Oy gizli, haber kutsal, yorum hürdür.
Osmanlı, 600 yıllık bu koca çınar, son
demlerinde yaman bir çelişkiyi yaşar… Devlet çökmekte, bitmekte, sönmektedir.
Halk sefalet içindedir. Ama aynı halk, yüzyılların birikimiyle oluşan zengin
bir kültür sayesinde, son derece renkli bir sosyal hayatın da içindedir.
19’ncu asrın sonları, yirminci asrın
başlarındaki konak hayatı, buradan bakılınca çok cazip gözükür. Dededen toruna
3 kuşağın bir arada yaşadığı, dayıların, emmilerin, teyzelerin, halaların bir
arada bulunduğu, her yaştan çocukların koşuştuğu, geniş bahçelerin içindeki
konaklar…
O günlerin yazarı, büyük romancı Halide
Edip Adıvar’ın “Mor Salkımlı Ev” adlı
eserini seçerken, böyle bir konak hayatını keyifle okuyacağımı düşünmüştüm. Hem
kafam dinlenecek, hem biraz hayallere dalacak, hem de üstadın yazı üslubundan istifade
edecektim. Hatıralarını topladığı “Mor Salkımlı Ev”de Yazar, beklediklerinizin
hepsini veriyor. Bunun yanında, eserde, yakın tarihimiz hakkında bir belge
niteliği olan çok ilginç bilgilerle de karşılaşıyorsunuz.
Bugünlerde güncel bir konu olan bir
tartışmaya ışık tutacak bir bölümü sizlerle paylaşalım. Sene 1916-17’dir. Halide Edip Beyrut’ta, Ayin Tura adında
bir yetimhaneye gönüllü yönetici ve öğretmen olarak atanır. Türk,
Kürt ve Ermeni, toplam bin kadar çocuğun barındığı bu yetimhane, aynı zamanda bir
okuldur.
Halide Edip, 264’ncü sayfada anlatıyor:
“İlk günlerde, iki Kürt çocuk başları beyaz sargı ile bana gelmişler ve:
— Biz Şam’a gitmek için izin istiyoruz,
demişlerdi.
—
Niçin gitmek istiyorsunuz?
— Ermenileri
öldüreceğiz.
— Niçin öldüreceksiniz?
— Anamızı
babamızı Ermeniler öldürdü. Buradaki Ermeni çocuklar bize her gün dayak
atıyorlar.
— Babanızı ananızı öldürenler, buradaki
çocuklar değildi. Hem onların anasını babasını da başkaları öldürmüş. Şimdi
bana başınızın nasıl yaralandığını söyleyiniz.
Söylemediler. Hastaneye gönderdim.
İki
ay sonra, aynı çocuklar, şimdi Ermeni çocuklarıyla beraber dokuma tezgâhlarında
kuzu gibi çalışıyor, arkadaşlık ediyorlardı. Bu iki çocuğun bende bıraktığı en büyük tesir, hatta hürmet hissi,
bütün hiddet ve nefretlerine rağmen kafalarını yaran çocukların isimlerini
vermemiş olmalarından doğuyordu.”
*
* *
Kitabın 281’nci sayfasından:
“Ben yetimhanedeki çocukların, ana babası
gelir de hüviyetlerini bildirirlerse çocukları teslim edeceğimi ilân etmiştim.
Bir
hayli Ermeni kadını geldi, çocuklarını aldılar. Fakat Beyrut ve Lübnan’da pek
az Kürt veya Türk olduğu için kimse gelmedi.”
Ancak aylar sonra, Erzurumlu bir Kürt
ailesinin, Hasan isimli çocuklarını almaya geldiğini anlatır.
Yazar başka bir olayı, çok acıklı bir
faciayı daha anlatıyor. Fakat yaraları deşmemek için biz onu buraya almayacağız.
Merak edenler, eserin 280-81’nci sayfalarından hadiseyi okuyabilirler.
Halide Edip’in anlattıkları hiçbir
yoruma, izaha gerek bırakmıyor. Biz de yorum yapmayacağız. Yukarıda verilen
tarihlerden de anlaşılan bir hakikati hatırlatmakla yetineceğiz. Ayin Tura
yetimhanesindeki o çocuklar, bugünlerde çok konuşulan 1915 hadiselerinden sonra
oraya toplanmışlardı.
*
* *
ÜSTATLARDAN
ESKİ BİR SONBAHAR
O nağme mesafeyi, zamanı aşıyordu,
O bir beste değildi: Kuşlar ağlaşıyordu.
En hazin şey muhakkak öksüz kalan
ocaktır,
Bu ocak hüzünlerle dolup boşalacaktır.
ATSIZ
Önceki
Yazılar