonuçla yendi. Tabii ki ziyadesiyle sevindik.
Bununla birlikte bu galibiyet bizi biraz da
düşündürdü! Çünkü Galataraay’ın ekip yapısı, bilhassa başarıda imzası olanların
milliyeti çok ilginçti… Galatasaray’ın kaydettiği 3 golden 2’sini Brezilya’lı oyuncu Elano attı. Geriye
kalan tek golü ise Roman asıllı bir Çek
vatandaşı olan Baros attı.
Başarıda büyük payı olan “yabancı”lar bu ikisiyle
sınırlı değildi! Galatasaray’ın kalesini canla başla koruyan, Yunan ekibinin
müthiş şutlarını kurtaran kaleci Leo Franco bir Arjantinli!
Başarının asıl sahibi, Galatasaray
takımının teknik direktörü Frank Rijkaard ise bir Hollandalı!
Hal böyle olunca, sahada sanki Türkler silinmiş
gibiydi. Dolayısıyla bu durum, başlık olarak koyduğumuz suali sormamıza yol
açtı. Sualimizin cevabı; elbette
Galatasaray hücrelerine kadar Türk takımıdır. Kazandığı başarı bir Türk
takımının başarısıdır.
Galatasarayın arkasında milyonlarca Türk taraftarı
olduğu gibi bu güzide takımız asırlık bir Türk takımıdır. Galatasaray’ın
Yunanistan’da, “yabancı” teknik adam ve futbolcularla elde ettiği başarı millî
duygularımızı kabartmış, futbol tarihine de bir Türk takımının başarısı olarak
geçmiştir.
Takımdaki “yabancı”ların yoğunluğu, Galatasaray’ın
bir Türk ekibi olması niteliğine zerre kadar halel getirmemiştir. O
“yabancılar”, evet, ücretleri karşılığı Türk’e hizmet etmişlerdir. Onları da
bizden birileri olarak kabul ediyoruz.
Bu örnek bizim “milliyetçilik” duygu ve
fikirlerimizin yansıması bakımından gayet manalıdır. Bizim milliyetçilik
anlayışımız ırk esasına dayanmaz. Biliriz ki yeryüzünde karışmamış, saf bir ırk
yoktur. Olamaz. “Türk” kelimesi bir ırktan çok öte bir kültürün adıdır. Bu
kültüre hizmet eden, onu zenginleştiren herkesi Türk ve milliyetçi sayarız.
Bir spor sitesi var, adı Sporx… Bu spor sitesinin adına baktığınız zaman, en azından
kullandığı “x” harfinden dolayı hiç de milliyetçi bir site olmadığını
anlayabilirsiniz. Bununla birlikte bu sitenin Panathinaikos – Galatasaray
maçının sonucu için attığı manşet şöyle:
Cimbom’dan Osmanlı Tokadı: 1-3
Demek ki bir Yunan takımıyla karşılaştığımız zaman
şuuraltındaki milliyetçi duygularımız yüzeye çıkıyor. Fakat böyle bir manşeti
maksadı aşan bir ifade olarak görüyoruz. Bizim milliyetçilik anlayışımız
ayırıcı değil birleştiricidir. Dışlayıcı değil, kapsayıcıdır. İtici değil, cezbedicidir.
Bu satırları yazmamıza vesile oldukları için başta
Galatasaray yöneticilerine, galibiyette payı bulunan yerli ve yabancı
futbolculara ve teknik adamlara teşekkür ederiz.
Avrupa’daki sesimiz Galatasaray’a üstün başarılar
dileriz.
* *
* * *
* * *
* * *
HOSPİTAL HASTANESİ
Bir gün,
Karşıyaka’dan Bornova’ya gelmek için dolmuşa bindik.
Dolmuş iki
durak ilerledikten sonra, yolcu almak için durdu. Kucağında kundakta bebekli
bir kadınla, yanındaki kadın binmek için hamle yaptı. Ama önce bebekli olanı
sordu:
“Hospital hastanesinden geçer mi?”
Dolmuş
sürücüsü “Geçer!” deyince bindiler.
* * *
Kendi
kendime hem İngilizceyi, hem de Türkçeyi katlettiler diye düşündüm.
Çünkü az
İngilizcemden biliyorum; “hospital” zaten “hastane” demek.
Bu
bayanlar, “Hospital hastanesinden geçer mi?” diye sorunca ne söylemiş
oluyorlar?
“Hastane hastanesinden geçer mi?”
Herhangi
bir dilde böyle bir ifade olabilir mi?
Olmaz,
olamaz…
Amma
velâkin Türkiye’de olursa da kimse yadırgamaz.
* * *
Sonra,
düşündüm… Aslında bu soruyu soran bayanların fazla kabahati yok!
Neden?
Çünkü
patron özel hastanesinin adını “Central Hospital” koymuş.
Binanın
tepesine, girişine ve dört bir yanına da kocaman levhalarla “Central Hospital”
yazdırmış.
Oraya
gitmek isteyen nasıl soracak?
“Central
Hospital”e gider mi, diye sorsalar daha mı iyi?
* * *
Tabii
burada problem işyerlerine yabancı isimler konmasında hiçbir engelin olmaması…
Her konuda
sıkı sıkıya yasaklar koyan devletin, iş, mekânlara yabancı isim koymaya
geldiğinde aşırı serbestçi olması…
Anadilimiz,
Türkçemiz konusunda hiç hassas olmaması…
Türkçenin
yozlaşmasına seyirci kalması, adeta teşvik etmesi…
Dili
yozlaşan kişinin, karakterinin de yozlaşacağını hesap edememesi…
Türkçe
biterse Türk’ün de biteceğini görememesi veya görmezden gelmesi…
Asıl mesele, memleket gibi Türkçenin
de sahipsiz olması.
Gel de
Karamanoğlu Mehmet Bey’i rahmet ve şükranla anma!
Hani, tâ
1277’de “Bugünden sonra divanda, dergâhta, bargâhta, mecliste
ve meydanda Türkçeden başka dil kullanılmayacaktır.” demişti.
Ruhu şad
olsun!
Ruhu bize
ilham versin!
Yeni
Karamanoğlu Mehmet Beyler yetişsin!
* * *
ÜSTATLARDAN
MECNUNLAR
YOLU
Biz çölde
yetiştik; çile yâr oldu bize,
Sermayemizin
külleri kâr oldu bize!..
Tek müjde
nasip olmadı hiçbir kuyudan,
Biz hep su
dedik, yankısı nâr oldu bize!..
Bekir Sıtkı
Erdoğan
Önceki
yazılar