Kalem
feryâd eder, ağlar mürekkep,
“Beni cahil eline verme Ya Rab!
Lütfunla âlime çevir yolumu,
Kırma n’olur kanadımı, kolumu.”
Lâedri
Profesör Emre Kongar, “1980 askeri
darbe dönemiyle AKP iktidar dönemi arasında ne benzerlikler var?” diye sorarak
bir kısa liste yapmış...
Bakın Kongar hangi benzerliklere dikkati çekiyor:
1) İki dönem de “Tek Adam” dönemiydi.
1980 askeri döneminde Kenan Evren “Tek adamdı”.
AKP döneminde Recep
Tayyip Erdoğan “Tek Adam”.
2) Her iki dönemde de hapishaneler tutuklu doluydu.
3) İki dönemde de medya üzerinde büyük baskılar vardı.
4) Her iki dönemde de hukuka aykırı uygulamalar toplumu tedirgin ediyordu.
5) Kenan Evren, idam
kararları için “Asmayacağız da besleyecek miyiz” demişti.
Recep Tayyip Erdoğan, 23 Nisan’da Başbakanlık
koltuğuna oturan kız öğrenciye “Yetki artık senin. İster asarsın ister
kesersin” dedi...
* * *
Benzerlikler listesine bir madde de biz ekleyelim:
6) Kenan Evren anayasayı tek tek seçtiği bir kurucu Meclis’e yaptırmıştı.
Tayyip Erdoğan da anayasayı tek tek seçtiği milletvekillerinden oluşan AKP’ye
yaptırıyor...
Pekiii, iki dönem arasındaki farklar mı?
Var tabii... En önemli fark şu:
Kenan Evren döneminde bir gün demokrasiye dönüleceği umudu vardı.
Tayyip Erdoğan’ın ülkeyi götürdüğü yoldan bir gün geri dönüleceğine ilişkin
umut pek yok.
Türkiye’nin
3. Basın Müzesi İzmir
’de kuruluyormuş.
Bu müze basın özgürlüğünün müzelik
olmasından sonra kurulan ilk müze oluyor...
Haldun Ertem
AKP Çorum
Milletvekili Agah Kafkas, “Başbakanım emretsin, sigarayı bırakayım” demiş.
TSK, AKP’ye
baksın da emir - komuta zinciri neymiş görsün!
Fahrettin Fidan
Yaz bahçesinde...
Rusya’nın St.
Petersburg kentinde Bir “Yaz Bahçesi” ve bu bahçenin içinde yüzün üzerinde
çıplak kadın ve erkek heykeli vardır... Yıllar önce bahçeyi birlikte gezerken
Aydın Boysan şöyle demişti:
- Rus çocuğu bu heykellere baka baka büyüyor. İnsanı çıplak görünce şaşırmıyor.
Çıplak kadın görmeden büyüyen erkek çocuğu bunalımlar içinde yuvarlanıyor...
Anadolu’da çıplak heykel olamaz. Bir reklam afişinde yarı çıplak bir kadın
görünemez. Eğlence yoktur. İçki günahtır. Kadın değil bir lokantaya götürülmek
evden bile çıkamaz. Herkes birbirinin ahlakını kontrol eder. Birbirini nefessiz
bırakır. Mahalle baskısı esastır. Parası olan ara sıra büyük şehre
inip içer, eğlenir. Parası olmayan el cepte avare avare dolaşır...
İnsanlar kendi kendilerini muhafazakârlığın cenderesinde sıkıştırınca gün gelir
kişilik çatışmaları şuur perdesini yırtar, sonra birden patlar...
Siirt’te
yaşanan biraz da bu patlamadır.
Saylan’ın peşinde
Muğla F
Tipi Cezaevi’nden tutuklu Ahmet adlı şahıs, rahmetli Türkan
Saylan’ın cenaze töreninde tabutun üzerine Türk bayrağı örtüldüğü için
Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği (ÇYDD) hakkında savcılığa suç duyurusunda
bulunuyor. Türkan Saylan’ın geçmişte Hıristiyanlık
propagandası yaptığını iddia ederek bunu şikâyetine gerekçe gösteriyor.
Muğla Savcılığı olay İstanbul’da cereyan ettiği için yetkisizlik kararı alarak
dilekçeyi İstanbul Fatih Cumhuriyet Savcılığı’na gönderiyor...
Fatih Savcılığı cenaze Nişantaşı Camii’nden kaldırıldığı için yetkisizlik ve
görevsizlik kararıyla dosyayı Şişli Savcılığı’na iletiyor.
Şişli Savcılığı Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği’nin merkezi Beyoğlu’nda
bulunduğu için dosyayı Beyoğlu Savcılığı’na aktarıyor.
Muğla, Fatih, Şişli, Beyoğlu hattında ilerleyen dilekçe, Beyoğlu Savcılığı’nın
olay kabahatler bölümüne girer diyerek dosyayı Beyoğlu
Kaymakamlığı’na yollamasıyla yön değiştiriyor.
Beyoğlu Kaymakamlığı YÖK yasasına göre öğretim üyelerinin tabutunun üzerine Türk
bayrağı örtülebileceğinden burada bir derneğe yüklenebilecek sorumluluk
olmadığına karar veriyor.
Bu kararın verilmesine bu aşamada ÇYDD’nin
durumdan haberdar olup Kaymakamlık ile temasa geçmesi ve yasayı hatırlatması da
rol oynuyor... Dilekçenin aylar süren yolculuğu şimdilik sona ermişe benziyor.
Savcıların yasaya bir göz atmak yerine dilekçeyi oradan oraya yollamaları da iş
yoğunluğu sonucu olsa gerek. Şikâyet ciddi ve acil de olabilirdi... O zaman ne
olacaktı?
Siirt’te yaşanan olayların
haber yapılmasını, “Bir yıl önce olanların şu an yayınlanmasını anlayamıyorum”
diyerek eleştiren Başbakan, 2003 yılında TSK’da yapılan bir seminerin 2010
yılında haber yapılmasını nasıl anlayabiliyor?
Tufan Çelik
* Bilim adamı pozunda birkaç sahtekâr Hong Kong’da
sözde Nuh’un Gemisi’ne ait parçaları göstermişler. Kimileri de inanmış.
Prof. Dr. Orhan Bingöl diyor
ki:
“O geminin, o yüksekliğe çıkması için
denizlerin o yüksekliğe çıkması lazım.
Hiç dünyanın 4 bin metre yükseklikte
suyla kaplı olduğu bir dönemle karşılaşmadık.”