Bugünlerde saldırıdan geçilmiyor. En
korkunç saldırı nereye, biliyor musunuz? Türk
milletinin zihnine!
Bu milletin hafızasının balık kadar dar,
zekâsının kuş kadar boş olduğu varsayımıyla, dehşet verici bir taarruz var.
Daha açığı, bu milleti tamamıyla geri zekâlı kabul edip buna göre bir saldırı
ve düzenleme girişimi söz konusu!
*
* *
Reşediye’deki pusuda; “Teröristlerin sivil kıyafetle yola indiği,
onları domuz avına çıkan köylüler sanan askerlerin de ateş açmadığı” haberi, ciddi bir haber gibi yayılıyor.
Yahu, siz 25 senelik PKK mücadelesinde;
şu Habur’a “teslim” olamaya gelenler
dışında kaç tane “üniformalı” PKK’lı
gördünüz. PKK’nın ne zaman “üniforması” oldu? Askerin karşısına kaç kere
üniformayla çıktı?
Hiçbir
zaman?
Hiç çıkar mı?
“Üniforma”sını nerede gösterir? Sadece
kendisine hiçbir şey yapılayacağı, paşa paşa serbest bırakılacağı garantisi
verildiği yerde! Onu da 19 Ekim’de,
Habur’da bir kere yaşadık, bir kere daha yaşanacağını hiç sanmıyoruz.
*
* *
Genelkurmay yetkilisi Korgeneral Reşadiye’yle ilgili ne dedi? “Katliam 1 dakika içinde gerçekleşip,
bitirildi.” Bu kadar seri! Yani, teröristin terörist olduğunu anlasa bile
askerin o kadar kısa süre içinde yapabileceği bir şey var mı?
Haberdeki
bir başka tezat: vakanın meydana
geldiği gün; sis olduğu, görüş mesafesinin 2 metreye kadar düştüğü
bildirilmişti. Eee, asker o siste teröristlerin sivil mi, “üniformalı” mı
olduğunu nasıl görüyor?
Saldırıdaki
asıl ihmal, Ekim ayından beri
teröristlerin civarda olduğu, ortada gezdikleri, eylem yapacakları biline
biline, yazışa yazışa böyle bir tuzağın yaşanmış olmasıdır. Bu gözden
kaçırılıyor. İstihbarat olduğu halde teröristler eylemden önce neden
yakalanmadı, sorusu gölgede bırakılmak isteniyor. Vukuatın sorumluları gizleniyor, perdeleniyor, hakikat budur.
*
* *
TESADÜFÜN 5 İĞNE DELİĞİ
Tesadüf 1: “Herkes gider Mersin’e biz gideriz tersine” diye bir deyim var. Bir
bakıyorsunuz, sokak olaylarının en fazla yaşandığı ilimiz Mersin!
Tesadüf 2: “Dolap çevirmek” diye bir deyim var. Bir bakıyorsunuz,
İstanbul’daki olayların en fazla yaşandığı, “kurusıkı” silahların çekildiği
semtin adı Dolapdere! Bu olaylar
üzerine “Dolapdere’de ne dolaplar
dönüyor?” diye manşet atmayan gazete ve TV kalmadı.
Tesadüf 3: “Bulanık suda balık avlamak, suyu bulandırmak, zihni bulandırmak”
gibi “bulanık”la ilgili pek çok deyim var. Bir bakıyorsunuz. Muş’un Bulanık ilçesinde olaylar
çıkıyor ve “Perşembenin gelişi Çarşambadan bellidir” sözüne hak verdirircesine;
Dolapdere’deki kurusıkılardan sonra Bulanık’ta
kocaman bir kalaşnikof sahneye çıkıp 2 kişiyi öldürüyor, 10 kişiyi yaralıyor.
Tesadüf 4: Tıpkı 12 Eylül öncesindeki “yeşil kuşak”, “Yunanistan’ın NATO’ya
dönmesi” talepleri gibi, Amerika’nın, bugün de hiçbir siyasi iktidarın
karşılayamayacağı “Ruhban Okulu”,
“Ermenistan sınırının açılması”, Afganistan’a asker” gibi talepleri var.
Tesadüf 5: Aralık 1978 – Aralık 2009… Ülkeyi 12 Eylüle götüren süreçte 19
Aralık 1978 günü başlayan “Kahramanmaraş
olayları” bir dönüm noktasıdır. Tıpkı bugünkü gibi, olaylar polisin
kontrolünden çıktığı için, 26 Aralık
1978’de pek çok ilde sıkıyönetim ilan edilmiş ve inisiyatif siyasilerden
askere geçmişti. Sonrası malum!
Son
söz: Bir tek ilde bile sıkıyönetim
ilanı sivil siyasetin, sadece iktidarın demiyorum, bütün sivil siyasetin iflası
demektir.
BİN ASRIN SÖZÜ
2009’da, borcunu, kirasını, faturasını
ödeyebilenlerin oranı sadece %5’miş. Demek ki nüfusun yüzde 95’inin durumu vahim!
Başka bir ifadeyle millet fakr-u zaruret ve derin bir geçim sıkıntısı içinde…
Elbette bu durum yeni değil… Uzun
yıllardan beri büyük bir geçim sıkıntısı çekiyoruz. Son yıllarda bu biraz daha
artmıştır, o kadar!
*
* *
Hazreti Muhammed diyor ki:
“Ölçü
ve tartıda noksanlık yapan millete Allah geçim sıkıntısı verir ve zalim bir
sultanı onlara musallat eder!”
Uzun yıllardır bu millet ölçü ve tartıda
nasıldır?
Aklımız ereli; 40-45 yıldır gazetelerden,
TV’lerden noksan tartı ve ölçü, hileli mal ve ürün satışı haberleri eksik
olmaz. Kendimiz de çoğu zaman alışverişlerde kazık yediğimiz hissine kapılırız.
Tabii ölçü-tartı deyince sadece tartıda
doğruluğa değil, ürünün niteliğine de bakmak lâzım. Ölçü doğru ama üründe
katkı, sulandırma varsa o doğruluk neye yarar? Hatta ürünün olması gerekenden
yüksek fiyata satılması da ölçü ve tartıda noksan ifadesinin içindedir.
Esnafta ölçü ve tartı var. Fakat memurda,
doktorda, avukatta, mühendiste, patronlarda… Vb. ölçü tartı yok! Peki, onlarda hile hiç olmaz mı?
Misâl; Tuzla’da, Zeytinburnu’nda ve Bursa’da veya ülkenin herhangi başka bir
yerinde çalışanlarının can güvenliğinin sağlanmaması, sigortalanmaması…
İşçisine hak ettiği ücreti eksik vermek,
zamanında vermemek…
Memurun
işini savsaklaması, ciddiye almaması, mesaiye geç gelmesi, erken ayrılması…
Yine, memurun görevi olan bir işi bahşiş
veya rüşvet karşılığı yapmaya kalkması…
Kayırma,
torpil veya tersi vatandaşı itip-kakma, horlama…
Vatandaşın da öne geçmek, işini
çabuklaştırmak için bahşiş veya rüşvet vermesi…
Sporda
şike veya doping, bilerek hile yapmak…
Halkın en temiz duygularını sömürerek
bağış toplayıp nereye harcandığını açıklamamak…
Dayısı
ve parası olmayanlar ülkenin en ücra köşelerinde askerlik yaparken, ünlü ve
güçlülerin bin türlü dümenle “askerlikten yırtmaları”…
Siyasetçilerin seçim öncesi bol keseden
vaat edip, seçim sonrası vaatlerini unutması…
Gecekonduya önce göz yumup sonra yıkma
girişimleri…
İhaleye
fesat karıştırmalar, yandaş ve yakınların kollanması, ehil olmayana görev ve yetkiler
verilmesi…
Bütün bunlar ve daha da uzatılabilecek
pek çok “icraat” tartı ve ölçüdeki noksanlıkların dik alası değil mi?
Açık hırsızlık ve yolsuzlukları bu çerçevede
saymıyorum. Bir de onlardaki yaygınlığı düşünün.
*
* *
Kuşaklar boyu, bizleri cendere gibi
sıkan, bir türlü baş edemediğimiz müzmin geçim sıkıntımıza bir de bu açıdan
bakın.
Nitekim yukarıdaki Hadis, “Kavimler lâyık oldukları gibi
yönetilirler!” Ayetine de açıklık getirmiş oluyor.
Peki, sizce Allah “zalim bir sultanı da bize musallat” etti mi?
Bu konuda biz fikrimizi söyleyip sizi etkilemeyelim. Cevabı kendiniz verin! Hadis meali ortada!
* * * * *
MERHAMETSİZ DÜNYA
Hamiyet nedir diye sorsam; çok zor cevap
alacağımı biliyorum. En fazla, İstiklâl
Harbi sırasında kullanıldığı, o günkü yazışmalardan belli olan bu kavram
unutuldu gitti.
Hamiyet; millî onur ve haysiyet demekmiş.
Diyeceksiniz ki, “haysiyet” de unutuldu gitti.
Unutulan bir başka nesne daha var; merhamet!
Artık insanlar daha hamiyetsiz, daha haysiyetsiz ve
daha merhametsiz…
* * *
Memleketin genç bir evladı… Adı Emir Ali, 23 yaşında…
“Vatanî görevi”ni yapmış…
Vatanî görevini aslanlar gibi yaptıran devlet, ona emniyetli, “haysiyetli” bir iş
verememiş.
Hayallerini kırmızı bir motosiklet
süslüyormuş!
Vatanî görevini onuruyla yapan bir
gencimiz için çok mudur, bu hayal?
Neden çok olsun? Küçük, minik, masum bir
hayal!
Bir motosiklet parasını günlük harçlık
diye cebine koyanların yaşadığı bir ülkede; Emir Ali’nin hayatının hayali bir kırmızı motosiklet!
Ama Emir Ali’nin cebine binlikleri
koyabilecek bir babası yoktu.
Mecburen indi yerin
Patronu, 20 lira yevmiye vermek için her
gün 30 el arabası kömür çıkarmayı şart koşmuştu! Çünkü Emir Ali o kadar kömürü
çıkaramazsa; patron, çocuklarının cebine binlikleri koyamazdı.
*
* *
Emir Ali birkaç gün önce motosikletine
kavuştu. Hayalini gerçekleştirmiş ama mutlu olmuş muydu?
Hayır!
Hayata sitem doluydu!
Motosikletinin alnına, herkesin
okuyabileceği bir şekilde “ACIMASIZ
HAYAT” yazdırmıştı.
*
* *
Aslında,
acımasız olan hayat değildi!
Hayatı biz acımasız hale getiriyorduk.
Hamiyetsiz, haysiyetsiz ve merhametsiz
insanlar…
Emir Ali’ye ve hepimize hayatı zehir eden;
gücü elinde bulunduranların merhametsizliğiydi.
Bu hamiyetsizler aynı zamanda işveren,
aşverendi. Onları doğrudan doğruya karşıya almaya gelmezdi.
Onların yerine “hayat”ı hedefe koyup, öfkemizi ona boşaltıyoruz.
*
* *
Hamiyet, haysiyet ve merhamet
hayatımızdan çıkınca, doğal olarak daha az “insan”ız. Böyle insanlardan oluşan
cemiyet daha az insanî bir cemiyet! Ve hayat daha çekilmez bir hayat!
Balık hafızamız 3 gün sonra bu faciayı
unutacak!
Yeni bir facia olmaması için, faciaya
sebep olanlardan hesap sormak lâzım!
İhmalleriyle 19 insanın diri diri toprağa
gömülmesine sebep olan patrona hesap sorulacak mı dersiniz?
Buna inanan var mı?
Eksikleri olduğu halde, madenin neden
kapatılmadığı sorusuna; Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Bakan Taner Yıldız ne cevap veriyor?
“Madeni
kapatmaya GEREKÇE yoktu!”
* * *
ÜSTATLARDAN
NE DESEM?
Her
yanından kemirir yurdumu azgın bir hırs,
Çekilen kahra lütuf, çileye ihsan mı
desem?
Soramaz kimse cesaretle şerîrin işini,
Astığı astık olur; kestiği kurban mı
desem?
Neyzen
TEVFİK