Oy gizli, haber kutsal, yorum hürdür.
Cumartesi günü yaptığı konuşmalarda, Sayın
Erdoğan “İşsizlik sanal bir sorundur.
İnsanî bir sorundur”, demiş ki aynı görüşteyiz.
Peki, resmen 3,5 milyon, hakikatte ise 6–7
milyon kişinin iş aradığı, ailelerini de hesaba kattığınızda, en az 15 milyon
kişiyi ilgilendiren bir sorun nasıl sanal olabilir?
Şu manada sanal; aslında ülkenin ekonomik
potansiyeli, dinamikleri iş arayan milyonlarca kişiye iş verebilecek bir düzeydedir.
Bu yargımızı birkaç şekilde ispatlamak mümkün!
Bir kere; Kişi Başına Düşen Milli
Gelir(KBMG)’in 10 bin dolar civarında olması; bu ülkede herkese yetecek kadar
büyük bir pastanın olduğunu kanıtlıyor.
İkincisi; çalışanlar, olması gerekenin
çok üzerinde bir tempoyla ve aşırı iş yüküyle istihdam ediliyorlar. Ayrıca,
bazı kişiler 5–6 işi birden götürüyor! Bunların iş yükü işsizlerle
paylaşılabilir.
Üçüncüsü, işçi ve memurlar bu ağır iş
yükü altında çalıştırıldıkları halde işe yetişemiyor, pek çok kurumda kuyruklar
uzayıp gidiyor. Demek ki elemana ihtiyaç var.
Öyle olduğu halde işsizleri işe alan yok. İşsizlik
sürekli artıyor. Burada Erdoğan’ın da vurguladığı gibi işin insanî boyutu
düşündürücü hale geliyor. Sayın Başbakan
aynen şunları söylüyor ki yerden göğe kadar hak veriyoruz: “İşverenler, ne yazık
ki parasal çıkarı birinci derecede öne çıkarıyorlar. ‘Ben nasıl daha
fazla kazanırım’ derken, orada insanımızın sömürüsü yapılıyor, emek sömürüsü
yapılıyor.”
Bunlar son derece hayatî tespitler.
Bunları Başbakan’dan duymak bizi ziyadesiyle memnun etti. Eğer Sayın Başbakan
olaya biraz daha derinliğine baksaydı ve yürürlükte olan düzenle, yani
kapitalist sistemle bu işin çözülemeyeceğini de vurgulasaydı daha fazla memnun
olur, sevinirdik. Çünkü şikâyetçi olduğu, işadamlarının zihniyeti olan “nasıl daha fazla kazanırım” felsefesi
bu sistemin değiştirilemez, hatta değiştirilmesi teklif dahi edilemez temel kuralıdır!
Yani bugün yürürlükte olan, hepimizi
kendine esir eden iktisadî düzenin hem amacı, hem hedefi “kâr”dır. “Kâr, kâr, daha çok kâr”... Hedef
herkesten daha fazla kazanmaktır… Acımasız bir rekabetle en büyük kârı elde
etmek… İcabında bütün rakipleri ezerek, işçiyi sömürerek kâr etmektir. Büyümek, büyümek, büyümektir.
Bu nasıl sağlanır? Asgarî sayıda işçi, en
ucuz emek, en az girdi ile en büyük kazanca ulaşmakla…
*
* *
Böyle bir sistemin insanî boyutu olabilir
mi? Böyle bir ekonomik düzenin patronlarından insaniyet beklenebilir mi?
Bırakın özel sektörün patronlarını,
devlette istihdam sağlama açısından insanî bir boyut var mıdır?
Misâl; devlet neden bir insanlık gösterip 300 bin kadar işsiz öğretmeni Milli
Eğitim’e almıyor? Üstelik okullarda öğretmene de ihtiyaç olduğu halde… Yine
üstelik devlet kâr amacı güden bir işletme olmadığı halde!
Sonra, hemen aklımıza devletin çok kârlı
bir işletmesi geldi: Ziraat Bankası…
Bu, iftiharla takip ettiğimiz büyük devlet bankasının 2009 yılı kârı 4,5 milyar
TL. Bu kadar büyük kazanç elde eden bir
devlet kuruluşumuz bir insaniyet gösterip 15–20 bin kişiyi işe almayı düşünür
mü, acaba?
Düşündüğüne dair hiçbir emare yok!
Eee, devletin düşünmediğini özel sektör
niye düşünsün? Neden bir insanlık yapsın?
Sayın Başbakan, sık sık her işletme 1’er
kişi alsa işsizlik azalır diyor. Buna muhatap olanlar çok kibar insanlar olsa
gerek; şu bizim sorduğumuz soruları kendisine sormayı nezaketsizlik sayıyorlar,
herhalde!
Bunlardan sözünü sakınmayan birisi şu
suali de sorabilir: “Sayın Başbakan,
sizin ve çocuklarınızın da ortak olduğu işletmeler var… İşsizlere iş vermeye
oralardan başlayarak, örnek olmaya ne dersiniz?”
Tabii bu yazılanların hiçbirisi, işsizlik
konusunda Başbakan’la hemfikir olmamıza bir halel getirmiyor.
Nitekim icraatta da kendileriyle eşitiz.
Bir avuç okuyucusu olan bendenizin köşede yazdıkları işsizlerin derdine derman
olmadığı gibi; ülkenin en kudretli mevkiinde oturan Başbakan’ın tespit ve
söylemleri de işsizliğe çözüm üretmiyor, dertlerine deva olmuyor!
Önceki
Yazılar