Oy gizli, haber kutsal, yorum hürdür.
Memleket sathında bulunan, toplam 371 cezaevinde 120 bin mahkûm ve tutuklu
yatıyormuş. Tabii hepsi aynı anda yatamıyorlar. Çünkü toplam yatak kapasitesi
110 bin kadar… Dolayısıyla 10 bin cezaevi sakini her daim ayakta!
Ne yapsın, Adalet Bakanlığı da buna “vardiya” sistemiyle çözüm bulmuş!
Tutuklu ve mahkûmlar yatakları vardiya usulü kullanıyorlarmış.
Cezaevinde bulunanların yüzde 60’ı tutuklu… Bütün dünyada tutuklu
yargılanma istisna kabul ediliyor… Bizim hukukçuların da sık sık vurguladıkları
bir husus bu… Mecburiyet yoksa zanlı tutuksuz olarak yargılanmalı…
Yargıtay Onursal Başkanlarından Sami Selçuk, bir televizyon açıklamasında
kolayca tutuklamalara dikkat çekerek, “tutuklu yargılamanın istisna olduğunu
vurguladıktan” sonra, “korkarım
istisnalar kural, kurallar da istisna haline gelecek!” diye bu konudaki
kaygılarını dile getirmişti. Cezaevlerindeki doluluğa bakılınca Sayın Selçuk’un
kaygılanmakta ne kadar haklı olduğu ortaya çıkıyor.
* * *
Cezaevi konusu ziyade karmaşık bir konu!
Her şeyden önce, şu anda hapistekilerin sayısı 110 bin kişiyse de, oraya
girip çıkanların toplamı belki milyonları bulmaktadır.
Diğer bir husus, şu anda cezaevinde bulunanlara bir kere bakmak, haddizatında
hepimizin oralara düşme ihtimalimiz olduğunu rahatlıkla hatırlatır bize… Hiçbirimizin
cezaevine düşmeyeceği garantisi yoktur. Bu durum, cezaevlerinin de sağlık,
eğitim gibi hayatımızın önemli bir müessesesi olarak ele alınması gerektiğini
gösteriyor.
Hepimiz, cezaevleri niçin var sorusunu irdelemeliyiz!
İkinci sual; cezaevleri bir
mecburiyetse, oralar nasıl olmalı sorusudur! Bu hayatî bir sualdir! Çünkü
cezaevlerine çok genç vatandaşlar, hatta çocuklar düşebilmekte, belki de
çoğunluk genç ve çocuklardan oluşmaktadır.
Dolayısıyla cezaevlerinin niteliği ülkenin bugünü ve yarınıyla doğrudan
ilgilidir. Oraya düşen kişiler ıslah
olarak, hatta eğitilerek mi çıkacak yoksa hafif kabahatli olarak girse bile bir
suç makinesi olarak mı salıverilecek?
Cezaevlerinin bir eğitim yuvası, bir okul haline getirilmesi, herhalde
hepimizin menfaatinedir.
Cezaevlerinin bir “ıslah”
programı olmalı… Yolu oradan geçen, orada uzun süreli kalmak mecburiyetinde
olanları eğitecek, geliştirecek bir yapısı olmalı…
Meselâ; cezaevlerinde Diyanet İşleri Başkanlığının atadığı bir görevli, bir
psikolog, çeşitli dallarda, bilhassa endüstri-meslek dallarında öğretmenler bulundurulamaz
mı?
Cezaevlerinde zihniyet, buraya düşen
kişi memleketin has bir evladıdır ve mutlaka topluma kazandırılmalıdır,
şeklinde olmalıdır.
Cezaevindeki kişi aşağılanıp rencide edilir, hayata küstürülür, orada öfke
ve hınçla doldurulursa; o öfkeyi bir biçimde dışarı vuracağı, boşaltacağı hesap
edilmeli, topluma zararlı olacağı, cemiyette huzur diye bir şey kalmayacağı görülmelidir.
Cezaevindeki kişiye de en az dışarıdakiler kadar değerli olduğu hissi verilebilmelidir.
Çünkü kendini değerli görmeyen kişiden korkulur.
Şimdi düşünelim: Kendisine, “vardiyayla yatacaksın” denilen bir kişi kendini
kıymetli hissedebilir mi? İçinde devlete de cemiyete de düşmanlık duyguları birikmez
mi?
* * *
KIRIK BUĞDAY ÇORBASI
Çanakkale, baştan sona bir kahramanlık destanı… Her sayfası birbirinden
dokunaklı, muhteşem sahnelerle dolu…
Bunlardan biri de, çocuk yaştaki erinden, Alay Komutanı Yarbay Hüseyin Avni
Bey’e kadar hepsi şehit olan 638 mevcutlu 57’nci Alay’ın destanıdır.
Son öğünlerinde kırık buğday çorbası içen bu kahraman Alay’ı, bugünkü memleket evlatlarının, dedelerinin
şehit olduğu mekânlarda, kırık buğday çorbası içerek anması da insanı
duygulandırıcı bir vefalılıktı.
57’nci Alay’ı anan duyarlı ve vefalı Türk evlatlarına saygılar sunarken,
tamamı şehit olan Alay’ın mensuplarını rahmet ve şükranla yâd ediyoruz.
Önceki yazılar