Oy gizli, haber kutsal, yorum hürdür.
Çocuklar dul kalan anne veya babasının
başka birisiyle evlenmesine neden karşı çıkarlar? Evlat anne veya babasının
mutluluğunu istemez mi?
İstemez olur mu? İster elbette! Ama çocuk
derin bir içgüdüyle, “üvey” anne veya babanın ne demek olduğunu iliklerinde,
ruhunda duyar! Üvey evlat olmak korkunçtur.
Çok defa, üvey evlatların bu ıstırabına
devletin de üvey evlat muamelesi eklenir. Mamafih ana-babasının öz evladı olan
milyonlarca vatan evladı da devletin üvey evlat tavır ve davranışına maruz
kalır.
Devlet
“baba”dır. Ama kimine öz baba, kimine üvey baba! Onun yetkilerini ele geçirenler, “köşe başlarını
tutanlar” memleket evlatlarını iki kısma
ayırarak kimini imtiyazlı, kimini “öteki” yapar.
Öz evlatlarını hep başının üstünde taşır…
Üvey evlatlarını hep iter kakar…
Öyleyken üvey evlat kendisini, sık sık ülkenin
öz evladı zannetme yanılgısına kaptırır. Bu duygusuyla devlet babaya sadakatle
ve şevke hizmet eder.
Lâkin baba, gecikmeden onun üvey olduğunu,
haddini bilmesi gerektiğini, üveyliğini hissettirir. Baba’nın bu
merhametsizliği üvey evlatta dünyanın gittikçe karardığı, gözün gözü görmediği
bir zindanda yapayalnız, meçhul tehlikelere karşı savunmasız kalmış bir yetim
duygusu uyandırır. Babasının kocaman, lüks, siyah makam arabasıyla kendisini
terk etmesi rüyalarını zehirler. Öksüzlük, yetimlik duygusu ciğerlerini yakar. Üvey
evlat, Necip Fazıl’ın deyimiyle “Öz
yurdunda garip, öz vatanında parya”dır.
*
* *
Yazının başlığı ÜVEY EVLAT HİSSESİ de olabilirdi.
Haddizatında üvey evladın üvey evlatlığını en yoğun, en feci şekilde idrak
ettiği, ağlamaklı olduğu hâl; hakkı olan hissenin eline verilmemesi; o hissenin
umumiyetle bir angarya, bir aşağılanma, gururun kırılması biçiminde “hakkına düşmesi”yle ortaya çıkan
zamanlardır.
Baba, öz evlatlarına hep tatlı işler, ballı
görevlendirmeler, makamlar, mevkiler, bol sıfırlı ücretler, ödüller, ikbal
bahşeder.
Üvey evlatların hissesine daima işsizlik
veya ağır ve karın tokluğuna işler, daima dağ başında veya yerin altında
görevlendirmeler, daima “ret” ve
sefalet düşer.
*
* *
Kül
Kedisi masalı, bir üvey evladın
yaşadıklarını abartarak anlatan ama içinde derin hakikatleri barındıran bir
masal… Memlekette milyonlarca “Külkedisi” var. Ne yazık ki çoğunun hikâyesi
Külkedisi’ninki kadar tatlı bir saadetle bitmiyor. Hemen bütün üvey evlatlar
üvey yaşayıp, üvey ölüyor.
“Üvey evlada” ömür boyu düşen
dışlanmışlık, rencide edilme, hor görülme, bu ülkede ve bu dünyada fazlalık
hissi, çaresizlik, acizlik, isyan ve öfke duygularıdır. Kabullenilmesi güç,
katlanılması zor olan acı bir durum!
* * *
ÜSTATLARDAN
Çarık-Mes(Makosen) Konuşması
Çarık söylüyor:
Aman kardeş çok üşüdüm,
Sen köşede ben dışarda…
Senin ile kardeş idim,
Sen köşede ben dışarda!
Mes söylüyor:
Elin, yüzün çamur, bu ne?
Git ahırda kızınsene…
Laf istemem uzun çene,
Ben köşede sen dışarda.
Çarık söylüyor:
Sen de deri, ben de deri,
Görüyon mu kör kaderi,
Sen tutmuşsun mevkileri,
Sen köşede ben dışarıda!
Mes söylüyor:
Neler gördüm tezgâhlarda,
Hiç gezmedim uzaklarda,
Hakkım vardır bu haklara,
Ben köşede, sen dışarda.
Çarık söylüyor:
Güzel güzel halı kilim,
Senin kılın benim kılım,
Tepeleyip etme zulüm,
Sen köşede ben dışarda!
Mes söylüyor:
Ben kimseye etmem zulüm,
Ne çare ki böyle yolum,
Halı gene benim halım,
Ben köşede sen dışarda.
Çarık söylüyor:
Sen gezersin halılarda,
Güzel güzel balolarda,
Ben gezerim çalılarda,
Sen köşede ben dışarda!
Mes söylüyor:
Mes çarıktır, çarık mestir,
Yürürlerse aynı sestir,
Veysel söyler bir nefestir,
Gâh içerde, gâh dışarda.
ÂŞIK VEYSEL
Önceki yazılar