AMA TUTMAZ...

Özgür DENİZ - 03.08.2010

İlk evvelde, Zonguldak vilayetimizde ki maden ocağımızda, kıymetli hayatlarını kaybeden saygıdeğer işçilerimize rahmet, milletimize ve ailelerine başsağlığı diliyorum. Ülke olarak başımız sağ olsun ama bu da SON olsun.

 

 

Acı yudumlayarak geçelim…

 

 

‘’İnsan her şeyden çok tartışmacıdır.’’ Kehf-54

 

 

‘’Ey bu mukaddes toprakların necip çocukları! Yegâne vazifeniz; bağımsız vatan, yüksek ahlak ve ödünsüz adalet bilincine sahip olmaktır.’’

 

 

Evet, yeni bir dünya dizayn ediliyor. Türkiye burada mihenk taşı. Dünyanın göbek taşı gibi bir şey. O zaman Türkiye değişmeden olmaz.

 

 

Buda kolay değil tabiatıyla. Kolaylaştırmak için kolaylaştırıcılar gerek.

 

Ve böyle zamanlar için, kurulacak düzenin adamaları, yıkılacak düzenin içerisine monte edilirler. Şimdiki kurulmakta olan düzenin içine, aynı düzeni yıkmakta kullanılacak aktörlerin monte edildiği gibi. Dünya siyasi tarihinin tabi olduğu kanundur bu.

 

Aslında özde değişim yok, olmazda, olamazda. Siluet değişimidir olan. Eskiyen elbise yenileniyor o kadar. İçinde ki adam aynı adam.

 

 

 

Kendi ruhunu ortaya koyamayanlar asla normal ve doğal olan bir dönüşümün tetikleyici unsuru olamazlar.

 

 

Ve kendi ruhunu ortaya koyabilecek adam var mı? Nerede?

 

 

Geçelim!

 

Olaya bakınız!

 

Bir ülke var. O ülkeye hakim bir paradigma var. O paradigmanın savunusunu yapan bir yapı var. Ve bir de aktör var paradigmayı ayakta tutmaya gayret eden. Görülüyor ki, işler iyi gitmiyor. Ama aktörde bir türlü gideceğe benzemiyor. Ama dünya değişecek. Ve bu ülkede değişecek. Bu aktörse değişim falan algılayamıyor. Üstelik kutlu doğumlarda o güne sahip çıkanlardan daha tehlikeli konuşuyor. Gerçekten harikulade bir hitaptı.  Ne yapıyor bu aktör? Düşman olunan unsurların canlanmasına neden olacak zaman mı şimdi? Görevi bu muydu bunun?  Ne yapmalı? Ne etmeli? İş o yapının içinde ki kontrol ajanlarına düşüyor. Hemen ihtiyaç zamanlarının malzemeleri hazırlanıyor ve servise gönderiliyor. Al sana kaos!

 

 

Aktörün düşüşü! Acı son! Güzellikle olmuyorsa, kolaylıkla oluyor. Önce muazzam bir destek. Geri dön! Asla sensiz olmaz! Gözyaşları akıyor inceden. Ama planlar işliyor derinceden. Görülüyor ki, dönecek gibi bizim adam. Öyleyse ok yaydan çıksın. Ok yayadan çıkıyor tam sırttan çakıyor. Sen de mi Brütüs!? Lakin Brütüs bir değil ki bin.

 

 

Yazılı paçavralar daha ilk günden yaptılar zaten Brütüslüklerini. Çünkü kayıp giden güçlerin geri dönüşümü sağlanmalıdır. Eskiden olduğu gibi büyük ve ballı ihaleler bağlanmalıdır. Derinleşen yaralar dağlanmalıdır. Bilakis bir ömür oturup ağlanmalıdır. Öyleyse vur da vur. Kaybettikleri kılıcı alıp istedikleri gibi çalacaklar. Hanelere pervasızca dalacaklar. Her bir yere emirname salacaklar. Bunu düşlüyorlar. Dertleri ne adaletsizlik, ne yoksulluk, ne de yolsuzluk. Zaten bunların ne zaman derdi oldu ki bu şeyler? Ki bunların ürünüdür zaten bu şeyler. Ve bunların getirdiği adamların çözeceği şeyler midir bu şeyler?

 

 

Görünen manzara ve çizilmek istenen resim belli ey insanlar! Sizlerde boya, fırça, su vs olmak ister misiniz böyle bir resimde?

 

 

Burada haddizatında boyutları uluslar arasına uzanan bir durumda var. Bence bu işin içinde sosyalist enternasyonal de var. Anlat derseniz, uzun hikâye derim. Tabi kapitalist batı ile sosyalist enternasyonalistin ortak bir istihbarat zaferi gibi bu olay. Burayı SAĞ-SOL OYUNU başlıklı yazımda işleyeceğim. (tabi bu olayı değil, bağımsız olarak) başta da değindiğim gibi kutlu doğumda yapılan o fevkaladeninde fevkinde olan konuşmanında büyük etkisi olduğunu düşünenlerdenim.

 

 

Hüseyin Gülerce’nin Sayın Deniz Baykal’la ilgili çıkışı da manidardır bence. Muhalifin elini güçlendiren bir şey olmuştur. Çünkü CHP tabanı Gülen’e sonsuz muhalif öyleyse ona sempatiyle bakana yan bakar. O zaman bu söz Baykal’ı zora sokan bir durumdur. Şansını zayıflatan bir yöndür. Peki, niye söylenmiştir?

 

 

Hülasa; istenilen bir şekilde gerçekleşti gibi ama en zor kısmı ileride bence. Zira siyasal yönden farklı bir toplum yapısına sahibiz. Balık her oltaya takılmıyor bu topraklarda artık.  Çünkü oltayı atan elleri tanıyor artık. O yemin tatlılığına, ekşiliğine bakmıyor. Oltayı tutan ele bakıyor.

 

 

Son tahlilde; yenidünya düzenine giden yolun dizayn edilmesi hareketleridir bunlar. Doğu planlarını da içinde barındıran bir oyundur bu. Hakeza tetiklenmek için zulada bekletilen ideolojik kavga zemini de hazırlanmaktadır ağırdan. Tabi ilerleyen günlerde daha net görebileceğiz resmi. Bunlar indi mülahazalardan ibarettir şu an.

 

 

Geçelim!

 

 

Mevcut dünya eskidi ve miadını doldurdu. Bu dünyayı ayakta tutan paradigmalarda miadını doldurdu. Ve bu paradigmalarla birlikte yerel paradigmalarda miadını doldurdu. Öyleyse yeni bir paradigma ve yeni bir düzen gerekiyor. Tabi kalıp olarak. Muhteva olarak değil. Ama insanların kabul etmesi için bir değişimin olması zorunlu. Ve ilk olarak bir hareketin yansıyacağı nokta gözler olduğu için kalıpta değişiklik oluyor. Zaten ötesini önemseyen de yok. Düşünen insan olmadığı için.

 

 

Yeryüzüne hükmetmek isteyen tanrı taslaklarının güç kaybı bu dizaynı tetikleyen en önemli unsurdur. Zira henüz istedikleri cenneti(!) yaratamadılar. Bu tanrı taslakları, cebren ve hile ile hükmettikleri insanlara yürüyecekleri yolları çizerler, sahip olacakları fikirleri sunarlar. Ve tanrılıklarını kabul ettirmek için zihinlere istedikleri şekli verirler. Artık kafasının içi değişen ve o değişiklikte donan insanlar inandıkları düzenin tek düzen olduğunu sanırlar ve asla değiştirilemeyeceğine inanırlar. Ancak tanrıları değiştirilmesi gerektiğine karar verirlerse inanırlar. Bilakis en ahlaki düzeni de sunsanız reddederler.

 

 

Şu an ki olan da tam da budur işte. Beyinler donuk olduğu için algılayamamaktadır hiçbir şeyi. Ancak donduranlar çözerlerse o zaman anlarlar ama anladıkları anda yine dondurulmaktadır. Yani bir fasit daire.

 

 

Şu anda yaşamakta olduğumuz durumda budur. Donduranlar çözüyorlar yavaş yavaş ve donduruyorlar aynı anda yavaş yavaş. Birbirini takip eden bir süreç. Çözülen kısımlar aynı anda donuyor. Tabi burada ki ince durumu algılayabilsek bir, iş tamam. Süreçteki insicamı bir bozabilsek. Bozulmayınca yenilenmiyor çünkü. Yıkılmayınca yapılamayacağı gibi. Her şeyiyle yeni bir şeyi yaratmak, her şeyiyle eski bir şeyi yok etmeyi zorunlu kılar. Bir sorunu doğuran zihniyetle o sorunu çözmeye çalışmanız sekterlikten başka nedir?

 

 

Bence önce üzerinizdeki bütün ağırlığı atın. Çırılçıplak kalın. Sadece kendinize ait olanla. Ondan sonra yeniden giyinmeye başlayın ve kimseyi karıştırmayın. Yüreğinizin sesine kulak verin sadece. Sonra topluma karışın ve öylece bakın hayata. Farkı göreceksiniz!

 

 

 Ne diyorlar? Halk aç! Halk çıplak! Halkın derdi ekonomi! Böyle diye diye halkın kafasını döndürdüler. Değerli(mukaddes) olan her ne varsa bir kenara atıldı. Ve böylece yegâne sorunumuz(!) olan ekonomiyi çözecek diye sunulanlar değersiz(kutsalsız) olsalar bile umursamadık. Şunu bilelim: bu ülkede bunca haram yiyen komprador varken, helal derdinde ki halk zengin de olamaz, emeğinin karşılığını da alamaz, karnını da doyuramaz, üstünü de giyemez. Ve hiçbir iktidar da sosyal adaleti sağlayamaz. Kimse bana bir iktidarın sosyal adalet sağlayacağını da iddia edemez ve bir iktidarında sosyal adaleti getirdiğini gösteremez. Halkın topyekûn birleşmesi ve gerçeği görmesi, zincirleri kırması gerekir. Yoksa iktidar değişiklikleriyle adalet geleceğini sanmak zavallılıktan başka şey değildir. Zaten hiçbir kimse de bir iktidara adaletsizliği, yoksulluğu ve yolsuzluğu yok edecek diye oy vermez asla. Oy verme dinamikleri çok farklıdır bence. 

 

 

Bir örnek verelim: kumara gerçekten düşman olan biri kumara dost olan birine oy verir mi? Namusluca konuşun. Faraza adalet getireceğine inandı diyelim verir mi? Bence vermez. Ki zaten adalette getiremez. Kumara yol veren nasıl adalete beri gel diyebilir? Buna inanan zavallıdır. Ayni şekilde kumara gerçekten dost olan biri, adaleti getireceğini bilse bile kumara düşman olan birine oy verir mi? Keza içkiye karasevdalı olan birinin adalet getireceğine inanılır mı? Şayet makyajla, ambalajla inandırıldı diyelim ilkesi gereği içkiye muhalif olan biri böyle birine oy verir mi? Hakeza içki meftunu birisi içki düşmanı birine oy veriri mi, faraza adaleti getirecek olsa bile? Verilecek cevaplar oy verme dinamiklerini gösterecektir. Görüldüğü gibi oy verme dinamikleri çok farklıdır. Ha istisna olmaz mı? Elbet vardır ama kaideyi bozacak etkiye sahip değildir. Ülkemizin siyasi tarihini inceleyiniz dediklerimin isabetli olduğunu göreceksiniz.

 

 

‘’İnsan sadece ekmekle yaşamaz.’’ Hz. İsa

 

 

Oysa gerçek sorun insanlık sorunu. Ahlakilik sorunu. Her türlü bela, ahlaksızlığın doğurduğu beladır, dolayısıyla ahlaksız insanların kiridir, insanlığı ve toplumu kirleten. Savaş iman ve küfür savaşı. İyilerin ve kötülerin savaşı. Ezenlerin ve ezilenlerin savaşı. Açlıkta, yoksullukta, yolsuzlukta yemin ediyorum hikâye. Sadece gerçek savaşı örten fanuslardır bunlar. Önce bunu idrak etmek gerekiyor. Yoksa yine beyhude bütün gayretler. Öyle değil mi? Şeytan küfretmiyor mu? Şeytan kötü değil mi? Şeytan ezen değil mi? İnsan iman etmiyor mu? İnsan iyi değil mi? İnsan ezilen değil mi? Buna hayır diyebilir misiniz? Öyleyse, şeytanın, adaletsizliği, yoksulluğu, yolsuzluğu yok edeceğine inanmak ahmaklıktan başka nedir insanlık aşkına?

 

 

Hülasa sevgili insan! Sorun asla açlık, yoksulluk, yolsuzluk sorunu değildir. Sorun küfür sorunudur, ahlaksızlık sorunudur. Çünkü bu kirler ahlaksızların kirleridir ve toplumu da kirletmektedir. Bizim, kirli insanları, kitap havuzunda, ahlak suyuyla yıkamamız, adalet sabunuyla ovmamız gerekmektedir. Yeni bir dünya, temiz bir dünya, adil bir dünya ancak böyle kurulabilir.

 

 

Faraza bizi muazzam bir yaşama kavuştursalar, altımıza araba verseler, bir eve soksalar küfre evet imana hayır mı diyeceğiz yani? Bizi biz yapan değerleri fırlatıp atacak mıyız? Peki, elimizden çıkmayacağına dair bir garanti belgesi mi var maddi unsurların. Ve sonsuz mu bunların kullanım süresi? İşe bakın ki, hayatımızda hükmü sınırlı olan şeyler uğruna verdiğimiz mücadeleyi, hayatımızda hükmü sonsuz olan şeyler için vermeye yanaş mıyoruz. Ne biçim iştir bu Allah aşkına ey insanlar!?

 

 

 

 

Attığımız her adımın bizi götürdüğü yönü iyi bilmeliyiz! Ne atarsak atalım sonunu düşünmeliyiz. Kazançlarımızı ve kayıplarımızı birlikte düşünmeliyiz. Ve kazandıklarımızın ne olduğunu, kayıplarımızın ne olduğunu algılamalıyız.

 

 

 

 

 

 

 

Tarih: 03.08.2010 Okunma: 649

YORUMLAR

Yorumunuzu ekleyin.

İsim: *

E-posta Adresiniz: *

* (E-posta adresiniz paylaşılmayacaktır.)

Yorum: *

Güvenlik Sorusu:
Türkiye'nin başkenti neresidir?