MİLLİ EĞİTİM TEŞKİLATI...3...

Özgür DENİZ - 03.08.2010

İyi üstat, dışımızdaki yaşananı içimizde hayat yapabilen muallimdir. En iyi muallim, en büyük üstat şüphesiz ki hayattır. O hayatı öğreten, o üstadında üstadı olan, en büyük muallimlerde peygamberlerdir. İlk öğreten de, bütün üstatları halkeden de, şüphesiz ki yüce Allah’tır. Zira ‘’O, ilk Ata’ya isimleri öğretendir ve bu öğrenmeyle insanı yüceltendir diğer mahlûkat muvacehesinde.’’ İşte mektep insanı yüceliklere eriştiren, yükselten, eşref-i mahlûkat kılan bir mabet mesabesinde olmazsa bir anlam ifade etmekten mahrum kalması muhakkaktır. Mekteplerde alınan dersler, ya bir tasavvurdur ve hayale mal edilir; ya da bir iradedir ve iktidarımıza ilave edilir; ya da bir aşktır ve kalbe doldurulur. Bunun haricinde bilgiler veren mektep faydasızdır ve manasızdır, insanı bir merkepten farksız kılar. Karakter mayası aşılamayan mektep mektep değildir. İnsaniyetin inceliklerini kavratmayan, ruhu terbiye etmeyen, ahlak elbisesi giydirmeyen, saygıyı ve sevgiyi öğretmeyen, vatan ve millet aşkını beyinlere ve ruhlara nakşetmeyen, din sevgisini damarlara zerk etmeyen mektep mektep midir? Maddenin efendisi değil kölesi kılan bir mektep kurtuluş vaat edemez. Ki bugünün gençliği hangi kurtuluş ışığını taşımaktadır? Mektepleri, hörmet-hayâ-vatanseverlik vb. ulvi duygularla coşan yürekler yetiştirmemişse, o milletler ne bahtı kara milletlerdir. Mektepler, hamiyetli ve himmetli, iffetli ve ahlaklı, bilgili ve kültürlü gençlik yetiştirmemişse yok olsun daha iyi. Hayâya hayran gönüller, insanlığı seven temiz yürekler var etmemişse bir mektep ne yapmış sayılabilir insanlık adına? Mektep aynı zamanda camiye ve kışlaya uzanan bir köprü olmalıdır. Zira, bir vatan-millet, mektep-cami-kışla sacayağı üzerinde varlık kazanır ve bunların uyumu oranında varlığının idamesini garanti altına alır.

 

 

 

 

Eğitim gerekirse bir tiyatro, bir roman, bir masal, bir televizyon olabilmelidir ki bu şeylere bireyin fazla özentisi kalmasın. Bu yönlere susuzluk hissetmesin. Yoksa gençlik bu yönlere eğilim gösterince bu yönlerde istismara açık oluyor ve gençliği daha çok kendine bağlamak için derinden derine yozlaşma meydana getiriyor, ahlakı yaralıyor ki haddizatında televizyon bir iffet ve ahlak katilidir. Şimdi bakınız, herkes, televizyonla yiyor, içiyor giyiniyor, geziyor ve evleniyor. Yani bütün yaşantıyı tayin eden, yönlendiren televizyon oluyor. O sanal âlem doğal âlemin katili oluyor. Televizyon insanları bozdukça insanlar daha bağımlı hale geliyor zira televizyondan beslenenlerin yegâne kaynağı ahlaksızlıktır. Ahlakı yaralıyor bu yüzden ilk önce. Çünkü ahlaksız olan insanda sınır, had, hudut, ilke kalmıyor. Sürekli kötülükten, kandan, kinden beslenen bir yaratığa dönüşüyor. Bu yüzden hayatı da zehir ediyor. İlk başta tezahür eden davranış ise ihanet oluyor. Çünkü televizyon demek ihanet demektir. Ruha, ahlaka, barışa, sevgiye, adalete ve ilk başta bu erdemlere de anlam katan insana ihanettir. En sağlam olan bile iki günde hain olup çıkıyor. Hayattan konuşuyorum zira. Bunların yaydığı virüsler ruhları kuşatıyor, o ruhlar kötülük kusuyor ve o kusmuklar tekrar ekranlardan dünyaya yayılıyor küçük bir pencereden. Böylece kötülükler doğallaşıyor. Misal; iffetler katlediliyor, iffetsiz kalanlar katil oluyor sonra yakalanıp defaatle ekranlardan gösteriliyor sanki çok iyi bir şey yapmış gibi. Sonra özenen özenene ve bir daha bir daha aynı cinayetler, ahlaksızlıklar. Laf etmiyorum söz söylüyorum. Ne boşluktan konuşuyorum ne boş konuşuyorum. Çünkü ne kadarda yaşamın kıyısında olsam bile içeriyi görebilecek gözlerim var yüce Allah’ıma hadsiz şükrüler olsun. Kendini, müteal bir otoritenin kontrol ettiğinin farkındalığıyla, otokontrole tabi kılan bir gençlik televizyonla şirazesinden çıkıyor, frenleri, balataları iflas ettiriyor, yakıyor. Böylece bitiş başlıyor. Unutuş başlıyor. Esaret zincirleri ağır ağır vücuda dolanıyor. Ve bir insanın şahsında bir toplum tedricen tefessüh ediyor, yok olup tükeniyor. Ve bir toplum özelinde koca bir dünya kirleniyor.

 

 

 

 

Bir defa mektebe muayyen bir özerklik vermek icap ediyor. Muallimi devlet ricalinin hizmetkârı olmaktan çıkarmak hür bırakmak eğitimin asli işlevine dönmesi demektir. Ayrıca muallimi idareci kesiminin emir kulu olmaktan da azade kılmak şarttır. Bilakis devlet adamı, muallimin emrinde bulunduğu müddetçe cemaat ikbal halinde yaşar. Muallim devlet adamının bendesi olduğu zaman cemaat bozulur felaketler zuhur etmeye başlar. Ki yaşadığımız ve yaşamakta olduğumuz durumda tam da budur. Aksini iddia edenin aklından zoru vardır derim. Bugün öğretmenler idarecilerin idarecilerde siyasetin kuklasıdır. Bugün talebelik, nasıl artık ilim yolculuğu değil, diploma avcılığıysa, muallimlik de, ne bir iman ve irşat yolu ne de fikir ve kültürün otorite merkezidir. Hatta bir meslek bile değildir. Sadece küçük bir memuriyettir. Muallim, örnek adamda değil, boynu bükük bir memur, salahiyetsiz bir öğretici, müdürün emrinde çalışan bir baremlidir. Oysa, muallim ruh doktorumuzdur. Disiplin kurucumuzdur. Toplum düzenimizin bekçisidir. Ekonomik münasebetlerimizin düzenleyicisidir. Siyasi yaşayışımızın üstadıdır. Hülasa varlığımızın güvencesidir. Karakterimizin yapıcısıdır. Geleceğimizin inşacısıdır. Hayır demeyin sakın! Ah anlatabilsek bi! Her şey domino taşı gibidir. İlk taş düşünce bütün taşlar düşer. İşte bunun gibi devlet düzeni de aynıdır. En tepedeki düzgünse ve otoritesini konuşturuyorsa her şey silsile halinde ya düzelir ya bozulur yeminle. Hani bugün memur amire kızarya ve o da der ya ben napayım ben de üste bağlıyım. İşte bizim üstlerimiz hiçbir zaman doğru işler yapmadılar sadece kullar yarattılar ve o kullarla çarklarını döndürdüler. Ve bu kirli ve bozuk müesses nizam aynı şekilde varlığını idame ettiriyor. Biri çıkıpta insan için, hak için, ideal eğitim ve ideal gençlik için, ahlak için, güzel bir dünya için savaşmadı ve savaşmıyor da. Kimse yücelik için, yükseliş için, kurtuluş için, varoluş için Devrim demedi. Oysa bütün değerlerim adına yemin ediyorum herkesin yüreğinde ki inandığı dünya ancak devrimle tesis edilebilirdi. Ama kimse bişeyi paylaşmak istemiyordu. Ulan üç günlük dünya bırak ne ben yiyeyim ne çevrem yesin herkes yesin herkes yaşasın ki huzur olsun, sevgi olsun, zaten ölüp gidecem bunca dünyalığı sanki toprağamı götürecem demedi. Yemin ediyorum şereflice bu deneydi bu ülkede devrim bugüne kalmazdı. Ve özünde görkemli ve muhteşem olan bu ülke bu halde olmazdı. Ve çoktan yeni bir dünya kurulurdu.

 

 

 

 

 

Mektep manaya yükseliş, birliğe yöneliş, kaide ve disiplindir. Bütün bunların birleşmesinden ilahi bir koku ruhlara dağılır. Mektebi aşk besler. Metotlu düşünce yaşatır. Bu mektebi var kılacak ve varlığını idame ettirecek olanda kaideli, disiplinli, ahlaklı ve adaletli bir düzendir. Gerçek bir milli mekteptir. Bir memlekette yabancı mektepler milli mektebi gölgede bırakmışsa, esas yönlendiricilik milli mektepten yabancı mekteplere geçmişse, kültür hâkimiyeti yabancı mekteplerin tesiri altındaysa o memleketin yükselmesi hayalden öteye gidemez. Bir milletin bağrında yabancı mektep, mektebi yıkıcıdır. Millet kültürüne sokulmuş hançerdir. Yabancı kültür dilenmekle zannedilen garplılaşmak da mümkün değildir. Deve hamuru yemekle deve olunmaz. Deve doğmak lazımdır. Yabancı kültür sadece milli kültür ağacının köklerini kurutur, onu soysuzlaştırır. Çocuklarına yabancı dil öğretmek için yabancı mektebe koşanlar pire için yorgan yakıyorlar. Bu adamlar bir avuç su için suda boğulanlardır. Milli mektep aynı zamanda devlet mektebidir de. Hadi aksini iddia edin ve iddia ettiğiniz şeyin en ufak bir faydasını gösterin.

 

 

 

 

Ne demişti bir zamanlar gâvurun biri: ‘’Buralar kılıçla alındı ama eğitimle geri alınacak’’ demişti, güzel ve canım İstanbul için. İşte yabancı mektebin gerçek gayesi budur. Bir vatanı içeriden işgal etmek, hançerlemek, çökertmek. Olmadı diyebilecek yüreği olan var mı? Bizi, bu ülkenin bağrına bir hançer gibi sokulan bu mektepler ve bu mekteplerin yaydığı tefessüh etmiş kültür mahvetmedi mi? Ve o mekteplerde yetişen yabancı kırmalarının iştigalleri bu milleti gâvura esir kılmadı mı? Bu ülkenin kaderini onlara teslim etmedi mi? Bizim eğitimimizde hâkim olan unsurları bir tetkik edin bakalım kimleri göreceksiniz. Daha yakın zamanlarda bu ülkenin Müslümanlığından şikâyet edecek denli haddini aşanlar ve üstelik ne kimlik olarak ne de din olarak bu yüce vatanla ilgisi olmayanlar bu devletin üniversitelerinde görev yapmıyorlar mıydı? Hey gidi hey! Ne günleri yaşadık ne günleri yaşıyoruz ve kim bilir ne günleri yaşayacağız. Dövüle dövüle pişiyoruz. Bir gün inşallah kendimize geliriz de kendine getiririz. Zira layık olduğumuz yerde değiliz. Acı yudumlayanlar acı kusarlar. Bu asla hafızalardan çıkarılmamalıdır. Çıkardığınızda çıkın gidin!

 

 

 

 

Son söz niyetine: Bütün dünyaya hükmetmeye çalışan ve bu uğurda gizli-açık sürekli bir faaliyet içinde bulunan iki kuvvet; Rusya ve Amerika, teknik hâkimiyetlerini dünyaya yaymak isteğindedirler. Ve yapıyorlar da bunu. Her iki kirli ve katil kuvvette maddenin sultanlığında kurtuluş aramaktadırlar. Sürekli milli kültürleri dejenerasyona uğratmaya, milli eğitimleri yıpratarak gençliğin nevrini döndürmeye çalışmaktadırlar. Bahusus bizim ülkemizde takriben her 10 yılda bir sistem değişikliği yapılmaktadır, bu vahim bir oyundur ve bunun altında bu ülkelerin eli olduğu gayet açıktır. Bu iki kuvvetten biri güya ezilen bir sınıfın haklarını diğeri ise sınır bilmez iştihaların pençelerinde tatmin arayanların çıkarlarını savunmaktadır. Karanlıkta yürümektedirler. Ve karanlığa çalışmaktadırlar. Özellikle genç nesilleri hedef alan bu iki kuvvet gençliğin gövdesini yoz kültürleri ile dağlamak isteğindedirler ve bunu beceriyorlar da. Her yerde maddeci emperyalizmin milli kültürleri yok etme yemini ettiği bir hakikatken halklarının gururunu okşayarak bu hadiseyi örtenler ve milletlerini avutmak isteyenler vicdanları satılmış şarlatanlardır, dalkavuklardır. Bunlar milletlerinin ve hakikatlerin düşmanlarıdırlar. Bunlar şahsi menfaatleri için ülkelerinin geleceğini ipoteğe vermekten imtina etmeyen kahpelerdir. Bunlar yaşamak adına maddenin hâkimiyetine yol veren kültür çökerticilerdir. Sizi size medh edipte mest edenler değil acı söyleyenler sizin dostunuzdur. Oysa bu iki kuvvet yalancı övgüyü pek severler ki kendilerine bağlasınlar milletleri. Medh edenler beklenti içindedirler ama acı söyleyenler hasbidirler. Dilenci ve meddah över ama ağlayanlar dostturlar. Seven ağlar zira. Sevmeyen ise fayda temini için bağlar, bağlama çeker, aldatır, över.

 

 

 

 

En son tahlilde: Bir insanın bir hayvana, bir âlimin bir cahile, bir velinin bir şerire esir olduğunu düşününüz. (bu hangi ideolojide olur?) İşte bizim eğitim sistemimizin resmi budur. İnsan hayvana, âlim cahile, veli şerire esir edilmiştir.

 

 

 

 

Bir ayrıntı: ‘’Muallimleri maaş derecelerine göre tasnif etmek ne kadar budalaca bir hareket olursa bulunduğu mektebin derecesine göre muallime kıymet vermek itiyadı da o kadar safiyane o kadar muzır bir itiyaddır. Muallim sadece bir memur değildir. Belki genç ruhları kendine mahsus manadan bir örs üzerinde döverek işleyen demircidir.’’ Nurettin Topçu

 

 

           

 

Bir soru: şimdi bütün bu izahattan sonra bir sözü olan ve o sözü söylemeye yüzü olan var mı?

 

           

 

 

Bu makalede üstattan istifade edilmiştir. Allah rahmetini üstadın üzerine yağdırmayı asla bırakmasın. Cennetin adamlarından eylesin kendisini. Bizi de kendisiyle buluştursun günü geldiğinde inşallah. Âmin.

 

 

 

ÖNERİLERİM:

 

 

 

Kesinlikle kesintili yaşayın. Dura dura. Düşüne düşüne. Kavraya kavraya. Kesintisiz yaşamak gerçeği kaçırmaktır. Güzelliği görememektir. Hayattan haz alamamaktır. Ve kesintisiz saçmalığına son verin. Zira kesintisizlik hayatı zehir etmektedir. Her şeyi bozmaktadır. Olmayanı oldurmaya çalışmaktır ve böylece olacak olanı da çürütmektir. Kesintisizlik fidanları daha baharında soldurmaktır. Lüzumsuzlukları temiz sayfaya doldurmaktır. Kesintisiz hayata süper bir devrimle son verin ve kesintiliye çevirin.

 

 

 

Saçma sapan sınavlarla yönetici almayı bırakınız. Kesinlikle yöneticilik hakkında ve eğitim hakkında bir teze imza atamayanı asla yönetici yapmayınız.

 

 

 

Bir okul tam anlamıyla her sınıfı olarak her nevi malzemesiyle hazır edilmeden eğitime başlamamalıdır.

 

 

 

Öğrenci okula gelir. Hayat kurallarıyla ilgili andı okur ve hayat dersi başlar. İlk derste hayatı yaşamakla ilgili bilgiler verilir, öz olarak. Bir insan olduğu vurgulanır. Yaşarken ve çalışırken uyması gereken genel ahlak ilkeleri öğretilir. Şerefli ve namuslu çalışmanın esas olduğu sık sık vurgulanır. Sonra çocuğa kim olduğu fark ettirilir. Dili çok iyi kavratılır. Fasılalı olarak önemine vurgu yapılır. Kültürünü yaşaması ve yaşatması için neler yapacağı öğretilir. Tarihi iyi belletilir. Ecdadı en güzel şekilde ve en doğru olarak tanıtılır. Çocuk kendisi için hazırlanmış en güzel ve uygun ortamda beslenmesini yapar. Sonra tabiattaki sesleri hem doğal ortamda hem de örneklendirilmiş yapay ortamda tanır ve kavrar. Daha sonra tabiata dair oluşumları ve tabiatı oluşturan nesneleri gözler ve resimler. En sonra fiziksel gelişim için hazırlanmış harika ortamda hareketler yapar. Hem işitsel, hem görsel, hem fiziksel çalışmalar için uygun ortamlar muhakkak hazır olmalıdır. Tıpkı her ders için ve içinde her sınıfın ders malzemesi bulunan ortamın hazır olması gibi. 

 

 

 

Eğitimci her yönden desteklenmelidir. Ekonomik olarak tatmin edilmeli. Görev yönünden özgürlük verilmelidir. Psikolojileri asla bozulmamalıdır. Teftişler muhakkak derse dönük olmalıdır prosedüre değil. Son tahlilde; çocuk tekrar andını okuyarak dağılır. Eğitimde öğretimde tamamdır.

 

 

 

Klüp faaliyetlerine seçimde, katılımda kesinlikle dördüncü sınıfta başlamalıdır. Yine bu sınıftan itibaren branşlaşma muhakkak başlatılmalıdır. İşte en büyük devrim de budur. Branşlaşma çok iyi disiplinize edilmelidir. Dördüncü sınıftan sonra zeki çocuklar (bu asla hasiyetsiz bir ayrımcılık değildir) ayrılıp ilgi alanlarına göre özel bir eğitime tabi tutulmalıdır. Diğerleri de üretim için en kalifiye eleman olarak yeteneklerine göre yetiştirilmelidirler. Anaokulu mutlaka zorunlu olmalıdır ve genele yayılmalıdır. Her anaokulu tam olmalıdır her yönden.  

 

 

 

Okullar kâğıt işlerinden arındırılmalıdır. Kitaplar kısa ve öz olmalıdır. Lüzumsuzluklar atılmalıdır. Gerçek hayatla ilgili olmalıdır. Konular anlamlı olmalıdır. Hayat dersi vermelidir. Kitaplar somut ve net olmalıdır. Öğrenci düzeyinde felsefi temelli olmalıdır. Türkçe bilgisi son derece mükemmel şekilde verilmelidir. Dil sevdirilmelidir. Dilbilgisi dersi mutlaka olmalıdır. Dilin kuralları öğretilmelidir. Türk-İslam tarihide aynı özenle ve dikkatle verilmelidir. Tarihsiz nesil talihsiz nesildir. Tarihsiz nesil geleceksiz nesildir. Kaldırılan tarih dersi mahiyetine uygun şekilde yeniden konulmalıdır. Bu ihanettir.

 

 

 

Eylemin önemi sürekli vurgulanmalıdır. Kaliteli insan hedeflenmelidir. Muallimler izah ve ikaz yapmalıdır. Teklif etmeli ve tercihe bırakmalıdır. Eğitimde zorlama asla olmamalıdır. Zoraki eğitim disiplini de düzeni de bozar. Eğitimi katleder. Örnek ve önder nesilleri heba eder.  

 

 

 

Bilakis, her şey beyhudedir.

Tarih: 03.08.2010 Okunma: 645

YORUMLAR

Yorumunuzu ekleyin.

İsim: *

E-posta Adresiniz: *

* (E-posta adresiniz paylaşılmayacaktır.)

Yorum: *

Güvenlik Sorusu:
Türkiye'nin başkenti neresidir?