‘’Vermediğiniz şeyi alamazsınız!
Kendinizi vermeniz gerekir!
Devrimi satın alamazsınız!
Devrimi yapamazsınız!
Devrim olabilirsiniz ancak!’’ Ursula K. Le Guin
Devrim, zihinde oluşan ilk tarifiyle devirmektir. Yani çürümüş, kokuşmuş, bozulmuş ve işlevselliğini kaybederek kaybettirmeye başlamış şeyleri atmak, ortadan kaldırmak, varlığına son vermektir. Devrim evrimdir. Yenilenmek, değişmek, daha yakışana kavuşmak, layık olunana ulaşma, tekemmül etmektir. Bütün köhnemiş yapıları, sitemleri ve statükoları alt-üst etmenin adıdır. İnsanın tekâmülünü sağlayan dinamiktir. Donmuş beyinleri eritmenin ve işlevsel hale getirmenin yoludur. Küflenmiş vicdanları parlatmanın ilk adımıdır. Saltanatları sarsmaktır. Devrim gerçek yaşama gülümsemektir. Doyumsuz ve doğal zevklere merhaba demektir. Devrimsiz bunları yapmak imkânsızdır. Gerçekten imkânsızdır. Devrime gerçekten inanın. Devrim halk içindir, ortak mutluluk içindir. Bu yüzden, kendilerini ayrıcalıklı ve halktan üstün gören halk düşmanları devrime muhaliftir. Çünkü onlar halkın ürettiklerini kendi kirli ve dar dünyalarında tüketmek isterler. Paylaşmayı sevmezler. Çünkü paylaşmaları konforlarından eksiltmeyi getireceği için uzak dururlar, halkın ürettiklerini hakla paylaşmaktan. Devrim, çıkar çarklarını parçalayan, rant düzenlerini felç eden, konforları bozan, birilerinin ürettiğini şerefsizce ve utanmadan tüketen ballı yaşamları tarumar eden bir kalkışmanın sözcüksel ifadesidir. Devrim fikir fahişeliğine son veren bir oluşumdur. Devrim, adaletin babasıdır. Halk hâkimiyetinin anasıdır. Tefessüh etmiş, çivisi çıkmış, kirli kazançların esir aldığı dünyaya devrimsiz adalet getirmek kesinlikle mümkün değildir. Ama, devrimde, bedel ister ve en büyük bedeli ister. İşte bu yüzden de herkes devrime evet diyemez. Yufka yüreklilerin işi değildir devrim. Devrim, önce içinde ki kompradoru devirebilenlerin işidir. Yere bağımlılıktan kurtulmuş özgür yüreklerin ayrıcalığıdır. Ölümü öldürmüş yüreklerin işidir. Ölümden korkan gerçekten devrimci olamaz. Olduğunu sansa da olamaz. Yalandır ifadeleri. Yapmacıktır tavırları. Tatlı bir oyundur eylemleri. Devrim, benliği gerçekten eritip bizliğe iman etmiş yüksek karakterlerin gerçekleştirebileceği bir durumdur. Devrim, anlaşılmanın ve samimiyetin çocuğudur. Devrim toprağın çocuklarının ürünüdür, betonun çocuklarının değil. Devrim aynı zamanda tehlikeli bir serüvendir, emperyalizmin yüreklerden kavradığı bir zamanda. Midelerden esir aldığı devirlerde. Herkesin mutluluğu için kendi mutluluğuna veda edebilmek gerekir bu serüvene merhaba diyebilmek için. Ya herkesle onurlu bir hayatı yaşamak için sarsılmaz ve amansız bir mücadele etmektir ya da herkese onurlu bir hayatı yaşatmak için şahadete gülümseyebilmektir devrim. Keşke eylem düzeyine aktaramasak bile kalben ve aklen devrime hakkıyla inanabilsek. Devrim hissetmenin meyvesidir. Ve birey hissederse toplum sendeler, sarsılır, kahpe düzenler bozulur.
Devrim olmadan, olması gereken adaletin, olması gereken özgürlüğün ve egemenliğin olabileceğini sanmayınız. Üretilen değerlerden, üretenlerin hak ettikleri şekilde istifade edebileceklerini düşünmeyiniz. Halkın hak ettiği mutluluğa ulaşacağını sanmayınız. Gerçekten sanmayınız, düşünmeyiniz. Şayet bu olsaydı şimdiye çoktan olurdu. Ama herkes bizi oyalıyor ve aldatıyor. Kutsallık atfedilen değerleri bizleri aldatmak ve frenlemek için kullanıyorlar. Bilinçleri kirletmek için sözcükleri tahrif ediyorlar. Anlam hırsızlığı yapıyorlar şerefsizce. Sırf hızlı dönen çarkların yavaşlamaması ve mustazafları unutturan konforun bozulmaması ve üretilenlerin üretenlerle paylaşılmaması için sözcükler üzerinde oyunlar oynanıyor ve ifadeler belirsizleştirilerek niyetler gizleniyor. Bu kirli oyun bozulmalıdır. Adaletsizlik çok acıtıcı, gerçekten yürek kavurucu bir durum. Birileri emeklerimizi gasp ediyor, gözyaşlarımızı su gibi içiyor, kanlarımızı pazarlıyor. Ortak hazinemizi istediği gibi yağmalıyor. Bizden çaldıkları ile karşımızda maymun gibi oynuyorlar aşağılık köpekler. Ama bizler susuyoruz. Çok tepkisiziz. Birileri meydana atılsın diye bekliyoruz. Atılınca peşinden gitmiyoruz. Atılanda samimiyetsiz görüntüleriyle ve anlaşılmaz ifadeleriyle bizi satıyor. Anlaşılmaz ifadeler ve samimiyetsizlikte devrimsel süreci baltalıyor. Kat edilen mesafeyi heba ediyor. Ve adeta devrimcilik oyunu oynanıyor. Yeri gelmişken devrimcilik oyunu oynayanlardan bir örnek vereyim, bunu bizatihi yaşadım yemin ediyorum: birileri güya kendi inandıkları devrim adına meydanlara sürdükleri yüz binlerin karşısına, o yüz binlerin sömürülmesine, ezilmesine katkı sağlayan kişiyi çıkarttılar ve konuşturdular utanmadan ve biz tepki koyunca da bizi saha dışına atmaya tevessül ettiler ve başardılarda. Kimdi o kişi derseniz, referandumda bir siyasetçi için; adam gidip meydanlarda terliyor, bizse kumar masasında terliyoruz diye dalga geçen ve bütün kamuoyu önünde oğlunun borsada 70 milyar lira kaybettiğini ifade edebilen kişi. İşte bunların devrimleri asla sizin faydanıza olmaz, olamaz sevgili halkım masum evlatları. Çünkü içinde duygu yoktur, yürek yoktur, samimiyet yoktur, merhamet, vicdan, haklı paylaşım yoktur. Geçelim. Faraza eylemsellik sürecine dâhil olmadınız, en azından bilinç düzeyinde iflas etmeyeceksiniz. Sürekli devrimsel bilinç taşıyacaksınız. Pasifliğinizde aktiflik gizli olacak. Yani eylemsellikten uzağız diye devrimci tavırlarımızı belli etmekten uzak kalmayacağız. Sürekli tazelenmeyen bilinç ve tekrar edilmeyen hareketler sönmeye mahkûmdur. Ya da bir korkaklık tavrını ortaya çıkarması muhakkaktır. Hatta alışkanlık kesbetmesi ve böylece kişiyi içinde ki düzene alıştırması muhakkaktır. Aman ha.
Devrim yiğidinin, Hüseyni ve Zeynebi bir tavır içinde olması gerekir. Masum ve onurlu. Olabildiğince samimiyet yüklü. Vicdan, his, merhamet, yürek katkılarıyla yoğrulmuş. Sadece yaşatmak duygusuyla yaşamak. Umarsız, hesapsız, çıkarsız. Ne diyordu Hüseyin, katillerinin çağrısına uyarak ve dostlarının gitme isyanına tepki koyarak: ‘’eğer ben gitmezsem benden sonra zulümle mücadele edecek kimse çıkmaz’’ diyordu. Yüksek sadakat duygusuyla donatılmış. Ama hakikate sadakat, yüce davaya sadakat, büyük Tanrı’ya sadakat, yegâne öndere sadakat, en güzel kitaba sadakat. İkbal beklentisi olanların yolu değildir bu yol. Bu yolda yürüyenin kazanması diye bir şey yoktur. Hz. Hüseyin ne kazandı şahadetten başka? Hangi dünyalığa sahip oldu? Yürüyenlerin kazanması vardır. Ve ümmet kazandı o kararlılıkla. Bu yolun sonunda adil paylaşım vardır. Ortak mutluluk vardır. Yüreklerde ki bitimsiz sancıların dinmesi vardır. Adalet vardır. Hürriyet vardır. Mücadelenin devamlılığı vardır. Yüzleri gülümsemenin kaplaması vardır. Vatanın bağımsız olması vardır. Milletin dirilmesi vardır. Ortak hazinenin ortak kullanılması vardır. Tahrif edilen kelimelerin aslına rücusu vardır. İhanetlerin son bulup yerini sadakatlerin alması vardır. Açlığın, kahpece kullanılmasının son bulması vardır. Kaba toplumsal dayatmalara direnebilecek, hiçbir koşulda yılmayacak, hiçbir tehditten ürkmeyecek, işkence seanslarından, dipçiklerden, zincirlerden, prangalardan kaçmayacak, statükolara başkaldırabilecek, hak yolunda halk için şahadete koşulsuz evet diyebilecek bir onuru kuşanması gerekir bu yolun yolcusu olan yiğidin. Bu yiğitlerin solukları yeryüzünün her köşesine siner ve ebedi hissedilir. Çünkü bu türler, peygamberi misyonun yeryüzü mümessilleridirler. Hüseyni ve Zeynebi mirasın taşıyıcısıdırlar. Ali ve Ebuzer vari bir duruşun sahibidirler.
Bir devrimci, münhasıran teoride kalamaz. Zira praksis-eylem- devrimin en önemli koşuludur. Zira zalimler sadece sözden anlamazlar. Sözün söylenip unutulmaya terk edileceğini bilirler. Ki nasıl adalet devrimin çocuğu ise, devrimde praksisin çocuğudur. Devrimci, mutlak surette, anlaşılır bir günlük dil üretmelidir. Ve tıpkı bu dil gibi anlaşılır, samimi ve sarsıcı, aldatmayan eylem ortaya koymalıdır. Kapsayıcı, kuşatıcı, anlaşılır, gönüllere ulaşıcı ve çözüm üretecek bir dil. Ve bütün yürekleri dalgalandırıcı, meydanları sallandırıcı, müstekbirleri-kompradorları ezici bir eylem. Devrim, insan odaklı olmalıdır. İnsanda başlayıp insanda bitmelidir. İnsanda başlayıp insanı bitirmemelidir. Özne insansa yüklemde insan olmalıdır. Devrimde önder çok önemlidir. Önder, altı değil, alt önderi sürekli gözetim altında tutmalıdır. Zira bütün hareketler baştan kaybeder. Baş başıbozuk oldumu, o hareketin iflası kaçınılmazdır. Halk başıbozuk olsa da, önder sağlamsa, yeniden düzene girebilir. Ama önderin raydan çıkması demek, her şeyin hercümerç olması demektir. Dolayısıyla, gözetime tabi olması gereken, önderdir. Ama ne hazin ki hep tersi olur. Sürekli, halk gözetim altında tutulur. Ve ne güzel neticeler sırf bu yüzden heba olur gider.
Devrim, maskeli, maskesiz bütün zalim müstekbirlerin-kompradorların heyulasıdır. Halkı ezen, halkın hakkını gasp eden, ortak hazineyi kendi çıkarları için kullanan, çevresiyle birlikte kurduğu namussuz düzenin iflas etmesinden ürken, biriktirmeyi helal sayan, kamu malına mal bulmuş mağribi gibi saldıran şerefsizlerin kirli hayallerini yok eden, vatan kavramıyla kitleleri devrimden uzak tutan, din kavramıyla devrimi telin ettiren, sahte adalet ve özgürlük söylemleriyle kitleleri aldatan haysiyet yoksunlarının ağızlarının tadını bozan bir ortak eylem ürünüdür devrim. Politik dalaverelerin son bulmasıdır, politik fahişelerin ucuzlamasıdır halk devriminin başarılı olması. Bu yüzden hiçbir politikacı devrime gönülden inanmaz. Ondan şeytan görmüş gibi kaçar. Politikacıların yardakçılığını yapan aşağılık, karaktersiz pisliklerde devrime düşmandırlar. İnananlarda ipleri kendi eline alıp, devrimi despotizme çevirebileceğine inanırsa taraf olur devrime. Yani taraf olanda sahtekârdır bir yerde. Yukarıda ki bizzat yaşanmış örnek buna en güzel delildir. Politika emperyalizmin en büyük sömürü aracıdır. İnsanların umutlarının, emeklerinin süslü sözcüklerle çalındığı bir kirli alandır politik alan. Bu yüzden hiçbir politikacının samimiyetine asla inanmayınız. Devrimci yüreğe sahip olmayan hiçbir kimsenin adalet dağıtan sözcüklerine kanmayınız. Vaatlerine aldanmayınız. Politikacılar gerçek birer kumarbazdırlar, hırsızdırlar, düzenbazdırlar, umut tüccarlarıdırlar. Olmadan verenlerdir politikacılar. Politikacılardan medet ummayın. Politikacılardan en ufak bir adalet girişim hamlesi beklemeyin. Aynı zamanda ahlak düşmanlarıdırlar. Ahlak konfor bozucu bir şeydir çünkü. Bunların manevi destekçisi derin cemaat yapılanması da aynıdır. Derin cemaat maneviyatını sömürür ve seni maddiyat sömürücüsü politik kumarbazların kirli masalarına meze yapar. İnsan evladı bu iki ahlaksız ve adaletsiz yapı arasında sıkışıp kalmıştır.
Aslında devrimi çıkmaza sokan nedir biliyor musunuz dostlar? İnsan krizidir. Dünya da ki bütün kirliliğinde sebebi olan insan krizi. Politik kumarbazların ve maneviyatçı düzenbazların yarattıkları insan krizi. Toplumlar bu krizi çözsünler ve görsünler bir daha kaos oluyor mu hiçbir alanda. Zaten bütün felaketleri, belaları, tükenişleri ve nihayetinde kıyameti de insan çağırmıyor mu? İnsan, insan olsun, yeryüzü cennet olur. İnsan da ancak bütünlüğünü sağlayınca insan olur. İnsan bir bütündür çünkü. Bu yüzden devrim bütünlüğün çocuğudur bir yerde ve politikacılarda bütünlüğü bozan devrim düşmanlarıdır. İnsanı parçaladığınız da her şeyi paramparça etmiş olursunuz ve kaosa mahkûm olursunuz. Aslında her şey de bir bütünlük vardır tıpkı her şeyi var eden Tanrı’nın bütün olduğu gibi. Ve bu bütünlüğü bozan emperyalizmdir. Emperyalizmin iki büyük uşağı olan maddiyat kumarbazları ve maneviyat cambazlarıdır bu yolda emperyalizme yardımcı olanlar. Zira insan bir bütün olduğu zaman, emperyalizm insan üzerinde ki oyunlarında asla başarılı olamayacağını bilmektedir. İnsanı parçalamak içinde ideoloji ve maneviyat yemlerini kullanmaktadır. İnsanlar ideolojilerin ve saptırılmış dinlerin köleleri olmaya görsün, bitemeyecek krizler alır başını gider. İşte insan krizinin başladığı andır burası. İdeolojilerin hepsi emperyalizmin insanın yüreğine doğrulttuğu silahlardır. İdeolojiler zihnimize giydirilmiş deli gömlekleridirler, üstat Cemil Meriç’in ifadesiyle.
Hep devrime inandım, hep bütünlüğe inandım, asla ideolojilerin ahmak bir papağanı, ideologların sefil bir kulu olmadım, ürettikleri anlamsız slagonların çığırtkanlığını yapmadım. Devrim, slogancılığın, papağanlığın, klişeliğin muhalifidir. Devrim en sert gerçeklerin dostudur. Ama asla toplumuma ve devletime ihanet etmeden bir devrim yapmaya inandım. Zira toplumsuz ve devletsiz devrim yapmaya tevessül etmek malayani ile iştigal olur. Buna da devrimcilik oyunu denir. Çünkü devrim, bu iki büyük ve asli unsuru dönüştürmek içindir. Bu iki unsurun tavassutu ile yeryüzü cennetini inşa etme işidir devrim. Bu işte devlet çekici, toplumsa iticidir. Biri diğerisiz olmaz. Devrimde ikisi olmadan olmaz. Devlet, varlığına ihtiyaç olan bir organizasyondur ve olmak zorundadır. Toplumda, zaten var ve her şeyin öznesi, belirleyicisi. O zaman bir devrimin bu iki unsuru ıskalaması diye bir şey söz konusu olamaz. Şunu bilmeliyiz mutlak ve muhakkak başarı için: eğer tren rayların üzerinde ilerlerse sona ulaşır ve umut taşır ama raydan saparsa ne sona kavuşur ne de bir umut olur ki; faraza ulaştı sayalım ancak karanlık taşır. Tren devrimci teşkilat ise, ray halktır. Halka dayanmayan ve halk değerleri istikametinde ilerlemeyen hiçbir şey huzur, güven, umut, saadet, adalet ve özgürlük getiremez asla. Bilakis zorbalık, zulüm, sömürü, dikta, tecavüz, yağma, zümre tahakkümü getirir ki; bu da kısa zamanda çok ağır bedelleri intaç eder. Hem de sebep olanları da yok edecek şekilde. İşte bu derin yön asla sarf-ı nazar edilmemelidir, büyük necata kapı açacak büyük durumlarda. Toplumsal resimler düşüncelerimin keskin hüccetidir. Topluma ihanet eden ve toplumu yok sayan hangi girişim sonuca ulaşmıştır?
Bütün değerleri (((ahlak-adalet-vatan))) bünyesinde imtizaç ettirmiş ve bütünlüğünü koruyabilmiş devrimci bir önderin ve teşkilatın öncülüğünde gerçekleştirilecek bir devrime inandım hep. Bu üç temel değer üzerinde yürümeyen, hedef tayin etmeyen her kim olursa olsun, asla mutlak başarıyı yakalayamaz. Vatanı savunmak zorundasınız, çünkü vatan bütün rüyaların gerçekleştirileceği genel merkezdir. Ahlakı önemsemek zorundasınız, çünkü ahlak kurallarını çiğnemek ya da ahlakı ötelemek insanı feci çarpar. Adalete inanmak zorundasınız, çünkü adaletsizlik isyanların temelidir. Bu toprağın asıl çocuklarının öncülüğünde, bu vatan sathında gerçekleştirilecek bir devrime, milli bir devrime inandım hep. Hiçbir merkezin payandalığını yapmayacak devrime. Özgün bir devrime. Sosyal adaleti hâkim kılacak ve toplum hazinesinin soyulmasına son verecek, paylaşımı ve bölüşümü ikame edecek bir devrime. Ekmel ve ulvi ahlakı, ikna ile topluma sunacak bir devrime. Her yerde doğallığı egemen kılacak bir devrime. Kurulacak otağlarda, yağız delikanlıların, rüzgârın çocuğu tayların üzerinde cengine olanak sağlayacak devrime. Keskin kanunları olan demir yumruklu ve kudretli bir devlet doğuracak devrime. Kanunları ayrım yapmadan her ferdine uygulayacak bir devrime. Başında adaletli ve özgürlükçü bir önder bulunan devrime. Tevhit altyapısı üzerinde Tam Bağımsız Türkiye inşa edecek bir devrime. Sınıfçılığa nihayet verecek bir devrime. Kötülerin tahakkümüne ve ayrıcalığına darbe vuracak bir devrime. Yeryüzünün bütün coğrafyalarına özgürce ve kayıtsızca, hiçbir yere müracaata gerek duymadan ulaşılmasını sağlayacak bir devrime. Ve toplumların devrim yapmadan olgunlaşacağına da inanmıyorum. Bireylerin bu devrimsel sürece eklemlenmeden kâmil birey olacaklarına ve birey olma sürecini ikmal edebileceklerine de inanmıyorum.
Zira devrim hayatın özüdür. İnsanca yaşamın yegâne koşuludur. İnsanlığın gerçek kurtuluşunu sağlayacak yegâne yoldur. Yeryüzünde adaleti, özgürlüğü, birliği ve bütün ulvi erdem ve güzellikleri gerçekleştirmenin ön koşuludur. Renksiz hayat, dünya ve insan boğucudur. Bir nevi zindandır. Bu yüzden renk, koku sahibi olmak, ama en güzel renge ve kokuya sahip olmak çok önemlidir. Şöyle bir bakalım hayatın her hangi bir köşesinde bir yudumluk huzur bulunacak bir şey var mı? Sığ bakarsak evet lakin derinlemesine ve çok ince bakarsak asla. Laf olsun diye yaşıyorsak evet lakin aradığımız bir şeyler varsa ve oraya ulaşmak için ceht içindeysek asla. Benciysek evet lakin bizciysek asla.
Yani dostlarım kaos her zaman kahpe ve şerefsiz kompradorların işine yaramıştır ve yarar. Tıpkı kocaman ve belirsizlik arz eden lafların onların işine yaradığı gibi. Dünyaca ünlü Sosyolog Şehit Dr. Ali Şeriati demiyor muydu ''dışarıdakiler yani sığ bilinçli, toplumuna yabancı, batılılaşmış aydınımsılar, müphem mevhumlarla yüksek perdeden, içeridekiler yani fıkıhta ve kelamda boğulanlar, müphem mevhumlarla yüksek perdeden konuşuyor, peki halk ne yapsın.'' Ne kadar isabetli. Elbette ki, halk anlamadığı şeye tepki vermezdi ve kişi kendisini anlayan kadar etkili olabilirdi. Ve büyük eylemler anlaşılır sözcüklerin hareketiydi, dile gelmesiydi. Halka belirsizlik kokan kocaman laflarla giderseniz malayani ile iştigal etmiş olursunuz. Devrim GÜNLÜK DİL in çocuğudur. Direkt olarak kavranan kavramların meyvesidir. Kocaman lafların değil. Muammalı kavramların değil. Kocaman laflar hazmedilip, buradan DİRİLTEN BİR GÜNLÜK DİL üretilmedikçe TOPLUMSAL SARSILMA VE DEVRİMSEL KIVILCIM meydana getirmek muhaldir. Kaynama derinliğin olduğu yerde olur ama derinlikte günlük dille hâsıl olur.
Birlikte çoğalmanın yegâne yolu yüreklerden yüreklere uzanan bir köprü inşa edecek günlük dil oluşturabilmektir. KUR'AN a bakalım sanki böyle sohbet ediliyormuş havası sezmiyor musunuz? Gayet beliğ bir dil. Muazzam bir şeffaflık. Muhabbet ve nasihat iklimi. Tarifsiz bir sevgi akımı. İşte GÜNLÜK DİL. Anlaşılır, net, keskin, diriltici ve direnişçi. Tam çözümcü ve yaşanılabilir. Yani nasıl birlik olurdu yoksa insanlık? Kardeşlik iklimi nasıl oluşurdu yoksa? GÜNLÜK DİL istikamet belirleyicidir. Muammalı dil saptırıcılık barındırır özünde. Ve sahtekâr felsefecilerle, şerefsiz dincilerin dilidir bu. Halkı saptırmaya yeltenen felsefecilerin ve kapitalizmin payandası dincilerin dili. Söze sadık olan, fikre sadık olan felsefecilerin ve namuslu dindarların değil. ALİ ŞERİATİ’NİN, NURETTİN TOPÇU’NUN, CEMİL MERİÇ’İN, İHSAN ELİAÇIK’IN, AHMET ÖZCAN’IN, İLHAMİ GÜLER’İN, HAYRİ KIRBAŞOĞLU’NUN vb dili. ((Bu yedi verenler, bu muazzez aydın bireyler, bütün düşünce vadilerinden geçmişler, bütün fikir şişelerinden içmişler, bütün bilgi ağaçlarının asude gölgesinden istifade etmişler, bütün düşünce güneşlerinin şavkısından behrelerini almışlardır. İşte bu yüzden izleri keskindir, isimleri lâyemuttur ve öyle de olacaktır.)) Hayatın anlamını kavramayı kolaylaştıran dildir günlük dil.
Günlük dil toprağın dostu olanların dili. Muammalı dil ateşin dostu olanların dili. Toprağın dostları bu dille Allah’a tabi olurlar ve devrim yolunda yürürler. Ateşin dostları o dille şeytana tabi olurlar ve statükoyu tahkim yolunda gayret ederler. Toprağın dostu olanlar bu yüzden merhametli ve mütevazidirler. Ateşin dostu olanlar ise merhametsiz ve kibirlidirler o yüzden. Toprağın dostu olanlar bu dil sayesinde üreticidirler. Ateşin dostu olanlar o dil sayesinde tüketicidirler. Toprağın dostu olanlar bu dille diriltici. Ateşin dostları o dille yok edicidirler. Toprağın dostları bu dille istikametçi. Ateşin dostları o dille saptırıcıdırlar. İşte bu dille toprağın dostları yaşayacak. İşte o dille ateşin dostları yanacaklar.
Günlük dil üretemeyen düşünceler tarih süreci içerisinde iflasa mahkûmdurlar. Ve zafer bu dili üretenin olacaktır. Ve bu dili Kur'an’dan başka hiç bir şey üretememiştir ve üretemeyecektir ve son tahlilde ZAFER İSLAM’IN VE İNANAN’LARIN olacaktır. Bu mutlak hakikattir. İstense de istenmese de. Fakat zafer adaleti ve özgürlüğü getirmelidir, devasa bir kitlesel destekle başarılmış olmalıdır. Kitlesel başkaldırıyı sağlayabilmek devrimsel süreçteki en büyük ve en önemli adımdır ve mutlaka zaferi tevlit eder. Yani bu toprağın çocuklarının asil kanları üzerinden sağlanmamalıdır. Ve hâkimiyette de muhalifler asla ama asla zulüm, baskı, şiddet, sömürü vs aşağılayıcı durumlarla karşılaşmamalıdır. Tıpkı Mekke’nin Fethi anında olduğu gibi. Bu ulvi tavır ve asil muamele, zaferin ebediyetinin sigortası olacaktır. Zira aksi durumlara tarihsel süreç içinde müteaddit defalar şahit olunmuş ve zafer akim kalmıştır. Ayrıca bu devrimin diğer toplumlara da bir umut ışığı olacağından kuşkunuz olmasın. O zaman ruy-i zeminde bir devrim gerçekleşecek ve bütün dünya mustazafları özgürlüğe kucak açacak, yurtları adaletle şenlenecek, çocukları barışla ve kardeşlikle kenetlenecek ve yeryüzü cennet olacaktır ve bu ise büyük insanlığın bütün bireylerini tek tek sonsuz saadete mülaki kılacaktır.
‘’Üzülmeyin, gevşemeyin. Eğer hakkıyla inanıyorsanız, üstün gelecek olanlar mutlaka sizlersiniz.’’ALLAH
Bu mukaddes vatan üzerinde, yüce, ekmel ve aziz son din olan İslam dininden doğan yüce ahlak temelinde, bütün insanları müreffeh ve saadet dolu bir yaşama eriştirecek sosyal adalet hedefinde milli bir devrim muhakkak surette gerçekleştirilmelidir. Egemenliği metazori elinden alınan bu toprağın öz çocuklarının egemenliğini tahkim edecek bir devrim olmalıdır bu. Asla bu toprağa yabancı olan gâvurların ve gâvur tohumlarının hâkimiyetlerini doğuracak ve perçinleyecek bir devrim değil. Özgürlüğe ve adalete, kardeşliğe ve bütünlüğe olan susuzluğumuzu giderecek bir devrim olmalıdır.
‘’Ey bu toprağın kandırılmış, paramparça edilmiş, ideolojilerin esiri kılınmış mustazaf çocukları! Sizi güldürecek devrim için birleşiniz ve birlik olup sıktığınız demir yumruğu kara-kızıl-yeşil müstekbirlerin-kompradorların tepesine indiriniz.’’
Son tahlilde; Devrim şart! Hani eğitim şart diye klişe bir söz vardır ya, işte devrim eğitimden bile daha şarttır can dostlarım! Ve Güneş devrimle birlikte doğacaktır inanın o zaman! Her şey daha güzel ve aydınlık olacaktır.
İHSAN ELİAÇIK’TAN DERİN NOTLAR:
“Din bir uyanıştır… Din, insanoğlunun da içerisinde yer aldığı bir var oluşun, evrenin, hayatın, insan için ne anlama geldiğine dair ilahî bir cevaptır… Din, bizatihi insanın nereden gelip nereye gittiği sorusunun cevabıdır…”
“Din yeryüzünde ezilenlerin çığlıdır… Din, gerçek şartlara gerçek bir protestodur… Din yeryüzünde her tür kötülüğe, haksızlığa ve zulme karşı bir isyan ahlakıdır… Din, egemenlerin sahte tarihine karşı, tarihi düzeltme davasıdır… Din, varlığa etik bir yaklaşımdır… Din kapsamlı bir dünya görüşüdür…”
“Din, Muhammed İkbal’in dediği gibi ‘’salt fikirden ziyade amel/eylem’’, Aliya İzzetbegoviç’in dediği gibi ‘’bir düşünüş biçiminden ziyade yaşayış’’, Hasan Hanefi’nin dediği gibi ‘’pasif akideden devrimci imana” geçiş, İsmail Raci Faruki’nin dediği gibi de ‘’dünyayı cennete dönüştürme projesinin adıdır…”
BİR DURUM:
BİR: Bir pislik, bir yaratık, bir İslam ve Türk düşmanı bu toprakların en şerefli münevver evlatlarından biri olan Necip Fazıl Kısakürek hakkında müptezelce konuşmuş, sefil beyninden gelip, kirli ağzından dökülen basit laflar kusmuş. Oysa bu aziz münevver ve şairin tek ayak tırnağı bile edemez kendisi. O kıymetli ve rahmetli üstadın isimlerinin bu ülkenin yapılarına verilmesinden rahatsız olmuş yaratık. Sen kimsin ki ulan? O bu toprakların çocuğudur ve ismi de bu toprakların her hücresinde yer alabilir. Haddini bil. Devlet büyüklerine sesleniyorum: lütfen üstadın ve benzeri üstatların isimleriyle donatın bu ülkeyi baştanbaşa. Ve kapak olsun bu sefile.
İKİ: Artık bundan böyle Teşkilata zarar veren, kirli işlere bulaşmış, zaaflarını kontrol edemeyen, kişilik zafiyeti içinde bulunan, karanlık odalarla ve odaklarla teşrik-i mesai içinde olduğu izlenimi yaratan kirlenmiş kişileri Teşkilat bünyesinden boşaltınız. Ne sürgün ediniz, ne de yer değiştirmesi yapınız. Hayır, direkt olarak tard ediniz, bünyeden dışarı atınız. Artık herkes haddini, hududunu ve kendini bilmeli ve sorumluluğunun gereğini insanca ifa etmelidir. Kimsenin Teşkilata halel getirmeye ve Teşkilatı aciz göstermeye ne hakkı ne de haddi vardır. Şerefli bir kurum, şerefsizliklerle zedelenmemelidir. Bu bir de Teşkilat ise bu asla olmamalıdır. Kimse kendi kirlerini Teşkilata sıçratmamalıdır. Büyük ve güçlü Türkiye için Teşkilat, yenilenmeli, dirilmeli ve ayağa kalkmalıdır. Hem teknolojik bakımdan hem de kalifiye eleman bakımından.