Bu dünyada herkese yer var.
Her ne kadar sokak ve caddelerdeki türbanlı, takkeli kişilerin sayısı artıyorsa da, yapılan araştırmalar dine inananların gittikçe azaldığını ortaya koyuyor.
Tabii bu azalma son derece yavaş bir azalma…
Yani diyelim ki, her sene binde 1’lik bir azalma. Bugünü kurtarma derdindeki bir siyaset için bu kayda değer bir değişiklik sayılmaz!
Bununla beraber kendini “dindar” olarak tanımlayanların sayısı da artıyor. Üstelik “dindarım” diyenlerin sayısı hızla artıyor.
Öte yandan, bizim asıl kaygı verici gözlemimiz, “dinde” bir “yozlaşma” olduğudur.
şte, “dindarım” diyenlerin çoğunluğu bu “yozlaşmakta olan din”i kaynak olarak kabul ediyorlar.
Tabii bu keyfiyet hem asıl “din”in, hem gerçek “dindar”ın, hem de “ülke” ve “toplum”un aleyhine bir durum yaratıyor.
Her şey bir yozlaşma sathı mailine giriyor.
Elbette en başta siyaset!
Yoz dindarlar artınca, bütün partiler onların oylarını almak için yarışıyor. Bu yarış akıl almaz tavizleri, samimiyetsizlikleri ve halk avcılığına yol açıyor.
Herkes kendi mihverinde yani din kurumları dinle ilgili; siyaset ve devlet kurumları da siyaset ve devlet işleriyle ilgilenmeliydiler.
Lâkin öyle olmuyor artık…
Siyasetin birinci gündemi “din” ve “dindar”lar…
Her parti kendisinin ne kadar dindar olduğunu “dindar halk”a gösterme yarışında.
O kadar ki, “laikliğin kalesi” konumundaki CHP bile dindar olduğunu vurguluyor… “Türban” gibi dinle ilgili meselelerin çözümüne öncelik veriyor. Çarşaflıları partisine katıp, onlara rozet takma törenleri düzenliyor.
MHP, Türklerin Anadolu’ya giriş yaptığı Kars’ın “Anı” beldesinde Cuma namazı kılıyor…
* * *
Muhalefet neden böyle dini konularla kendini öne çıkarıyor ve “dindar” olduğunu, en azından dine saygılı olduğunu kanıtlamaya çabalıyor…
Çünkü önünde “dinî” konuları kullanarak gayet başarılı olan bir iktidar görüyor.
O iktidara bütün tarikat ve cemaatler destek veriyor…
Referandum kampanyasında dini kullandı ve cemaatlerin desteği zirveye çıktı.
“Hayır” diyeceklerin “kafir” olacağı…
Teyzelerin, amcaların “hayır” oyu verecek yeğenlerine “yarın ahrette senin hayır dediğini Rab bana sorarsa ben ne cevap veririm?” dedikleri…
Köydeki 80’lik bir ihtiyar kadına telefonla; “Nine umre sevabı, hatta Hac sevabı kazanmak istersen ’evet’ demelisin, bütün köyün de sevap kazanması için köylüye de bu söylediklerimizi yaymalısın” diye “gaipten” seslerin geldiği medyaya yansıdı…
Hadi bunların “tevatür” olduğunu varsayalım…
Velâkin “bu referandumda ölüler bile oy kullanmalı, ‘evet’ demeli” diyen cemaat lideri hepimizin malumu.
Yine, “evet” oyu vermenin umre sevabından fazla olduğu, umreye gideceklerin seyahatlerini ertelemeleri, umrede bulunanların da oylama gününden önce, ziyaretlerini yarıda kesmeleri gerektiği söylendi.
Nitekim pek çok umre ziyaretçisinin ziyaretlerini yarıda kesip oy vermek için yurda erken geldiklerini bizzat kendileri televizyon ekranlarında, görüntüleriyle dile getirdiler.
Eh bu politikanın başarılı olduğu da oylama sonunda görülünce muhalefet niçin aynı “oyun”a girmesin?
Biz bu yarışın kutsal “din”i aslından gittikçe saptıracağından korkuyoruz. Ve siyasetin bir an önce “din” istismarından vazgeçmesini bekliyoruz.
* * *
İşi dinî konular, halkın dinle ilgili ihtiyaç ve sorularına cevap vermek olan Diyanet’in de siyasî alana girmemesi gerektiği görüşündeyiz.
Fakat “Diyanet”in de o alana girmeye teşne olduğu ortada. Bu konuda projeler üretiyor. Son projesini şöyle açıklıyor:
“Cami dışı Din Hizmetleri adıyla bir proje başlattık. Bu proje ile din
hizmetlerinin sadece namaz kılmak ya da oruç tutmak olmadığını, dinin bütün
sosyal hayatı kapsadığını vermeye çalışıyoruz. Din görevlimiz sadece camide
namaz kıldıran bir memur değildir. Toplumun bütün sosyal hayatına müdahale
eden kanaat önderi olmalıdır. Bu projede de çok güzel örnekler yaşıyoruz.”
Diyanet İşleri Başkanı böyle diyor!
Nitekim referandumdan önce de; görüş sorulması üzerine, Diyanet, “Boykot caiz değil!” demişti.
Eh, Diyanet İşleri, bu işlere girince, siyasîlerin de din işlerine girmesi şaşırtıcı olmuyor!
Arşiv