Oy gizli, haber kutsal, yorum hürdür.
Haddizatında bizim en kıymetli, en paha
biçilemez hazinemiz kütüphanelerde gömülü bir define gibi yatmaktadır. Sayın
Başbakan’ın “açılım” vesilesiyle o defineden birkaç pırlantayı gün yüzüne
çıkarması bizde hayranlık uyandırdı.
Günümüz yazarlarıyla kahvaltıda bir araya
gelen Erdoğan’ın; Cemil Meriç, Şevket Süreyya Aydemir, Kemal Tahir, Tarık
Buğra, Sebahattin Ali, Nazım Hikmet, Necip Fazıl, Orhan Kemal, Nihal Atsız,
Ahmet Hamdi Tanpınar’ı yâd etmesi, onlardan parçalar okuması içimizi sevinçle
doldurdu.
Edebiyatçılarımızın sözleri,
küçüklüğümden beri bana ilâhî bir nağme gibi gelir.
Daha sonra, romanlara, hikâyelere,
şiirlere, makalelere dikkatle eğilince; üstatların pek çok meseleyi tahlil
ettiklerini ve çözümleri de ayan beyan ortaya koyduklarını gördüm.
Yıllardan beri, kendi kendime sorduğum,
cevabını alamadığıma üzüldüğüm sualler: Kütüphanelerde uyuyan devasa
potansiyelimizi niçin uyandırmıyoruz? Petrolden, altından, elmastan daha kıymetli
olan o definelere niçin dönüp bakmıyoruz bile? O hazineleri neden
yağmalamıyoruz? O pırlantaların yağmalandıkça çoğaldıklarını, değerlerinin
arttığını niçin anlayamıyoruz?
En mühimi; ülkenin bu kadar çok problemi varken,
onları çözmek için bu gür kaynağı niçin devreye sokmuyoruz?
Dünü aydınlatan, bugüne ve yarına ışık
tutan o muhteşem güneşlerden, şahane yıldızlardan kendimizi mahrum etmek ne akıl
almaz bir israftır?
Öylesine ağır bir vebal ki, cezasını öte
dünyada belki Tanrı kesecek fakat oraya kalmadan, bu dünyada da cezalandırılıyoruz.
O paha biçilemez cevherden yararlanmamanın bedeli cehalet, gerilik, sefalet,
yoksulluk, yozlaşma, çamurda debelenme…
Bundan dolayı Erdoğan’ın edebiyatçılarla
ilgilendiğini, onları okuduğunu, eserlerine değer verdiğini ifade eden sözlerini
çok önemsiyoruz.
Erdoğan, söylediklerinde samimiyse;
Misal; Mehmet Akif’in cemaatle-tarikatla
alakası olmayan, “İlhamını doğrudan doğruya Kur’an’dan alarak asrın idrakine
söyletmek istediği İslâm’ı, ‘yüreklerin toplu attığı’ birlik ve beraberlik”
ruhunu…
Cemil Meriç’in “fert ve cemiyet
hürriyetini genişletecek, düşünceye soluk aldıracak, ruhları ferahlatacak
tefekkürünü, muhteşem bir maziyi daha muhteşem bir istikbale bağlayacak köprü olma”
idealini…
Ahmet Hamdi’nin “insan ve toplumdaki
bozulmanın tespiti, bunun sebep ve neticelerinin tahlili, yozlaşmayı durduracak”
tedbirlerini…
Şevket Süreyya’nın “köyün ve tekmil
Anadolu’nun kalkınmasına dair örnek teşebbüsü ve bozkırı abat edecek” ziraat
metotlarını…
Nihal Atsız’ın “eğitim, çocuk ve
gençliğin karakter terbiyesiyle, tarih ve Türkçeyle ilgili çalışmaları,
devletin güçlenmesi, adaletin sağlanmasıyla ilgili” önerilerini…
Necip Fazıl’ın “bir kişiye tam dokuz,
dokuz kişiye bir pul” diye vasfettiği, gelir dağılımındaki korkunç adaletsizliğin
giderilmesi ve sosyal adaletin sağlanması vasiyetini…
Ve tabii buraya almamızın mümkün olmadığı
sayısız münevverimizin paha biçilemez fikir ve tavsiyelerini hayata geçirmeye
çalışmalı, icraata dökmelidir. Aslında bunu yaparsa kendisi de ülke de kazanır.
*
* *
ÜSTATLARDAN
Ağrıdağı’nın yamacında bir göl vardır,
adına Küp gölü derler. Bir harman yeri büyüklüğündedir. Suları som mavidir. Her
yıl, bahar dünyaya yürüdüğünde, bir sabah, daha gün doğmadan Ağrıdağı’nın
tekmil çobanları bu göle gelirler. Gölün kırmızı kayalıklarına, bakır toprağına
kepeneklerini atar, bin yıllık sevda toprağına otururlar ve Ağrıdağı’nın
öfkesini kavallarıyla hep bir ağızdan çalarlar. Akşam olurken de bir ak kuş
gelir, küçücüktür, kanadının birisini som maviye batırır, uçar gider. Uzakta,
yukarıda bir gemi gibi karlar ülkesinde yüzen kayalığın dibinde çok iri bir at
belirir, alacakaranlıkta koşumları ışıldar. Gölgesi göle doğru gelir. Gelir
gelmez de ortadan kaybolur gider. Gün kavuşur kavuşmaz da çobanlar kavallarını
hep birden bellerine sokar ve Ağrıdağı’nın karanlığında solar, yiter, karanlığa
karışırlar.
Yaşar KEMAL,
AĞRIDAĞI EFSANESİ’NDEN
Önceki yazılar