( Yeditepe Üniversitesi Siyaset Bilimi ve UA ilişkiler bölümü Doktora öğrencisi), 12 Ekim 2009:
Kafkasya, Amerika Birleşik Devletleri (ABD)’nin küresel jeopolitik stratejisi açısından büyük önem taşımaktadır. Azerbaycan, Gürcistan ve Ermenistan’dan oluşan Güney Kafkas ülkeleri, Türkistan coğrafyasına ulaşımı kolaylaştıran, Rusya Federasyonu’nu etkisiz hale getiren ve Doğu ile Batı arasında enerji – ticaret transferinde stratejik geçiş yolu konumuyla ABD’nin Avrasya politikası veya “Büyük Orta Doğu Projesi” (BOP)’nde de oldukça önemli bir bölge konumundadır1. ABD açısından söz konusu bölgenin enerji kaynakları dışındaki diğer özelliği ise İran’a yakınlığı ve İran’ın bölgedeki nüfuzunun dengelenmesi açısından uygunluğudur.
Gerek Rusya’nın yumuşak karnına doğrudan etkisi ve arka bahçesi olması gerekse ABD’nin jeopolitik stratejisi açısından böylesine hayati önem taşıyan bölgede rahatsızlığın ana kaynağı olan, sürekli sorun yaratan, Rusya ve İran yanlısı politikalarıyla Batının çıkarlarına büyük darbe vuran Ermenistan son yıllara kadar Batı tarafından şımartılırken, bölgesel bir güç olan Türkiye, aynı hoşgörüyü hiçbir zaman görememiştir.
Türk kamuoyu; Türkiye-Ermenistan ilişkilerinde sorunun kaynağının Batı dünyasının Türkiye’ye yönelik haçlı zihniyeti olduğu gerçeğini bilmekte, Devlet Politikasının bu konuda Büyük Devlet olmanın sorumluluğu içerisinde ve atalarının hatırasına gölge düşürmeyecek kararlılıkta olması gerektiğini savunmaktadır. Bu genel düşünce dışında, Türkiye’deki bazı akademisyen ve entelektüel çevrelerin, Ermeni Tehciri ile ilgili gerçeklerin tarihçiler tarafından değil siyasiler tarafından “özür-af” basitliğine indirgenmesine yönelik girişimler olmakla birlikte, bu çabalar, sorunun karşılıklı anlayış ve işbirliği içerisinde, Türkiye’nin savunduğu tezlere göre hak ve menfaatlerine uygun olarak çözülmesine yardımcı olmaktan uzaktır.
“Komşu ülkelerle sıfır sorun” prensibinin Türkiye’nin dış ilişkilerinde hâkim olduğu son yıllarda, 1921 Kars anlaşması ile çizilmiş Türkiye-SSCB ve dolayısı ile Türkiye-Ermenistan sınırının açılmaması, bir hukuksuzluk değil, aksine, Ermenistan devletinin 1993 yılında Türkiye Cumhuriyeti tarafından tanınmış olmasına rağmen Ermeni diasporasından olumsuz etkilenen Ermenistan’ın sert ve uzlaşmaz tavrı nedeniyle kurulması mümkün olamayan diplomatik ilişkilerin olumsuz bir yansımasıdır.
Türkiye Azerbaycan ilişkileri dâhil olmak üzere, bütün ikili ve çok taraflı uluslararası ilişkilerde, esas olan Türkiye Cumhuriyeti’nin kazanımları ve Türk Milletinin refahını, devletin bekasını sağlayacak her türlü gayretin siyasi otorite tarafından gösterilmesidir. Bu noktadan hareket edildiğinde, soydaş ve akraba bütün devletlerin, gerektiğinde kendi hak ve menfaatlerini nasıl gözettiği ile ilgili geçmiş deneyimlerde dikkate alınarak, Ermenistan ile ilişkilerin normalleşmesinin, bazı adımların dikkatle atılması ile mümkün ve doğru olacağı değerlendirilebilmektedir.
Bu değerlendirme ışığında, 10 Ekim 2009 günü imzalanan “Ermenistan Cumhuriyeti ve Türkiye Cumhuriyeti arasında ilişkilerin geliştirilmesine dair protokol” her iki ülke parlamentoları tarafından onaylanmadan önce atılacak adımlar ve mutabakat sağlanacak hususlar olduğu görülmektedir. Bu konular, protokol metninde yer almayan “ Dağlık Karabağ’daki Ermeni işgali ve sözde soykırım iddiaları” değil, öncelikle, Ermenistan’ın Karabağ dışında, hiçbir uluslararası hukuk kuralı ile bağdaşmadığı kendileri tarafından dahi kabul edilen, Karabağ civarındaki yedi bölgede sürdürdüğü işgal ve sebep olduğu bir milyona yakın yerlerinden edilen Azerilerin durumudur. Her ne kadar, Azeri ve Ermeni Devlet başkanları, 8 Ekim tarihinde Moldova’nın başkenti Kişinev’deki son buluşmalarında aralarındaki sorunların çözümüne yönelik herhangi bir olumlu adım atmamış olsalar da, bu noktada Azerbaycan çözümü destekleyeceğinin işaretlerini vermiştir.2
Türkiye’nin öncelikle dış politikasında hedeflediği “komşularla sıfır
sorun” prensibine sağladığı katkı yanında, protokolün Türkiye’nin uluslararası
anlaşmalara atıf yapan metni, 1921 Kars ve Moskova anlaşmalarının her iki ülke
tarafından da kabulünü sağlaması bakımından bir kazanım olarak
görülebilmektedir. Ermeni diasporasının benimsemediği bu protokol, Ermenistan
hükümetinin Batı ve Rusya aktörleri arasında nasıl bir denge sağlayacağı
konusunu ön plana çıkarmakla, Ermenistan’da kısa vadede siyasi çalkantılara ve
bazı değişimlere sebep olabilecektir. İktisadi ve ticari olarak,
Kafkasya’daki bütün denklemlerin dışında kalan Ermenistan’ın, somut
adımlar atarak protokole işlerlik kazandıracak Parlamentolar onayını alma
yönünde çok büyük ikilemler içerisinde kalacağı beklenmelidir. Protokolün TBMM
tarafından onaylanmasına yönelik atacağı olumlu adımlar, diaspora tarafından
beslenen iç aktörler tarafından hainlik olarak nitelendirilerek, protokolün
Ermenistan Parlamentosu tarafından onaylanmasını imkansız hale getirecektir. Bu
noktada, AB-ABD ve Rusya Federasyonu üzerlerine düşen görev, protokolün imza
töreni sırasında verdikleri resmin samimiyetine uygun şekilde yerine getirmeleridir.
Sorunun gerçek çözümü, aslında fotoğraf çekiminde arka planda görünen, Türkiye
Cumhuriyeti ve Ermenistan Cumhuriyeti dışındaki aktörlerin istek ve
kararlılığına bağlıdır.
---------------------------------
[1] Dr Şenol KANTARCI , online at < http://www.turksam.org/tr/
[2] Rus basınına konuşan Azeri Dışişleri sözcüsü
Elhan Poluhov, işgal edilen Dağlık Karabağ dışındaki bölgelerin kontrolü
karşılığında, Ermenistan’la kapalı tüm ulaşım yollarını açacağını açıkladı.
“İlk aşamada Karabağ dışındaki yedi bölgeden beşinin (Ağdam, Fuzuli, Zengilan,
Cebrail ve Gubadlı) kontolü Azerbaycan’a geçmeli. Laçin ve Kelbecer
bölgelerinin işgalinin biteceği tarih de belirlenmeli. Biz de yıllardır kapalı
olan demiryolu ağı ile otoyolları kullanıma açacağız” diyen Poluhov, iki halk
arasındaki güven tesisi için de ciddi çalışmalar yapılacağını vurguladı. İşgal
bölgelerine Azeri nüfus geri dönünce bölgedeki güvenliği garantilemek üzere
uluslararası mekanizmanın devreye girebileceğini belirten sözcü, Karabağ
Ermenileri ile
Arşiv