Türkiye’deki, yardım toplayan dernek ve
vakıfların üst yönetimleri size ne kadar güven veriyor?
Bu soruya cevap aramanın tam sırası!
Çünkü önümüz Kurban Bayramı ve pek çok vatandaş kurban bedellerini bir takım
dernek veya vakıflara bağışlayarak dinî vecibelerini yerine getirmeye
çalışıyorlar.
*
* *
En büyük, en eski ve en geniş kapsamlı
yardım teşkilatı olan KIZILAY hakkında çıkan yolsuzluk iddialarını yıllar
boyunca izledik. Bu kuruma karşı falan değiliz. Yararının zararından fazla
olduğu kanaatindeyiz. Fırsat düştükçe kanımızı da veriyoruz. Kan üzerinden bir
istismar olmayacağına inanıyoruz. Bütün insanların yılda 1 kere kan vermesini
de teşvik ediyoruz.
Lâkin
akçeli işlerde herkesin tekrar tekrar düşünmesi gerekir!
Bir kuruma, kuruluşa güvenebilmek için; o
müessese nasıl işliyor, nasıl yönetiliyor bilmek lâzım! Yönetim kurulunda
kimler var, öğrenmek lâzım! Yönetim kurulu başkanı, genel müdürü kim; bunları
tanımak, bunlar ne ücret alıyor, yaşayışları nasıldır, bilmek lâzım...
En
halisane, en mukaddes duygu ve düşüncelere hitap ederek bağış toplayan;
bizlerin de millî, dinî ve insanî hassasiyetlerimizle bağışta bulunduğumuz
dernek ve vakıfları ne kadar tanıyoruz?
Bunlar içinde EN SAĞLAM, EN DÜRÜST kabul
edilenler hakkında yolsuzluk iddiaları kulaklarımıza geldi. Bize ulaşan
iddialar ilgililerin kulaklarına gitmedi mi, acaba? Gitmez olur mu? Fakat
ortaya çıkarmazlar. Çünkü o takdirde dernek veya vakıf biter. BÜYÜK BAĞIŞLAR
durur.
*
* *
Ülkedeki vakıf ve dernekler neden
güvenilir değil? Çünkü bunların üzerinde hukukî bir kontrol yok. Varsa bile
büyük boşluklar olduğu ortada…
Hal
böyleyken; Deniz Feneri’nin talihsizliği ne?
Yurt dışında da faaliyet göstermesi!
Bilhassa Almanya gibi, paraya ziyadesiyle
kıymet verilen bir memlekette faaliyet göstermesi… Almanya, parasını
dolandıranları kulaklarından tuttu. Yargıladı.
Sonuçta, Alman yargısı ne dedi?
Almanya’da
ucunu tuttuğumuz olay, dolandırıcılığın küçük bir kısmı; asıl dolandırıcılar ve
suçlular Türkiye’de… Alın size bir klasör dolusu delil!
Alman yargısının karar ve işaretine,
gönderdiği delillere rağmen, Türkiye’deki suçluların yakasına yapışılabilir mi?
Zor!
Gayet zor!
Çünkü Alman devleti parasına sahip
çıkıyor ve gerekli düzenlemeleri baştan yapıyor. Hâlbuki Türk devleti için paranın ne önemi var!
*
* *
Bununla beraber Deniz Feneri cezasız
kalmıyor…
Cezayı millet kesti…
Bundan 8 ay önceki haberlere göre, Deniz
Feneri’ne yapılan bağışlar %90 oranında azalmıştı. Muhtemelen aradan geçen
zaman zarfında daha da azalmıştır.
Aah, Fener ahh, dışarıda iş
yapmayacaktın!
*
* *
ÜSTATLARDAN
Kime sordumsa seni, doğru cevap vermediler;
Kimi hırsız, kimi alçak, kimi deyyus, dediler...
Künyeni almak için, partiye ettim telefon,
"Bizdeki kayda göre, şimdi o meb'us!" dediler...
* * * * *
MÜSTAKİL MÜSLÜMANLIK, ISLAK GÂVURLUK
Çarşamba akşamı Habertürk’te İslâm’la ekonomi
arasındaki ilişkileri ele alan bir tartışma programı canlı olarak sunuldu.
En evvel ve her şeyden evvel şunu
söyleyelim ki, “sakız orucu bozar mı?”,
ojeyle abdest alınır mı, abdest almadan Kur’an okunur mu?”, “saçımın teli
gözükse namazım bozulur mu?” tartışmalarını
aşan, olayın özünü irdeleyen bir konunun ele alınmasına nihayetsiz sevindik.
Bunu İslâmî tartışmalar bahsinde mühim bir merhale, bir sıçrama olarak
görüyoruz.
Tartışmacılardan biri herkesin tanıdığı MÜSİAD’ın kurucu başkanı ve şimdiki
üyesi Erol Yarar’dı.
MÜSİAD; “Müstakil Sanayici ve İş Adamları Derneği”nin kısaltılmışı. Fakat
genellikle “Müslüman İş Adamları” çağrışımı
yaptırıyor. Belki de kendi aralarında böyle anılıyordur.
Zaten Habertürk de, Yarar’ın “Müslüman”
kimliğini esas alarak onu tartışmaya getirmiş olsa gerek!
Özet olarak tartışma; İslâm’ın iktisadî hayata bakışı, zengin
fakir ilişkileri, yoksulluk, açlık hususlarını kapsıyordu.
*
* *
Diğer tartışmacı, fazla tanınmayan İhsan Eliaçık isminde “İslâmcı” bir
yazardı. İsmini duymuştuk ama ilk defa televizyonda gördük.
Eliaçık; İslâm’ın özünde mal ve para
biriktirmenin olmadığını, “kifayet miktarı” diye nitelendirdiği mal varlığından
fazlasının ihtiyaç sahiplerine dağıtılması gerektiğini savunuyordu. Bilhassa
Türkiye’de milyondan, dünyada milyardan fazla aç insan varken lüks yaşamanın,
tıkabasa yemenin haram olduğunu vurguluyordu. Bu müdafaasını da Kur’an’dan
Ayetlerle destekliyor, hatta Ayetlere dayandırıyordu.
Söz sırası Erol Yarar’a geçince; bu zat
da, yine Kur’an’dan başka Ayetlerle mal biriktirmenin, zengin olmanın
meşruluğunu savunuyordu.
Buradan şu sonuç çıkıyor: Aynı mukaddes kitaba bakış açısına göre;
iki kişi arasındaki Müslümanlık birbirine tamamen zıt olabiliyor.
Bir ara Eliaçık, Yarar’a “malınızdan vermemek için bin dereden su
getiriyorsunuz” manasında bir şey söyledi.
Bize de öyle geldi. Üstelik bize Yarar’ın
tavır ve davranışından, mimiklerinden, sözlerinden “riya” akıyor gibi de geldi.
Eliaçık’ı; samimi bir Müslüman, tam
anlamıyla inanmış bir insan gibi algıladık. Tecrübesizlikten olacak meramını
anlatmakta zaman zaman sıkıntı çekti. İfadeleri bazen zayıf kaldı. Bununla
beraber, verilmesi gereken asıl mesajı verdi. Kendisini tebrik ediyorum.
Sanırım, bundan sonra ekranlarda daha sık görürüz.
Bu arada, yazarımız Hakan Kalemli “Çakma
Müslüman’a Mektup” başlığıyla muhteşem bir yazı kaleme almış, okumanızı tavsiye
ederim. Yazı linki: http://www.genelhaberler.com/yazi_goster.php?id=1984
*
* *
“ISLAK İMZA” KANITLANDI!
Yukarıda bahsettiğimiz tartışma büyük bir
heyecanla sürerken Albay Dursun Çiçek’in tutuklandığı haberi geldi.
Eh, tutuklandığına göre artık şüphe
kalmamıştır, her şey ayan beyan ortadadır! Zaten mahkemeyi beklemeye ne hacet
vardı? Mahkemeden 3 gün evvel, devletin televizyonunda, devletin Başbakan’ı
Dursun Çiçek’in ismini de zikrederek, Adli Tıp’ın verdiği raporun olayı
ispatladığını söylememiş miydi? Başbakan’ın sözleri aksine görüş serdedecek
babayiğit olabilir miydi?
Neticede, “ıslak imza” kanıtlandı(!)…
Darısı, Özden Örnek günlüklerinin…
Ve…
Büyükanıt
bildirisinin başına!
Önceki yazılar