BURSA’DA ZAMAN, Ahmet Hamdi TANPINAR

GENEL HABERLER Misafir Yazar - 12.04.2010

Kalem feryâd eder, ağlar mürekkep,
“Beni cahil eline verme Ya Rab!
Lütfunla âlime çevir yolumu,
Kırma n’olur kanadımı, kolumu.”

                                                                                                   

Lâedri

 

Ahmet Hamdi TANPINAR


Bursa’da tesadüfler sizi yakalar. Sohbetinizin ve işinizin arasına girer, hülyalarınıza istikamet verir.

Bu cins tesadüflerin en şaşırtıcısını isimler yapar; dil dediğimiz asıl manevî insanı vücuda getiren büyük kaynaktan geldikleri için mi nedir, onlar etrafımızı alan bütün tılsımın sırrıyla zengindirler. Bu adları bir kere öğrendiniz mi artık unutamazsınız, tenha saatlerinize küçük ve munis rüyalar gibi sokulurlar, sizi kendileriyle ülfete, esrarlı muhafazalarını zorlamaya, gizledikleri sırları tanımaya ve tatmaya mecbur ederler. İster istemez sayarsınız: Gümüşlü, Muradiye, Yeşil, Nilüfer Hatun, Geyikli Baba, Emir Sultan, Konuralp… Bunlar hakikaten bu şehrin semt ve mahalle adları, yahut tıpkı bizim gibi muayyen bir zaman içinde yaşamış bir takım insanların aldığı isimler midir? Hepsinin mazî dediğimiz o uzak masal ülkesinden toplanmış hususi renkleri, çok hususî aydınlıkları ve geçmiş zamana ait bütün duygularda olduğu gibi çok hasretli lezzetleri vardır. hepsi, insanı hayat ve zaman üzerine uzun murakabelere çeker, hepsi zihnin içinde küçük bir yıldız gibi yuvarlanırlar ve hafızanın sularında mucizeli terkiplerinin mimarisini altın akislerle uzaltıp kısaltarak çalkanırlar.

Gümüşlü, bu, Osman Bey’in gömüldüğü eski Bizans manastırının adıdır. Bu tarihî vâkıayı bildiğim için mi bu üç heceyi her işitişimde gözlerimin önünde, fecre tutulmuş sihirli bir ayna parlıyor? Yoksa bu parıltı sadece bu hecelerin yaptığı terkipten mi geliyor? Burada gizlenen Türkçenin hangi sırrıdır? Gümüş kelimesinin mavimtrak bu şafak renkleri nereden bulandırdılar? Bursa fatihleri yarım asra yakın bir zaman imanlı ve coşkun akışlarına yol gösteren bu adamın hatırasını elbette ancak böyle bir kelimeye, bir istikbal rüyasına benzeyen bu üç heceye emanet edebilirlerdi. Türkçede Ş ve L harfleri daima en güzel terkipleri yapar. Yeşil dediğimiz zaman, adeta bir çimen tazeliğini bir bahar müjdesiyle toplanmış buluruz. Bu kelimenin ilk cedlerle beraber Orta Asya yaylalarının baharından geldiği o kadar belli ki… Fakat Bursa’da yeşilin mânası çok başkadır; o ebediyetin rahmânî yüzü, bir mükâfata çok benzeyen bir sükûnun fâni bir saate sinmiş mânasıdır. Yeşiltürbe, Yeşil Cami der demez, ölüm muhayyilemizdeki çehresini değiştirir, “ben hayatın susan ve değişmeyen kardeşiyim. Vazifesini hakkıyla yapan faninin alnına, bir sükûn ve sükûnet çelengi gibi uzanırım…” diye konuşur.

Ruhumuzun en sanatkâr tarafı muhakkak ki sizin hülyanızla beslenen taraftır.  Bu isimlerin içinde bir tanesi vardır ki Bursa’yı tek başına bütün bir bahar güzelliğiyle doldurur: Bu beyaz zafer ve ganimet çiçeği Nilüfer’dir. Genç Orhan’ın kolları arasına günün birinde güzelliğin kahramanlığa, hayatı istihraka (Hayattan vazgeçmeye) bir mükâfat gibi düşen bu kadınla beraber kuruluş devrinin sert simasına aşkın tebessümü gelir. Yazık ki hayatı ve şahsı hakkında pek az şey biliyoruz. Kendisiyle görüştüğünü söyleyen Arap seyyahı İbn-i batuta bile ondan bir isim olarak bahseder. Fakat bizzat kendisi de bir ganimet çiçeği olan bu isim her güzel saadet ve aşk hülyasının içine dolabileceği bir çerçeveye benziyor.

*   *   *

Şark için “ölümün sırrına sahiptir” derler. Fakat şark milletleri içinde dahi ona bizim kadar hususi bir çehre veren, her türlü laubalilikten sakınmakla beraber, onu ehlileştiren, başka millet pek yoktur.  Ve bunu ne kadar basit unsurlarla yaparız: sade mimarili bir türbe çok defa tahtadan, sırasına göre oymalı ve zarif, bazen de düz ve basit bir sanduka, birkaç işlenmiş örtü veya düz yeşil çuha, bir kavuk, bir tuğ… İşte cedlerimize ebedi hayatı tecessüm ettirmeye eten malzeme bundan ibarettir. Bu kadar fakir unsurlarla hazırlanan âbidede ferd>î hayatı hatırlatan tek çizgi, isimden ibarettir. Evet, tek bir isim, ancak milyonlarla ölçülen bir mesafeden bize ışıklarını göndermekte devam eden sönmüş bir yıldız gibi, ölümün uzaklığından, bir ömrün hatırasını tazeler, içindeki ölüden ziyade ölüm için yapılmış bu küçük fakat muhayyileye hitap etmesini bilen âbide, eski Türk şehirlerinin ortasında yaşanan zamanla ebediyet arasında, aşılması çok kolay bir köprü gibi âdeta üçüncü bir zaman teşkil ederdi. Ölüler bu basit ikametgâhlarından sokağın bütün hayatına şahit olurlardı. Zaten Ramazan, bayram, kandil, büyük zaferler, sevinç ve kederlerimiz hepsini onlarla paylaşırdık.

Bursa ovasının en sevdiğim tarafı, Muş veya Erzurum ovası gibi sonsuz uzamamasıdır. Gözün lezzet alabilmesi için yetecek derecede büyük ve geniş, o kadarla kalıyor. Onun için daha ziyade bir sanat eserine benzer. Her taraf feyz içindeydi. Tabiat, bereketiyle sanki bütün etrafı ezmek istiyormuş da sonra tam zamanında yetişen bir ölçü hissiyle bundan vazgeçmiş gibi. Uzakta dağlar daima eski şeyleri düşündüren, bizi bir ecdat rüyası gibi saran acayip şekilli kitleleri, dar, gölgeli boğazları, küçük düzlükleriyle muhayyel bir saadet hissini bırakan küçük ve basit manzaralı köylerini bağrına basmış uzanıyor, ufku çerçeveliyordu.  Daha ilerde, son planda, koyu eflatunî heyulalar bu yumuşak çembere kendi sınırlarını katıyorlardı. Bazı yerlerde güneş buğulanmış bir kesafet kazanıyor, yer yer billur bir 2avize gibi çınlayarak kırılıyordu.

İki güvercin, şadırvanın yalağının kenarına sanki bu kaideyi bir aşk istiaresiyle tamamlamak ister gibi boyun boyuna duruyorlar. Belki onları buraya kahvecinin ben gelir gelmez attığı gül çekti. Suyun hareketiyle o gül sallandıkça onlar da aşk türkülerini söyleyecekler. Hiçbir şey düşünmek istemiyorum. Sadece bu anı ve bu aydınlığı, Bursa ovası denen büyük ve zümrütten yontulmuş kadehten içmekle kalacağım, “En iyisi budur, diyorum; eşyayı bırakmalı, güzelliğinin saltanatını içimizde kursun.”


BEŞ ŞEHİR'den...

 

Arşiv

Tarih: 12.04.2010 Okunma: 855

YORUMLAR

Yorumunuzu ekleyin.

İsim: *

E-posta Adresiniz: *

* (E-posta adresiniz paylaşılmayacaktır.)

Yorum: *

Güvenlik Sorusu:
Türkiye'nin başkenti neresidir?