Kamuoyunda 4+4+4 olarak bilenen eğitim modeliyle 12 yıla çıkarılan zorunlu eğitim üç kademeye ayrılıyor. Birinci kademe 4 yıllık ilkokul, ikinci kademe 4 yıllık ortaokul ve üçüncü kademe 4 yıl süreli liseden meydana geliyor. İlkokul ve ortaokulu bitirenlere eskiden olduğu gibi bir diploma değil bitirme belgesi veriliyor. Asıl diploma lise eğitimi sonrasında verilecek.
İlköğretim birinci kademede görev yapan sınıf öğretmenleri yine aynı şekilde sınıflarını okutmaya devam ederlerken, branş öğretmenleri ortaokullarda görev yapacak. Bu sene ilköğretim 4 ve 5. sınıfları okutan öğretmenleri zorlu bir dönem bekliyor. Bu durumda 52 bin öğretmen olduğu ifade ediliyor. Bunların bir kısmının zorunlu olarak köy okullarına kaydırılması kaçınılmaz olacak.
Bundan önce yazdığımız bir yazıda “Siz liselere girişteki SBS sınavlarını kaldırabiliyor musunuz? Üniversiteye girişin önündeki YGS, LYS engellerini kaldırabiliyor musunuz? İşte o zaman asıl kahraman sizsiniz.” demiştik. Başbakan Erdoğan’ın bu konuyla ilgili olarak yaptığı açıklamalara bakılırsa özel dershaneler kapanacak ve öğrenciler üniversitelere sınavsız girebilecek. Ancak daha dün (1 Nisan 2012)’de yapılan YGS sınavına 1 milyon 847 bin öğrencinin iyi bir üniversite hayaliyle ter döktüğü biliniyor. Buna karşılık tüm zorlamalara rağmen bu sene ülkemizdeki tüm üniversitelere girebilecek öğrenci sayısı 400-500 bin arasındadır. Geçen yıl 60-70 bin arasında bir kontenjanın da boş kaldığını unutmayalım.
4+4+4 yasasının en çok tartışılan hususlarından biri de artık Kuran-ı Kerim ve Siyer derslerinin seçmeli ders olarak okutulması oldu. Karşı çıkanların haklı gerekçeleri olabilir. Hatta daha ileri gitmek gerekirse bu dersler zorunlu ana derslerden bile ön plana çıkacağını söylemek mümkün. Hatırlayanlar olacaktır. Yetmişli yıllarda din dersleri seçmeli hale gelmişti ve dersi almayanlar bir küçük düşürülmüş, hor görülmüştü. O bakımdan bu yasal zorunluluk nedeniyle aynı manzaraların ortaya çıkması kaçınılmaz olacaktır.
Okullarımızda Kur’an-ı Kerim ve Siyer derslerinin verilmesi yeni bir şey gibi tanıtılıyor. Hâlbuki Cumhuriyetin ilk yıllarında Kur’an-ı Kerim öğretimi bütün okullarda zorunluydu. Günümüzde ortaokul ve liselerde Kur’an-ı Kerim okutulmasından yana tavır alan çevrelere ilginç bir anekdot aktaralım.
MHP
lideri Türkeş, ÜLKÜ-BİR (Ülkücü Öğretmenler Birliği) nin 1977’deki bir kongresinde
yaptığı konuşmada şunları söylüyor:
''Elli seneye yaklaşan Türk Milli Eğitimi, bir türlü özlenen milli muhtevayı
kazanamamıştır. İdare-i mashatçı siyasetçilerin ''reform'' gayretlerinin akim
kalması, yeni gelenleri şaşkınlıkla bocalayıp, yeni''reform''lar peşinde
koşmaktan kurtaramamıştır. Bu başarısızlıkların sebebi gayesizliktir, dünya
görüşü yoksunluğudur, taklitçiliktir. Yetiştirmek istediği insana müşterek bir
vasıf vermeyi düşünemeyen bir sistem gayri milli kültürün tesirlerine açık,
yabancılaşması mukadder nesilleri kendi elleriyle yetiştiriyor demektir. İyi insan da, iyi vatandaş da sadece dünyevi
müeyyidelere bağlı olarak yetiştirilemez. Asırlardan beri insanın nefsini
frenleyen ahlak, nizam ve hayır işlerini geliştiren en ehemmiyetli müessese
din' dir. Bütün dünya devletleri, bahusus Hıristiyan devletler, vatandaş
terbiyesinde din'i birinci planda tutarken, Türkiye’de yıllardan beri bir
"Din korkusu" hüküm sürmekte, Türk çocuklarına, Hıristiyan
vatandaşlarımıza sağlanan haklar dahi çok görülmektedir.
Bugünkü eğitim sistemimiz içerisinde, ortaöğretimdeki seçmeli dersler arasına
imam-hatip okullarının uygulandığı şekilde, Kur’an-ı Kerim dersi de alınmalı,
din bilgisi dersi de seçmeli olarak üç saate çıkarılmalıdır. Türk vatandaşı,
çocuğunun dini terbiyesini Devletten beklemektedir. Devletin vazifesi de
"iyi insan iyi vatandaş" yetiştirmektedir. Şahsım ve partim bu
meselede ÜLKÜ-BİR'in haklı taleplerini sonuna kadar takip edecektir.”
TBMM ölümünün 15. yılında rahmetli Türkeş’in bir idealini daha gerçekleştirmiş oluyor.