Kalem feryâd eder, ağlar mürekkep,
“Beni cahil eline verme Ya Rab!
Lütfunla âlime çevir yolumu,
Kırma n’olur kanadımı, kolumu.”
Lâedri
Hasan DEMİR, Yeniçağ, 24 Ağustos 2010

Yavuz
Bülent Bakiler’in, “TRT Genel Müdürüne derim ki” diye başlayan ve “Yazıklar
olsun” diye biten bir yazısını sizlerle paylaşmak istiyorum.
Sayın Bâkiler, “Sayın Genel Müdür” diye başladığı yazısına şu satırlarla devam
ediyor: “TRT İstanbul Televizyonu, Nevruz Bayramı dolayısıyla, 21 Mart’ta
hazırladığı programa, konuşmacı olarak beni de davet etti. Söze başlarken dedim
ki: ’- Ben Türk Cumhuriyetlerine on defa gidip geldim. Türk Cumhuriyetlerini
anlatan yüz bir TV programı hazırladım. O programların altmış altısı devlet
televizyonumuzdan yayınlandı. Türkiye’de Nevruz üzerine yapılan ilk programı,
arkadaşım Mehmet Ali Özpolat’la birlikte hazırladık. Nevruz, bütün Türk
Cumhuriyetleri’nin ortak bayramı. Nevruz, milletimizin 3500 yıllık en eski
bayramlarından biri.
Nevruz’un Farsça bir
kelime olduğu doğru. Benim Bülent ismim de Farsçadır. Ama ben Fars değilim,
Türk’üm. Biz Türkiye Türkleri olarak Nevruz kelimesini kullanıyoruz. Ama
Türkistan’daki soydaşlarımız ona: Yeni Kün veya Ulustın uluv künü, Uluv kün,
Cılbaşı, Gılbaşı, Cılgayak diyorlar. Yalnız Azerbaycan ve Balkan Türkleri,
ağızlarını bizim gibi açıyorlar. Anadolu’da, Selçuklu ve Osmanlı asırlarında
da, Nevruz şenlikleri yapıldı. Nevruziyeler yazıldı. Padişahımıza, devlet
büyüklerimize, baş harfleri (s) olan yedi çeşit yiyecek macunlar sunuldu.
(...) Selçukluda,
Osmanlıda, Cumhuriyette, 21 Mart, mâlî yılın başlangıcı idi. Cumhuriyet
devrimizde, 1926 yılına kadar Nevruz Şenlikleri resmen kutlanıyordu.”
Özetle, Yavuz Bülent
Bâkiler Nevruz’un Türk dünyası ve Türkiye Cumhuriyeti’nde bir “Türk Bayramı”
olarak kutlandığını bin bir örnekle anlatıyor, anlatıyor ve o sırada çok
ilginç, çok çirkin bir şey oluyor.
Ne olduğunu yine Sayın Bâkiler’in yazısından birlikte okuyalım:
“Sayın Genel Müdür, ben bu tespitlerimi 21 Mart’ta, İstanbul Televizyonunun
canlı yayınında söyleyince konuşmamı derhal kestiler. Araya çeşitli reklâmlar
sokarak beni yayından çıkardılar. Halbuki daha söyleyeceklerim vardı. TRT
programcılarının bu tavrı, dehşet verici bir cehaletin ve gafletin ifadesidir.
Bir milletin devlet televizyonunda çalışanlar bile, kendi tarihlerinden,
geleneklerinden, göreneklerinden kopmuşsa, tehlike kapıda demektir.
Anlaşılıyor ki, Türkiye’de önce Türk açılımı
yapmak lazımdır. Çünkü Türk’ün dünü ve bugünü, Türk’ün fazileti ve çilesi...
bütün özellikleri ile ortaya konulmazsa, Türk’ün güzellikleri yaşatılmazsa,
diğer açılımlar, yüzümüzü güldürmeyecektir. (...) Yazıklar olsun”
İşte Yavuz Bülent
Bâkiler’in TRT’de, hem de canlı yayında başına gelenler bunlar. Bâkiler’in
mektubuna TRT Genel Müdürü cevap bile vermiyor ve Bâkiler de bunun üzerine
Türkiye Gazetesi’nde ikinci bir yazı yazarak, “Bir daha TRT’ye çıkmayacağım”
açıklamasında bulunuyor.
Aziz dostlar.. Bu hadise çok önemlidir.
Önümüzdeki dönemde
Türkiye’nin başına nelerin geleceğini göstermesi bakımından çok önemlidir. AKP
zihniyetinin ve bölücü Kürtçülüğün tuttuğu subaşlarının art niyetlerini teşhis
ve tespit açısından çok önemlidir.
Sayın Bâkiler gibi Nevruz konusunda en yetkin isimlerden olan ve bu işin peşini
bırakmayacağı bilinen bir şahsiyetin Türk’le Kürt’ün ortak değeri olan Nevruzu
anlatırken canlı yayından uzaklaştırılması bir “Ne kardeşliği kardeşim”
tavrıdır ve öyle İstanbul Radyosu çalışanlarının tek başına alabilecekleri bir
karar falan da değildir...
Bu işler “düşünülmüş
taşınılmış” işlerdir, bu işler o esnada telefon trafiğinin yaşandığı “organize
işler”dir. Ve “açılım” dedikleri de işte böyle bir şeydir.
Hangi gidişata
“evet” veya “hayır” denileceğini bilme açısından hatırlatalım istedik.
Arşiv