HAYRAN, BAYRAM VE REFERANDUM

İsmail Hakkı CENGİZ - 26.08.2010

Her ne olursa, milletin kararı başımızın üstündedir.

Geçen yıl, Düzce’de, bir fındık üreticisiyle konuşuyoruz. Fındığın önümüze hangi işlemlerden sonra geldiğini, para etmediğini, borçlarını ödeyemediğini anlattı. Öyle bir anlattı ki, neredeyse hüngür hüngür ağlayacak zannettik.

Söz siyasete gelince, gözleri parladı, Erdoğan’dan hayran hayran bahsetti. Fındığın para etmemesinde, borçlarını ödeyememesinde iktidarın bir kabahatini görmüyordu. Kendi durumu kötüyse de ülke iyi gidiyordu!

*   *   *

Dün, İstanbul’da, küçük bir tekstil atölyesi sahibi bir esnafla konuşuyoruz… Hayatından gayet memnun gözüküyor… İşleri soruyoruz… “İşler pek de iyi değil” diyor… “Bizim 50 TL’dan aşağı mal edemediğimiz bir ürünü Çinliler 10 TL’sına piyasaya sürüyorlar, piyasa Çin mallarıyla dolu” diye yakınıyor.

Bu arada, laf siyasete ve referanduma geliyor… Tekstilci hayran hayran Erdoğan’ı övüyor… İşlerin “pek iyi olmamasının”, “piyasanın Çin malıyla dolmasının” sorumluluğundan iktidara hiç pay vermiyor. Ona göre, şu saydığı aksaklıklar varsa da Türkiye gayet iyi gidiyor.

İnsan düşünmeden edemiyor… İşler kötüyken, durumun berbatken, ürünün para etmezken nasıl olur da iktidarı mesul görmezsin? Görmediğin gibi iktidarın başına nasıl bu derece hayran olabilirsin?

Erdoğan’ın en büyük marifeti bu: İnsanlara kendini masum, dahası memleket yararına çok fazla iş yapıyor gösterebilmek…

Tabii bunda, ele geçirilen, havuçla veya sopayla “hayran” hale getirilen medyanın ve medyadaki hoparlörlerin ziyade katkısı var. Bu ayrı bir yazı konusu!

Söz ettiğimiz tekstilcinin tek sıkıntısı; Bayram’da memleketi Erzincan’a gideceğinden dolayı, büyük bir ihtimalle referandumda oy kullanamayacak olması…

Demek ki referandumun bayram ertesine gelmesi sadece sahil tatilcilerini değil; bayramı sılada geçirecek olan pek çok vatandaşı da etkileyecek.

*   *   *

FAİLİ MEÇHULLER BİTTİ Mİ?

20 Ağustos tarihli, “Evet’in telafisi yok” başlıklı yazımıza dün yapılan bir yorumda, “üç yıldır faili meçhul cinayet işlenmemiştir” iddiası dile getirilmiştir.

Acaba bu “kesin” yargı doğru mu?

Doğruysa, her gün gazete ve TV’lere yansıyan, dolayısıyla son 3 yıl içinde binleri bulan cinayetlerin, bütün zanlılarının yakalanmış olması lâzım. Var mı böyle bir şey?

İkincisi, her cinayet kayıtlara “cinayet” olarak mı geçiyor acaba? Bazı “kaza”larda, bazı “intihar”larda hiç mi cinayet kuşkusu yoktur?

Meselâ; BBP genel başkanı Muhsin Yazıcıoğlu “kaza”sı…

Meselâ; Isparta’da, bilim insanlarıyla dolu olan uçak “kaza”sı…

Meselâ; birkaç hafta evvel, bilirkişi göreviyle İstanbul’dan Bolu’ya giderken, içindeki 3 profesörün ölümüne sebep olan otomobil “kaza”sı…

Meselâ; Özel harekât Daire Başkanı Behçet Oktay’ın, aracında “intihar”ı…

Meselâ; Aselsan’da görev yapan mühendislerin arka arkaya “intihar”ları…

*   *   *

Çok daha somut bir vakıa da söz konusu: Ülkede, her yıl ortalama 1.500 (bin beş yüz) çocuk kayboluyor. 3 yılda ne eder? 4.500… Bir tanesinin failinin bulunduğunu duyan var mı?

Bu iktidarın en büyük marifeti işte bu: Misal; asayiş konusunda, seleflerinden hiç bir üstünlüğü yok, belki daha da başarısız… Velâkin çevresindekilerce fevkaladenin fevkinde muvaffak olmuş gibi görülebiliyor, gösterilebiliyor.

*   *   *

NUTUKLA ADAM KANDIRMA

Nutukta insaf yok… Büyük demagogların aynı zamanda büyük diktatörler oldukları görülüyor. Karşınızdakinin arzularını kışkırtacaksınız. Temiz bir inancı vardır, imanı vardır. Bu imanı alacaksınız, bu imanı POLİTİKA BASAMAĞI telakki edeceksiniz.

Ahmet Kabaklı, Türk Edebiyatı Dergisi

 

Önceki yazılar

Tarih: 26.08.2010 Okunma: 707

YORUMLAR

Yorumunuzu ekleyin.

İsim: *

E-posta Adresiniz: *

* (E-posta adresiniz paylaşılmayacaktır.)

Yorum: *

Güvenlik Sorusu:
Türkiye'nin başkenti neresidir?