Kalem feryâd eder, ağlar mürekkep,
“Beni cahil eline verme Ya Rab!
Lütfunla âlime çevir yolumu,
Kırma n’olur kanadımı, kolumu.”
Lâedri

F’NİN PORTRESİ
Aynam sana kendi
hayalini aksettirmedi, öyle mi? iki üç kelimenin şekillendirdiği bu bir parça
standart portrede ben yokum diyorsun. Fırçayı sana uzatıyorum. Hafızamın
ekranına kendini istediğin gibi aksettir. Göğsünde uçurumlaşan boşluğu kelimelerin
yapma çiçekleriyle doldurmaya kalkışmaktasın dostum. Cömertliğin arkasında bir
Gobseck hesabiliği sırıtıyor, yatırım yapıyorsun kendine göre, küçük, zavallı
bir tefeci hesabîliği. Sen hiçbir zaman, hiçbir şeyi elin titremeden vermedin,
veremezsin. Alsibiyad olamazsın demem seni kızdırmış, zaten Alsibiyad’ı da
tanımıyorsun. O çağda yaşayan
Alsibiyad’ın belki vekilharcı, belki oğlanlarından biri olurdun. Kanatların
yok. Zaman zaman bir kümes hayvanı beceriksizliğiyle uçmaya kalkman
sempatikleştiriyor seni. Tilkinin uçma talimi yapması gibi. Endülüs
hükümdarının hazineleri içindesin dostum.
Ama sefaletlerin en korkuncu ile sarmaş dolaş. Seviyormuşsun beni.
Çorabını, iskarpinini, kravatını sevdiğin kadar. Sevgi, ferag3attir. Senin his
dünyan yarı kuru bir dere, Hint şairinin dediği gibi, insan ancak ayaklarının
ucunu ıslatabilir sularında.
Korkuyorsun. Şövalyelikten, kahramanlıktan, kabadayılıktan
korkuyorsun. Yalnız İstanbul’daki
kazancın altmış bin lirayı aşıyormuş. Dokunulmayan ve çığ gibi büyüyen altmış
bin lira. Dünyada en çok sevdiğini söylediğin insanın manevî haysiyeti, belki
farelikten kurtulması, senin en küçük bir emek harcamadan konuverdiğin bu
altmış bin liranın en çok beşte birine bağlı. Ve pazarlığa kalkışıyorsun: Bin
vereyim, iki bin vereyim. Belki de
karanlık bir kuvvet seni bacaklarından yakalamış, damarlarındaki Ben-i
İsrail’in kanı. Beni sevdiğine inanırım. İffetini tereddütsüz feda
edebilirsin. Ama bir fikir eserinin
ölümden kurtulması, hiçbir zaman harcamayacağın, harcayamayacağın servetinin en
küçük bir miktarına dokundu mu, orada yoksun. AZİZ DOSTUM! İNSANLAR KUDRETLERİ
ÖLÇÜSÜNDE SORUMLUDURLAR. Hamiyetperverlik şüpheli bir belagatin alnımıza
oturttuğu çiçekten bir taç değildir. Seni istediğin kadar sevemediğim için ne
kadar bedbahtım. Yalnız bana değil, irfana da ihanet ettiğin için farkında
olmayacak kadar garip bir gaflet içinde bocalıyorsun. İki şeyden biri: ya hiçbir entelektüel vasfın
yok, güzelden ilelebet anlamamaya mahkûmsun, hakkımdaki sitayişlerin âdi bir
dalkavukluk, o zaman sadece acınır efendimize. Yahut, “Hint Edebiyatı”nın
değeri hakkında fikrin var, kelimeler ruhunu dalgalandırabiliyor, o zaman, o
zaman kayıtsızlığın tam bir cinayet. Bunların ikisi de mümkün. Öfkelenmiyorum.
Yalnız hamiyetperverlik rolüne çıkma. Başkaları diyorsun. Benim için başkaları
yok. Hint’i görenler arasında senden başka parası olan yok. Bu bakımdan
ebediyet karşısında yalnız sen sorumlusun. … Ben seni her iki çehrenle de kabul
ediyorum. Kahraman aramaktan vazgeçeli yıllar oluyor. Sen de kalabalıktan
herhangi birisin. Küçük tezatlar içinde bocalayan, ne istediğini bilmeyen bir
mösyö veya sör. Çiçekleri dikeniyle beraber sevmesini bilirim. Hatta çiçeksiz
diken bile sevimli. Belki çok şeyler bekledim senden. Belki de kalemimden
dökülen, insiyakın zehri. Belki
kıskanıyorum seni. Ama neden kıskanayım? Saadetinin hiçbir zaman farkında
değilsin ki! … Senin kalbin gelişmemiş, dumura uğramış. Çarpmak istiyor,
çırpınmak istiyor.
* * *
JUNG’A GÖRE KURTULUŞ
1949 Ağustos tarihli
“Psyché”de Jung’un bir kitabı tanıtılıyor. Netice olarak şöyle diyor Jung:
Kolektif bir psikopati söz konusu. Çağımızda fazla kalabalık ve totaliter
temayüllü bütün insan topluluklarını tehdit eden bir felaket bu. Fert böyle bir
topluluğun kucağında nefsini koruma insiyakını kaybederek selameti başkalarında
arıyor. Herhangi bir “izm” uğruna feda ediyor hürriyetini. Eski tanrıların
yerini ideolojiler aldı, hepsi birbirinin kafiyesi olan ideolojiler. İnsan
sosyal lehine, reeli kaybetti gözden, her şeyi devletten bekliyor. Psikolojik
manada bir kişi değil artık, esaretinin bile farkında değil.grup farkında
olmadan en korkunç gaddarlıkları irtikap edebilir. Almanya’nın katastrofu
hepimizin. Hiroşima’ya atılan bomba insanlığın vicdanında “ölüm” fırınlarından
veya gaz odalarından daha az akisler uyandırıyor. Neden? Almanya’da tutuşan
ateş her yanda görülen bazı psişik sebeplerin neticesi. Zaten ilk işaret
Almanya’dan gelmiyor. Atom enerjisinin parçalanışı insanın eline radikal bir kendi
kendini tahrip vasıtası verdi. Çare? Fert olarak bu kolektif psikozdan kurtulma
cehdi. Ama bu sadece dile kolay. Yine bütün ümitler kültürde. Toplulukların
kaderini değiştiremeyiz diye kendi üzerimizdeki kontrolü gevşetmemeliyiz.
Kitabın son cümlesi şu: İnsanlığın ölüm kalım meselesini ciddi bir tartışma
konusu yapmanın zamanı geldi de geçti bile. Tek kişinin tufandan kurtulması.
Ama lejanda göre bu tek kişi yeni bir insanlık kurabiliyor tek başına.
* * *
18.07.1963
Hamiyyetin adı bile
unutuldu. Faziletten fakir bir akraba gibi utanır olduk. Goril, altı asırlık
tarihin sırtına geçirdiği elbiseleri parçaladı, bütün müstekrehliği ile
çırılçıplak. İnsanın riyaya hasret çektiği bu ufunetleri gizleyen her örtü
muhterem, yalan muhterem, yapmacık muhterem. Yirmi sekiz milyonun kanı ile
palazlanan “happy few ”, yirmi sekiz milyona küfretmekle minnet borcunu ödüyor.
Bu efendilerin parolası: “Git Avrupa’ya bir daha dönme” tavsiyesidir. Herhangi
bir turist tesadüfen misafiri olduğu ülkeye bizim bu memlekete gösterdiğimiz
sevgiden çok daha fazlasını bezleder. Kaç ve soy! Kefen hırsızlığı, efkar-ı
umumiyenin kahramanlık mertebesine yükselttiği mesleklerden oldu.
Çağdaşlarımızla her
sohbet bir lâğım banyosu. Fildişi kuleden vazgeçtik, canavarlarla kucak kucvağa
yaşayabileceğimiz mağara nerede? Galiba Vigny haklı. En muhteşem cevap sükut.
Şer’le diyalog bir nevi suç ortaklığı. Gorillere buket sunmak. Onlar şehvet
sarası içinde tepinirken sen elinde madenci lambası toprağın yedi kat
derinliğine uzanıp hayali madenler arayacaksın. İnciler çıkaracaksın
Ummanlardan, goriller çakıldan anlar. Juvenal ne asil devirde yaşamış. İsyan
bir ümit çığlığıdır. Ölü isyan etmez.
Kimi örnek
göstereceksin çocuklarına? Plutark’ın kahramanlarını mı? plutark’ın
kahramanları Rousseaau’yu heyecanlandırabilirdi. Şimdi o heykeller bütün cazibelerini
kaybetti. Masal bile değil artık.
A. hırsız, sahtekâr,
kötü bir evlat, aşağılık bir koca, ama insanla, insanlıkla bütün ilgilerini
kaybetmemiş. Bu adam hâlâ ağlayabilir. Belki sevebilir de. Fazileti
hapishanelerde mi arayacağız?
* *
* * *
HAYALE
VEYA HAKİKATE DAİR
Hakikat o kadar çirkin
mi? Neden süprüntü kutularından tedarik ettiğiniz paçavralara sarıp
sarmalıyorsunuz? Yalan daima asil değil ki! Donmuş ruhunuz. Ne ümidin sıcaklığı, ne sevginin alevi, Sibirya’da
vahalar yaratabilir. Derinlere inmeyen bir tecessüs; kumları avuçları ile
iten, toprağın bağrındaki coşkun sulara inmeyen, çölde artezyen fışkırtmayan,
fışkırtmak istemeyen ürkek, mecalsiz, hasta bir tecessüs. Rüzgârların
sürüklediği bir deve dikeni… Yapraklarınız dağılmış, çiçekleriniz dökülmüş,
meyveniz yok. Bir ağaç iskeleti ruhunuz.
Bulmaktan korkarak arıyorsunuz. Neyi? Akmayan
bir çeşmeye benziyor ruhunuz. Hoyrat eller musluğunu bile sökmüşler.
Kitabesi? Kitabesi silinmiş. Kanatları
yok ruhunuzun. Galibe kanatsız doğmuş. Yeis kadar şifasız, kutuplar gibi…
Hayır, kutuplara benzer tarafı yok. Sadece hastasınız. Birçok insanlar gibi,
İnsanlık gibi hastasınız. Hayat atılış
demek, ileriye, yeniye, maceraya. Çamura saplanmış bir araba. Metrûk, camları kırık ve rengi solmuş. Zindanınızın kapıları açık, ama siz hasır
bir iskemle kadar o zindanın eşyasından olmuşsunuz. Ve sırtınızda
taşıyorsunuz zindanınızı. Yalnız sessiniz, yalnız kelime. Uzaklardan gelen ve
kime ait olduğu bilinmeyen bir ses. Ve bozuk bir plaktan dökülen kelimeler. Hep
aynı. Ve gömülmesi unutulmuş bir cenaze kadar sıkıcısınız bazen. Susuzluğu
artıran ve ağızda buruk; hayır sadece acı, sadece kekremsi bir tat bırakan
deniz suyu gibi bir şey.
Başlamadan biten bir oyun bu, güldürmeyen, ağlatmayan
bir oyun. Kader bazen çok ahmak bir
rejisör. Biz de rollerimizi beceremiyoruz galiba. Güller ıtır olur dağılmadan. Acılar hatıralaşınca güzelleşir. Şair,
kendi rüyamı çaldım kalbinin boşluğunda diyor. Rüyalarımızı çalacak gitar?
Işığa borcumuz yok, o bizim için doğmuyor ki, güneş bizi ısıttığının farkında
bile değil, ırmağa teşekkür borçlu değiliz. Şükrün bir şuurun, bir niyetin, bir fedakârlığın aksi sedasıdır.
Şair, ben kadehimi diktiğim zaman ziyafet sona erdi, şarap kalmışsa uşaklar
içsin, diyor. Boş bir kadehi dudaklarına götürmek. Hazin olan bu. Kadehte bir
cür’a bile yok. Hatta kadeh de yok ortada. Hem kadeh, hem bade, hem bir şuh
sakidir gönül. İçtiğin hayal kadehindeki rüyalarındır. Neden bu rüyaları sen de
görmedin? Yaşamak yaralanmaktır.
Yaralanmak da güzel.
Arşiv