YAŞADIĞIN NE Kİ?...

Özgür DENİZ - 03.08.2010

Bir insan kaç yıl yaşar? 25 yaşına kadar olan dönemi saymayınız. Zira o döneme kadar olan süreçte ne bir yeriniz, ne bir sözünüz ne de hayata bir etkiniz mevzubahistir. 60 yaşından sonrasını da saymayınız. Zira aynı şey bu süreç içinde geçerlidir. Çünkü her insanın bir dönemi vardır ve sizin döneminiz, miadınız dolmuştur bu yaşatan itibaren. Ne kaldı geriye? 60 tan 25 i çıkarınız kaldı size 35 yıl. Yani yaşayıp yaşayacağınız, görüp göreceğiniz 35 yılla sınırlı. Ne yaparsanız yapınız uzatmanızda kısaltmanız da muhal. Kader harici.

 

            Doğar, yaşar, konuşur, güler, eğlenir, hareket eder, üzülür, acı duyar, karar verir, isyan eder, başarır, düşer, kalkar, yer, içer, gezer, giyer, paylaşır, evlenir, dede olur, nine olur, baba olur, anne olur, bacı olur, gardaş olur, amir olur, memur olur, asker olur, paşa olur, işçi olur, patron olur, âlim olur, mürşit olur, muallim olur, talebe olur, hâkim olur, suçlu olur, sanatçı olur, izleyici olur, oturur, kalkar, hareket eder, güçlü olur, zayıf olur, yürür, koşar, kazanır, kaybeder, sağlıklı olur, hasta olur, doktor olur,  yöneten olur, yönetilen olur, özgür olur, tutsak olur, dindar olur, dinsiz olur, şahit olur, şehit olur, zengin olur, fakir olur ve nihayet ölür.

           

            Şimdi bir günümüzü göz önüne getirelim:

               

Bir gün 24 saatten oluşuyor. Gece ve gündüz bizim için. Gündüz mücadele. Gece dinlenme. Ne oluyor? Sabah kalkıyoruz. Kişisel işlerimizi yaptıktan sonra topluca kahvaltı yapıyoruz. Sonra çıkıyoruz. Biz bir yola, eşimiz bir yola, çocuklarımız bir yola. Yani ayrı yolların insanıyız. Tıpkı ayrı duyguların, düşüncelerin, hayallerin insanı olduğumuz gibi. Biliriz ki, insan mutlak anlamda yalnızdır, yaşam içinde ne kadar birileriyle oluyorsa da. İnsanın paylaşamadığı bir şeyler olduğu müddetçe yalnızlıktan kurtulması imkânsızdır ve eşiyle de olsa paylaşamayacağı şeyler mutlaka hep olacaktır. Yani yalnızlık kaderdir. Gelirken yalnızdı, giderken de yalnız olacak. Tıpkı hesapta da yalnız olacağı gibi. Ama bu yalnızlık bir yerde son bulacaktır. Cennette. Bence öyle.

 

            Evet, ayrı yoların mahkûmu oluruz akşama kadar. Çıktığımız yerde birleşiriz gün batımında. Ya da birimiz gelmiştir diğerlerini bekliyordur. Veyahut hep birlikte birleşerek gireriz çıktığımız kapıdan. Bu dönüşe kadar ayrı rollerin aktörleriyizdir. Hepimizin bir işi, bir sorumluluğu vardır. Şereflice çıkmalı, şereflice çalışmalı, şereflice dönmeliyiz. Hanemizin dışında yaşamın içinde bulunduğumuz yerlerde onlarca insanlarla karşılaşırız. Paylaştığımız ve paylaşmadığımız şeyler vardır. Görev alanımızda da arkadaşlarımız vardır. Yapay ve doğal ilişki içinde olduğumuz. Sabah ailemizden ayrıldığımız gibi akşamda bir nevi ailemiz gibi saydığımız iş ortamımızdan ayrılırız tekrar dönünceye değin. Ve büyük meydana da uğrarız az da olsa. Bütün insanların ortak yaşam alanı olan sokaklara, caddelere.

 

            Ve noldu? Vakit tamam oldu. Dönüş anı geldi. Çıktığımız yere döneriz. Yemek vaktidir. Yediysek konuşulacaklar varsa konuşulur. Yemediysek yemek hazırlanır ve topluca yenir. Çocukların ödevleri yapılır yardımla. Yenecek şeyler yenir sohbetler eşliğinde. Misafir gelecekse gelir ağırlanır. Yoksa bizbizeyizdir. Zaten misafir varsa o gitti mi zaman dolmuştur ve yalnızlıkla buluşacağımız uyku moduna geçişi bekliyoruzdur. Kendi kendimizeysek belli zaman sonra yine aynı şeyi yapacağızdır. Bir gün bitmiştir. Ve ömür de böyle bir gün gibi gelir geçer. Farkına bile varamayız.

 

            Ayrıca yıl içerisinde kullanacağımız izin sürelerini geçirebilmek için tatile çıkarız, maddi gücümüz kifayet ediyorsa şayet. Yoksa o da yok. Biraz rahatlama. Biraz değişik atmosfer. Farklı yerler, farklı güzellikler. O da biter ve aynı yaşama geri döneriz.

 

Hülasa, insan bir şekilde yaşar gider. Hayatta birden fazla etiketi-rolü olabilir. Her insanın damgasını vurduğu bir dönem olur ve sonra bir hayal olur. Tabi kalıcı bir damga vurmuşsa kalıcılaşır. Ama hep insan görünümündedir yaşarken. Fakat insanın insanlığını görünümü değil yaşantısında durduğu yer, bulunduğu yerdeki duruş şekli, ortaya koyduğu tavır, sergilediği davranış belirler. Bilakis, iki ayak üzerinde duran, bir gövde üzerinde bir baş taşıyan ve dik duran canlı türü insandır görünürde.

 

Eğilerek yaşıyorsa, dik duramıyor sürekli kırılıyorsa, en ufak bir zorda ihanet sokağına sapıyorsa, vefasızlıkta en başta ise, zulme elinden gelen şekilde tepki koyamıyorsa, hakikati faydasına engel görüp üzerini bilerek örtüyorsa, davasız ve idealsiz yaşıyorsa, yüreği kin doluysa, esirlikten hoşlanıyor ve tüm insanların esir olmasını istiyorsa, Tanrılığa yelteniyorsa, doğruyu eğri yapıyorsa, emeği gasp ediyorsa, kibirli yürüyorsa, mazlumu küçümseyip, garibi hor görüyorsa, muhtaca vermiyorsa, yetim malını hissizce yutuyorsa, korkağın tekiyse, çalıyorsa, zalimin yanında durup onun lehine karar veriyorsa, hastalara şifa olmuyorsa, kendi doğurduğu çocuğa acımasızca zulmediyorsa, iyilikleri kıskanıp engelliyorsa, yalanı ve yanlışı öğretiyorsa, şefkatten ve merhametten yoksun yaşıyorsa, adaletsiz yönetim sergiliyorsa, emrindekileri haksızca eziyor, kullanıyor ve sömürüyorsa ne kadar insan görünümünde olursa olsun bunlar insan değildir.

 

35 yılı -tabi ona da ömrün yeterse- böyle ikmal etmeye değer mi sizce? Ne yani haysiyetlice yaşayamaz mısınız? Bir gün gelecek ve gideceğiz. Işık sönecek. Saat duracak. Davul çalmış olacak. Göç başlayacak. Geri dönüş zili çalacak. Artık her şey bitmiş olacak. Ah vah kar etmeyecek. Bu böyle olacak. Yaşayan gördü yaşayanlarda görecek. Çünkü gitmek için geldik biz. Dinsiz olsakta, dinli olsakta, Karun olsakta, firavun olsakta, belam olsakta gideceğiz. Kurtuluş yok. Rolümüz, konumumuz, gücümüz ne olursa olsun kaçış yok. Burada karşı çıktığımız eşitlikte buluşacağız. Şahta piyonda aynı torbada buluşur oyun bitince biliyorsunuz. Ve zenginler zengini de, fakirler fakiride aynı toprak torbasında buluşacak. Kimse ben girmem diyemeyecek. Bazı yerlere, tiksinirsiniz girmezsiniz, elbisenizin ütüsü bozulur, fiyakanız zedelenir! Ama oraya erkekseniz girmeyin kibir budalası müptezel insan kılıklılar. Hadi göreyim sizi.

 

Öyleyse dik duralım. Haysiyetlice yaşayalım. İnsan olalım. Tabir caizse ölmeden ölelim. Kötülüğe engel olabildiğimiz kadar olalım. İyiliği duyurabildiğimiz kadar duyuralım. Biz görevimizi namusluca yapalım tamama erdirmek asla bizim işimiz değil. Biz ille tamama erdirmek işimiz olduğu varsayımıyla eğiliyoruz, kırılıyoruz şereften taviz veriyoruz, hakikati yalanla örtüyoruz. Bu yanlış kesinlikle. Sonsuzluğa gideceğimiz bir sonluluğu sonsuzmuş gibi algılamayalım. Devran bizim deyip namussuzca yaşamayalım. Doğruyu söyleyelim. İhanet etmeyelim. Sadık olmasını bilelim. Düz çizgide duralım. Üç günlük dünya ve üç kuruşluk dünya faydası için eğrilmeyelim, eğilmeyelim. Nefsimizi zapt edelim. Azgınlığa teşvikine onay vermeyelim. Dünyanın geçici cazibesine kapılıp sapıtmayalım, sapmayalım. Çünkü ahirete olan inançsızlık ya da şüphe ile dünyanın can alıcı cazibesi birleşince insanı buhrandan buhrana sürüklüyor ve perişan ediyor.

 

Arkadan gelecekler adına diyerek yanlış üstüne yanlış yapıyoruz. Oysa her insan kendi devrini yaşar. Bırakalım arkadan geleceklerde kendi devirlerini yaşasınlar. Yaşayarak pişsinler, olsunlar. Biz sadece yapmamız gerekeni yapabildiğimiz kadar yapalım. Bizim görevimiz bu. Arkadan gelenleri hazıra kondurmalıyız diyerek şerefsizliğe dümen kırmamalıyız. Alçalmamalıyız. O zaman onlara da bu tavrımızı miras bırakmış oluruz farkına varmadan. Zira geldiklerinde öğreneceklerdir bırakılanın nasıl bırakıldığını mutlaka.

 

İnsan kendini olmuşluğa vuruyor. İnsan tamam olduğunu sanıyor ama aldanıyor. Herşeye kendini layık görüyor. Her şeyi bildiğini sanıyor. Varlık sürekli oluş sürecindedir oysa. Bu dünyada tamamlanma yoktur. Sadece tamamlanmışlık algısı vardır ve yanıltıcıdır. İnsanın tamamlanma yeri asla burası değildir. Öyleyse neresidir? Belli. İnsan oraya ya tamamlanmış olarak varacaktır ya da eksik olarak. Bu kendi elindedir. Mücadele aslında tamamlanmak mücadelesidir ve en gerçek mücadeledir.  İnsan gerçek mücadelesini bırakıp işi olmayan mücadeleye giriyor, yoruluyor, bunalıyor, dağılıyor ve tükeniyor. Kendi öz nedameti ile baş başa kalıyor. Uyanıyor ama geç kalıyor. Kendi peşinden koşacağına hep başkalarının peşinden koşuyor. Ve ansızın yolun sonuna geliyor. Farkına varmak faydasız. Firavun’u anımsayın.

 

Düşünelim şimdi… Böyle bir hayatta kahpelik yapmaya, şerefsizce yaşamaya değer mi, menfaatin iti olmak yakışır mı Allah için? Vallahi de, billahi de, tallahi de değmez ve değmemelidir. İnsan doğduk, insan kalalım ve insan ölelim.

 

Son tahlilde; ağlayarak ama güldürerek geldiğimiz bir dünyadan, gülerek ama ağlatarak gidelim. İnsanca, namusluca.

                                        

GÖÇ

Göçeceğiz bir gün hepimiz
zira göçmek için geldik biz
hep kalmak isteriz, evet
lakin gerçekleşecek reddi imkânsız davet
göç davulları çaldığında nihayet
kaçamayız, karar kesin ve net
demiyor mu; Kitab-ı Kerim de ayet
''külli nefsin zaigatül mevt''

 

 

Tarih: 03.08.2010 Okunma: 666

YORUMLAR

Yorumunuzu ekleyin.

İsim: *

E-posta Adresiniz: *

* (E-posta adresiniz paylaşılmayacaktır.)

Yorum: *

Güvenlik Sorusu:
Türkiye'nin başkenti neresidir?