MANKURT

İsmail Hakkı CENGİZ - 28.09.2010

Oy gizli, haber kutsal, yorum hürdür.

Vaktiyle, Juan-Juanlar adlı kavmin, insanın hafızasını yitirmesine yol açan bir işkence usulü varmış. Önce esirin başını kazır, saçları tek tek kökünden çıkarırlarmış. Bir kasap oracıkta bir deveyi keser, derisini yüzermiş. Boyun kısmından alınan deriyi parçalara ayırır, taze taze, esirin başına sımsıkı sararlarmış. Böyle bir işkenceye maruz kalan tutsak ya acılar içinde kıvranarak ölür veya hafızasını tamamen yitiren, “MANKURT” denilen bir köle olurmuş.

Deri geçirilen tutsağın boynuna bir tahta kalıp bağlar, yürek parçalayan çığlıkları duyulmasın diye uzak, ıssız bir yere götürürler, aç, susuz, yakan güneşin altında öylece bir kaç gün bırakırlarmış.

Sonra, onu çölden alıp getirir, boynundaki kalıbı çıkarır ve ona yemek verirlermiş. Annesini, babasını, ırkını, doğduğu yeri, adını unutan tutsak, artık kendisini sadece karnını doyurmaya çalışan bir varlık olarak görmeye başlarmış. Sahibi olarak gördüğü kişi, ona sıkça yemek verip onu kendine bağlarmış. Artık bir “mankurt” olan bu kişi, sahibinin sözünden çıkamayacak, emirleri eksiksiz yerine getirecek bir “robot“tan farksızdır. Sahibi ne kadar zorlu, sıkıntılı işler verse de, o onları yapmaya koşarmış.

Juan-Juanlar'ın bir tutsağı “mankurt” yaptıkları duyulur, öğrenilirse, artık onu en yakınları bile kurtarmak istemezlermiş. Çünkü faydasızmış.

Bununla birlikte, adı tarihe “Nayman Ana” olarak geçen bir göçebe kadın, oğlunun başına gelenlere dayanamamış, onu kurtarmak istemiş.

Nayman Ana, araya-taraya oğlunu Juan-Juan’ların develerini gütmekteyken bulmuş. Fakat oğlunu bulduğunda, o çoktan “mankurt” olmuştur. Annesi oğluna her ne kadar kendi adını, babasının adını falan söylemişse de, artık her şey için çok geçtir. Annesi bunu bildiği hâlde bıkmadan, usanmadan oğluna her fırsatta “Senin atan (baban) Dönenbay‘dır. Sen Dönenbay‘ın oğlusun.” demiş.

        Bir gün, Juan-Juanlar durumdan kuşkulanmış ve köleye “karşısına çıkacak her kim olursa olsun, onu oklayıp öldürmesini” emretmişler. Annesi yine oğlunun yanına gelip “Senin atan Dönenbay…” demek isteyince, köle hiç tereddütsüz okunu çekip annesinin göğsüne saplamış. Söylenenlere göre; zavallı Nayman Ana‘nın ruhu, bir kuş olup havalanmış ve oğlunun başının üstünde dönmeye başlamış. Havada dönerken bile oğluna “Senin atan Dönenbay, senin atan…” diye seslenip durmuş. Hatta bu olaydan ötürü, o kuşun adına Dönenbay kuşu demişler.

“Mankurt”; isyanı, itaatsizliği düşünemeyen tek varlıkmış. Efendisine köpek gibi sadık, onun sözünden asla çıkmayan, başkalarını dinlemeyen, karnını doyurmaktan başka bir şey düşünemeyen bir yaratık... En pis, en güç en çekilmez işleri gık demeden yaparlarmış. Bir mankurt bir kaç kişiye bedelmiş. Yanına yiyeceğini, içeceğini verince, kış demeden, yaz demeden, o ilkel hayata dönüşten dolayı sızlanmayı düşünmeden kalabilirmiş bozkırda.

Kaynak: Cengiz Aytmatov, ”Gün Olur Asra Bedel”, Ötüken Yayınevi 1991

x   x   x

“POSTMODERN MANKURT”

Eğer “mankurt” tarihin derinliklerine gömülmüş, sadece bir masal olsaydı bu acıklı hikâyeyi ne Cengiz Aytmatov bize aktarır, ne de bizim şimdi hatırlatmamız gerekirdi!

“Mankurt” kıssası, anlamakta zorlandığımız bazı hususları açıklığa kavuşturdu…

Bazılarının daha dün, “kara” dediklerine nasıl oluyor da bugün “ak” dediklerinin sırrını “mankurt” kıssası ayan beyan ortaya koyuyor.

Nitekim bugün de bazı herif ve kadınları “mankurt”laştıran bir ülke, bir sistem ve onun yerli işbirlikçileri mevcut.

Tabii “postmodern mankurt”ların kafasına deve derisi geçirme ihtiyacı doğmuyor, artık. Eskiden deve derisinin yaptığı işlevi şimdi “dolar” yapıyor. Herifin veya kadının cüzdanını dolarla dolduruyorsun, vicdanını boşaltıyorsun! Bu ameliye “tahammüllü”, geniş “midelere” sahip mahlûkları gönüllü “mankurt” yapıyor.

Bugünkü “mankurt” da her türlü pis işlere koşmaya teşne!

Efsaneyle başka benzerlikler de yok değil… Misâl, bugünün “mankurt”u da en yakınlarını, anasını-atasını vurmaktan asla çekinmiyor.

Tabii en büyük benzerlik “köpek sadakati”nde!

x   x   x

BİR TEK TÜRKİYE’DE OLUR

Gazetenin, hele gazetecinin varlık sebebi “hür düşünce”, “düşüncelerini  yayabilme özgürlüğü”dür. Her gazeteci, doğal olarak bu özgürlükler üzerine titrer ve düşüncelerinin “sansür”lenmesi endişesinden tüyleri diken diken olur.

Eğer bir ülkede gizli veya açık sansür varsa, her yazar-gazeteci-aydın onun kaldırılması için mücadele eder.

Ve fakat azıcık “hüğrriyet” kültürü olan hiçbir memlekette gazeteci-yazar ”bizi sansürleyin” diye ülkenin yetkililerine öneri götürmez.

Böyle bir garabet ancak Türkiye’de olur. Nitekim oldu. Yiğit Bulut nam gazeteci-yazar Başbakan’a "RTÜK benzeri bir üst kurulun" tüm medya için kurulmasını önerdi. Gazete ve internet sitelerini denetleyecek bir üst kurul talep etti.

Bir tek Türkiye’de başımıza gelebilecek hadise bununla da sınırlı değil… Gazete ve internet sitelerine sansür öneren “yiğit” televizyonda bir program yapıyor…

Adı ne?

 “Sansürsüz!”

Şaka gibi… “Sansürsüz” diye program yapacaksın ama Başbakan’a “sansür kurulu” ihdas etmesini önereceksin. Bilmem ki, en zeki mizahçıların bile aklına böyle tezatlar gelir mi?

Lâkin hala bitmedi!

“Sansür” isteyen “yiğit”e ilk eleştiri de aynı sayfalarını paylaştığı gazetenin yazarı ve genel yayın yönetmeninden, Fatih Altaylı’dan geldi. 

Altay özetle şunları yazdı:

“İleri demokratik bir fikir

        Demokrasiler ve ileri demokrasiler ‘söz söyleme özgürlüğü’ ve ‘fikir
hürriyeti’ üzerine otururlar.

        Bunun temelinde de basının söz söyleme ve fikir beyan etme hürriyeti gelir.
Eğer siz bir üst kurul benzeri yapıyla gazetelerin, giderek gelişen ve güçlenen internet medyasının önünü kesmeye, onları denetim altına almaya kalkışırsanız o zaman ‘ileri’yi bırakın, demokrasiden bile söz edemezsiniz.
        Böyle bir kurul olsa olsa darbe dönemlerinde, cunta ile yönetilen ülkelerde ya da İkinci Dünya Savaşı öncesi Almanya'sında, İtalya'sında, İspanya'sında olabilir.”

“Yiğit” gazeteci-yazarın nerelerde yaşadığı veya nerelerden ilham aldığı ayrı bir mevzu… Fakat şu hadisler bir tek Türkiye’de yaşanabileceğinden, emsalsiz ülkemizle ve onun emsalsiz, “yiğit” gazetecileriyle ne kadar iftihar etsek azdır.

Önceki yazılar

Tarih: 28.09.2010 Okunma: 738

YORUMLAR

Yorumunuzu ekleyin.

İsim: *

E-posta Adresiniz: *

* (E-posta adresiniz paylaşılmayacaktır.)

Yorum: *

Güvenlik Sorusu:
Türkiye'nin başkenti neresidir?