Oy gizli, haber kutsal, yorum hürdür.
Kolay değil; Nedim’in, “Bir taşına
yekpare Acem mülkü fedadır!” dediği şehirdeyim.
Vaktiyle, “tek taşına paha biçilmez, emsalsiz” diye öve öve bitirilemeyen
atalar emaneti, rüya şehir İstanbul’un, ne yazık ki günümüzde dehşet verici kâbusları
var!
Şehir gittikçe kalabalıklaşıyor. Bu kalabalığın birbirine iş ve aş yaratmak
gibi bir özelliği olduğundan, nüfus artışını durdurmak müşkül gözüküyor.
Lâkin artık şehirde adım atmak, nefes almak bile zorlaşmaya başlamış. 12
gündür İstanbul’dayım… Geldiğim gün, trafik, daha Gebze-İstanbul otoyolunda
tıkandı. Şehir içinde, zaten hemen her yerde trafik keşmekeş! Daha önceleri, Anadolu
yakasında önemli bir trafik sorunu olmuyordu. Artık orası da problemli...
Kadıköy-Bostancı arasında iki defa gidip geldik her seferinde de trafik çile
halindeydi. Meşhur Bağdat Caddesi de tıkalı, geniş sahil yolu da…
İstanbul’un diğer bir kâbusu da cadde ve sokakların pisliği… Kaldırımların
kâğıt parçaları, izmaritler ve tükürükle
dolu olması… Dedelerimizin, bir taşını Acem mülkünden daha değerli gördüğü
şehre, torunları mütemadiyen tükürüyor!
* * *
Kısmet oldu, dün, İstanbul’a “bir tepeden baktık…” Buradan bakınca ne
şehrin kalabalığı, ne tıkanan trafik, ne de sokakların pisliği görünüyor. Sadece
muhteşem bir manzara… Beton yığınına çevrilen Üsküdar ve Haliç’in her iki
yakasına rağmen büyülü, seyrine doyulmaz bir manzara…
Osmanlı, ne asil, ne estetik duyguluymuş; inşa ettiği binalar tabiatla
ahenk halinde, onunla bütünleşiyor. Hatta bazen tabiattan daha tabii, daha
şehirli, daha tarihi, daha güzel! O yapılar şehrin dokusunu hiç bozmuyor, hiç
sırıtmıyor, sanki koruyor. Sanki ezelden beri İstanbullu bu yapılar… Sanki
onlar olmasa bu şehir zaten İstanbul olamaz.
* * *
İstanbul’a arada bir gelip giden biz Egeliler; bu şehirde yaşayanları
ayrıcalıklı gibi görüyoruz. Fakat acaba İstanbullular bu ayrıcalığın farkında
mı?
Şehrin doğasını, antik ve tarihî
niteliğini, hatta esrarını duyabiliyor, görebiliyor musun, o zaman
İstanbullusun!
Görebildiğimiz kadarıyla, ne yazık ki, İstanbul’da yaşayanların yüzde 99’u
büyük bir koşuşturma halinde, nerede, nasıl bir şehirde yaşadığının farkında
bile değil!
Acaba, İstanbul’da ikamet ettiği halde, şu Boğaz’ı görmeyen, Boğaz’da bir
çay içmeyen, hatta Taksim’e hiç çıkmayan kaç milyon “İstanbullu” var, diye
üzülerek düşündük!
Daha pek çok şey düşündük… En mühimi, arada bir, hiç olmazsa yılda 1 kere
İstanbul’a bir tepeden bakmak lâzım! Bu rüya şehri, gözlerle, beyinle, zihinle hissetmek,
benimsemek lâzım. Bu şehri bize kazandıran, emanet eden başta Fatih, bütün cetlere şükran hisleriyle dolmak lâzım! Bu rüya
şehri daha fazla sevmek lâzım!
Manzarayı 3 saat kadar temaşa ettik ve o büyülü havadan güçlükle, bir
gurbet hissiyle ayrılabildik.
İstanbul’da yaşadığının farkında olanlara saygılar sunuyoruz. Geçen hafta
beraber olduğumuz bir dostumuz, İstanbul’da aldığı her nefesi kâr saydığını
söylemişti. Bundan çok memnun olmuştuk, çünkü böyle düşünenler gayet nadir
bulunuyor.
Bütün İstanbullulara, İstanbulluluk şuuruna ermeleri için duacıyız.
* * *
ÜSTATLARDAN
Sana dün bir tepeden baktım
aziz İstanbul!
Görmedim gezmediğim, sevmediğim hiçbir yer.
Ömrüm oldukça gönül tahtına keyfince kurul!
Sade bir semtini sevmek bile bir ömre değer.
Yahya Kemal BEYATLI
Önceki yazılar