MİLLİYETÇİLER, bu kesimde sürekli vatan, millet, devlet diyerek adalet ve özgürlük alanlarına duyarsız kalıyormuş gibi bir görüntü sergilemektedir. Ve adalet, özgürlük mücadelesi verenleri, mülkiyet konusunda düşünce serdedenleri sanki bazı değerlere düşmanlık yapıyorlarmış gibi algılamaktadırlar ve belli kavramlarla tavsif etmektedirler. Bu ister istemez diğerleri ile arada mesafenin açılmasına sebeb olmaktadır. Oysa vatan, millet, devlet gibi kavramlar kendilerinin sömürülmesini sağlamaktadır bir yerde. Yani adaletsiz ve hürriyetsiz bir vatan ne mana ifade edebilir söyler misiniz lütfen? İnsanlarına zulmeden, insanlarını sömürecek çark kuran bir devlet fert nezdinde hangi kıymete layıktır? Gerçeklere kör kalan, sürekli kötülerin izini takip eden, adalet ve hürriyet söylemini dillendirenlere antipatiyle yaklaşan bir milletin doğruyu düşündüğünü kim iddia edebilir? Evet, bu değerlerde olsun, yaşasın ama önce adalet ve hürriyet diyebilmek gerekiyor, bu ortak kavgada yer almak icap ediyor. Yani insanı insan yapan kadim ve vazgeçilemez değerlerdir bunlar ve herkes içindir. İşte görüyorsunuz, bütün insanlar için ortak olan yegâne olgular: adalet ve hürriyettir. Bütün insanların dillendirdiği, istediği, çözüm bulunması gerektiğini düşündüğü, hatta bu olguları hâkim kılmayanları başından def ettiği ortak değerlerdir bunlar. Bunlarsız insan, insan bile değildir. Dinler bile, adalet ve hürriyet için mücadele etmişler hatta bu olgular üzerinden varlık kazanmışlardır. Bu olguların hâkimiyeti için mücadele etmişlerdir sürekli. Ama körü körüne inanç gerçeklerin görülmesini engellemektedir.
Devrim sözcüğüne yabancıdır milliyetçi insanımız. Devrimi sadece komünistlere hasrederek antipati duyar ve şiddetle muhalefet eder. Oysa devrim kendisi içinde yaşamın davetiyesidir. Nihayetinde ülkücülerinde düşleri, özlemleri, sevdaları vardır. Ve bu duygularını pek yaşayamamışlardır. Çünkü kendilerini sürekli başka alanlarda mücadeleye adamışlardır. Kendini aldatan, sömüren, masumane sadakatle sahiplendiği duygularını istismar eden dâhilde ki gizli kompradorların oyununu bozan bir şeydir adalet ve hürriyet devrimi. Yani yalan mıdır Allah aşkına Ülkücü Gençliğin bugüne kadar ki iktidarını içeride ki gizli kişilerin engellediği? Ülkücüleri bilerek ortak olgulardan (adalet-hürriyet) uzak tuttukları yalan mı? Sadece bazı duyguları istismar ederek ülkücüler üzerinden rant elde ettikleri yalan mı bazı kişilerin? Ülkücüler aktif olarak katılıp acı şekilde bedelini ödedikleri hangi durumlardan kazançla çıkmışlardır? Ülkücü hareketin ana gövdesi olan gençlik, masum Anadolu çocukları, hangi kazanımı elde etmişlerdir bugüne kadar? Sürekli iktidar özlemiyle yaşatılmamışlar mıdır? Sürekli belli yöne kanalize edilerek, bazı değerleri savunmaktan mahrum bırakılmamışlar mıdır ve bu mahrumiyet birilerini keyiflendirmemiş midir? Zira ülkücülerin adalet ve hürriyet konusunda ki sonsuz duyarlılıkları birileri için tehlike mi arz edecekti? Savundukları değerler içerisinde önceliği bu iki yüce olguya hasretmeleri birilerinin düzenini mi sarsacaktı?
Yani şöyle bakalım bir; konserlere vb etkinliklere. Kimler çilesini çekmektedir kimler meyvesini yemektedir? Tıpkı diğerlerinde olduğu gibi burada da çileyi çekenler mazbut, masum Anadolu çocuklarıdır. Terleyenler, yorulanlar bunlardır ama meyveyi yiyenler arka taraftaki kalantorlardır. Gariban gençliğin emeği acımazsıca sömürülmektedir. Masum duyguları suiistimal edilmektedir. Tepedekiler krallar gibi yaşarken, en güzel evlerde otururken, en güzel mekânlarda ağırlanırken, çocukları mutlu ve kutlu yaşarken, aileleriyle mutlu şekilde devr-i âlem yaparken, her türlü nimeti tadarken ve yüksek meblağları her ay çekerken alttaki gençlik bunların hiçbirinden istifade edememektedir. Allah ve namus aşkına yalan mı bunlar? Yani ne bilmiyor değiliz ne de görmüyor değiliz ve ne de yabancıyız bu durumlara. Ne olur vatan-din-devlet-millet konusunda ki sarsılmaz kararlılık adalet ve hürriyet mevzularında da gösterilse? Zira bunlarsız adalet ve hürriyet olabilir ama adaletsiz ve hürriyetsiz bunların olması muhaldir. Hatta bu değerlerin anlamsız kalacağı bile kesindir. Zira ben adaletsiz bir devleti ne yapayım Allah aşkına? Zulüm içinde yaşadığım bir vatana nasıl sevgi besleyeyim? Benim sürekli sömürülmeme bilerek ya da bilmeyerek destek olan bir milleti nasıl saygıyla selamlayabilirim? Bana adalet ve hürriyet vaat etmeyen bir dini nasıl kabullenebilirim. Görüyoruz değil mi her şeye anlam katan adalet ve hürriyet olgusudur canım kardeşlerim. Çünkü bu olgular varlığın manasıdır, özüdür, nihai gayesidir.
Son tahlilde; bu tür şekilde yapılan bir mücadele kime ne kazandırmaktadır? Ülkücülerin hangi emellerine ulaşmalarını sağlamaktadır? Buradan rant elde eden birileri mi vardır? Vatan-millet-din-devlet olguları hassas olgular oldukları için insanları bu yönde kullanmak çok mu kolay görülmektedir? Bu değerler üzerinden kotarılan bazı şeyler mi vardır? Kimler bu yolu dikte etmektedirler? Bu yöntemle biriliğin engellendiği aşikâr olduğu halde aynı şekilde yol almak kime ne kazandırmaktadır? Hep dar alana sıkışıp kalmak, sürekli vatan-din-devlet-millet adınadır diyerek şiddete bulaşmak ya da bulaştırılmak ve diğerlerinin ötelenmesini sağlamak siyonist emperyalizmden başka kime ne fayda sağlamaktadır? Ve ben ülküdaşlara masumane kızmakta haksız mıyım? Görünen, yaşanan, uygulanan Milliyetçilik hakkında ki yargılarımda yanılmakta mıyım?
Ülkücülere önerim: önlerinize gelen şeyleri kontrol etmeden kullanmayın. Kesin inançlı olmayın ve kör itaatçi olmayın. Düşünün, sorun, sorgulayın. Çünkü bir yerde sizler özel varlıklarsınız ve kendiniz içinsiniz. Bazı değerlerin yaşamasını istiyorsanız o değerleri gerçekten sevin ve herkes adına olmasını sağlayın. Yani bu dünyada birilerini -liderlerinizi- layüsel görerek onlara kayıtsız şartsız itaatle ve yaşamlarınızı onların yaşamları adına feda etmekle mükellef değilsiniz. Ama tabi ki siz bilirsiniz!
İSLAMCILAR, bu kesimde sürekli olarak ahlaki yöne, imani yöne vurgu yapmışlardır. Güzeldir bu ama burada bir açmaza düşmüşlerdir. İmanın ve ahlakın ne olduğu konusunda tam fikir edinemedikleri için düşünce örgüleri de yanlış yönde ilerlemiştir. Dini öncelemişlerdir. Ama bu konuda sürekli muhafazakâr bir anlayışla hareket etmişlerdir. Dini hurafelerle, bidatlerle çoğaltmışlardır. Böylece özü unutmuşlardır. Ve birileri bir şey söyleyince kendi geliştirdikleri dine göre yargılamada bulunarak onları hemen küfürle damgalamışladır. Dünyayı ahiretin tarlası olarak görmüşler ve bu algı doğrultusunda biteviye kazanmaya ağırlık vermişlerdir. Mülk konusunda aykırı söz edenleri sorgulamadan reddetmişlerdir. Ahlakı sadece davranış zaviyesinden ele almışlar, adaletli olmanın da, söze sadık kalmanın da, paylaşmanın da, zalime isyanında ahlaki gereklilik olduğunu çoğu zaman görmezlikten gelmişlerdir. İsyan ahlakı geliştirememişlerdir. Din konusunda söz söyleyenlere çok çabuk tabi olmuşlar, onları Rab edinmişler, sorgulamadan kabullenmeye gitmişlerdir. Liderlerini adeta put gibi görmüşler, dokunulmaz ve layüsel olarak telakki etmişlerdir. Sanki dini herkesin öğrenmesinden korkmuşlardır. Dinin özünü idrakte zayıf kalmışlardır. Mülk karşıtlarını, emek diyenleri, milliyet ve vatan konusunda biraz daha fazla hassasiyet gösterenleri yanlış yolda olmakla itham etmişlerdir. Çoğu zaman kavramlara takılıp kalmışlardır. Misal; devrim dendi mi, tam bağımsızlık dendi mi şiddetli ifadelerle mukabelede bulunmuşlardır. Bu yönde gösterdikleri direnişi tam adalet konusunda göstermekte zorlanmışlardır. Bazı değerleri suiistimal etmişler ve sömürü aracı olarak görmüşlerdir.
Kendi aralarında bir ortak nokta bulamamışlar ve sürekli karşıda duranları itham etmişler, hep kendi dini algılarının doğru olduğunu dillendirmişlerdir. Bu ise muhalifler nezdinde olumsuz bir imaj yaratmıştır. Dini tebliği bırakıp, sürekli siyasi tebliğle iştigal etmişlerdir. Bu da insanların olumsuz düşünceler beslemesine neden olmuştur. Adalet mücadelesinde ekseriyetle geri sıralarda kalmışlardır. Dini, bir yerde, zımnen, kapitalizme payanda kılmışlardır. Dünyaya çok feci alışmaları mülkiyete karşı durmalarını engellemiştir. Lükse ve konfora alışmaları, içinde bulundukları kahpe düzenlere de alışmalarını tevlit etmiştir. İman etmekle kurtulmuşluk hissine kapılmışlar ve muhalif tarafta olanları sanki öteler bir tavır içine girmişlerdir. Çoğunluk olarak kendi inandıkları ve savundukları değerlere ihanete varacak şekilde aykırı hareket etmişlerdir. Bir Müslüman olarak güzel sözle ve güzel ahlakla daveti becerememişlerdir. Hatta dini adeta paramparça etmişlerdir. Muhalefetteki insanlara iyi niyetle ve dinin emrettiği şekilde bir yaklaşım sergileyeceklerine, korkuyla karışık ikircikli bir niyetle ve politikalarının-kendi ürettikleri dini algılarının emrettiği şekilde yaklaşmışlardır, buda arada sıcak bir diyalog ikliminin oluşmasını engellemiştir. Bir yerde dini iğrenç politikaya alet ediyormuş algısının oluşmasına fırsat vermişlerdir ve bazen de bunu yapmışlardır. Bu da muhalif kesimde olumsuz düşünceler hâsıl olmasına vesile olmuştur. Ve politik dilin şiddetlenmesine yol açmıştır.
Yine, bu kesimin konserlerinde de mazbut, masum, sadakatli Anadolu çocukları hep çileyi çekenler, acılara göğüs gerenler olmuşlardır. Yorulan, çalışan, taş üstüne taş koyan, ter akıtan hep mazbut ve yoksul Anadolu çocukları olmuşlardır ama nimetten pay alanlar ise arka tarafta duran kalantorlar olmuştur. Ve o kalantorların evlatları olmuştur. Bu ise dehşetli bir adaletsizliği doğurmuştur. Aynı zamanda bir ahlaksızlıktı da bu. Ama olmuştu, oluyordu. Oysa bu kesimde önce kendi bünyesinde sadır olana ahlaksızlığa dur diyebilir, adaletsizliğe geçit vermeyebilir ve sonra da diğer kesimlerin indinde biraz daha önem arzeden kavramlar üzerinde temkinli konuşabilir ve ortak kavramlar üzerinden mücadele pratiği oluşturabilmek için birlik kurmaya önem verebilirdi.
Ayrıca bu kesimdeki bazıları, kahpe düzenden ileri düzeyde huzursuz olanlar, yer altına çekildiler, sürekli görünmez mücadele içinde oldular ve bu aleyhlerine oldu. Toplumun kendilerine mesafeli durmasını sağladılar. Birilerinin kendileri üzerinden korku politikası üretmelerine neden oldular. Tıpkı komünistlerde olduğu gibi. Hatta milliyetçilerde. Yani sürekli karanlık adamların kazanmalarını sağladılar. Kirli ve karanlık adamların alçakça suikastlarında dolaylı şekilde kullanılmış oldular. İşlenen bazı kahpe suikastlar kendilerinin üzerlerine atıldı. Kendileri ile dış ülkeler arasında bağlantı kurulmasına neden oldukları için halka yanlış tanıtıldılar. Ve suç tamamen kendilerinde idi. Sen görünmez olursan birilerinin her pisliği senin üzerine bırakmalarına da yol açmış olman muhakkaktı ve görünür olarak yani yaşamın içine girerek bu engellenebilirdi. Ama olmadı ya da oldurulmadı. Ve bu muhaliflerin bile, bir bütün olarak kendilerinin temsil ettikleri düşünce hakkında yanlış algılamalara sahip olmaları sonucunu doğurdu. Böylece ortak bir zemin oluşturmakta çok zorlaşmış oldu.
Son tahlilde; bütün bunlar kime ne kazandırdı? İslamcı kesim ne kazandı bu olanlardan? Davasına eklediği artı değer ne oldu? Davasını getirdiği yer neresidir bu anlayışla? Kitleselleşmesine ne katkı yaptı bu yöntem ve strateji? Muhalifleri ile bir bütün oluşturmasına ve ortak kavramlar temelinde ve ortak zeminde mücadele vermelerine hangi katkıyı sağladı bu durum? Buradan rant üreten birileri mi var acaba? Bilakis bu durumun birliği engellediği, ortak davayı zora soktuğu aşikâr iken aynı yolda yürümek niyedir? Hep dar alana sıkışıp kalmak, ahlak deyip durmak, din deyip durmak ama dinin özünden ve emrettiği yüksek ahlaktan beri olmak ve bu anlayışla şiddete bulaşmak ya da bulaştırılmak ve diğerlerinin ötelenmesini sağlamak siyonist emperyalizmden başka kime ne fayda sağlamaktadır? Ve ben İslamcı kardeşlere masumane kızmakta haksız mıyım? Görünen, yaşanan, uygulanan İslamcılık hakkında ki yargılarımda yanılmakta mıyım?
İslamcılara önerim: önlerinize gelen şeyleri kontrol etmeden kullanmayın. Liderlerinizi Rabler edinmek sizlere asla yakışmaz ve zaten bu şirktir. Kesin inançlı olmayın ve kör itaatçi olmayın. Düşünün, sorun, sorgulayın. Çünkü bir yerde sizler özel varlıklarsınız ve kendiniz içinsiniz. Sadece Allah’ın kullarısınız. Yani bu dünyada birilerini –liderlerinizi- layüsel görerek onlara kayıtsız şartsız itaatle ve yaşamlarınızı onların yaşamları adına feda etmekle mükellef değilsiniz. Ama tabi ki siz bilirsiniz!
Ey Ülkücüler!
Ey İslamcılar!
Ey Komünistler!
Ey Pkklılar!
Şimdi anlaştık mı; bu topraklar üzerinde, güzel ahlak temelinde ve tam adalet hedefinde bir devrim yapmak arzusunda ve bu yolda birleşmek niyetinde? Çünkü bu topraklar hepimizin, birlikte kazandık ve üzerinde birlikte yaşıyoruz ve yaşayacağız. Her türlü emperyalizme karşı savunmak, gerekirse uğrunda ölmek görevimiz. Güzel ahlak bizi insan kılan şeydir. Bizi birbirimize yakınlaştıran, bizi birbirlerimizle kardeş kılan, birbirimizi anlamayı kolaylaştıran şeydir. Bir nevi ortak dilimizdir, somut düzeyde. Adalet ise hepimizin arzusudur. Tahakkuku hepimizi mutlu kılacak evrensel bir değerdir. Herkesi eşitleyen şeydir. Herkesin akıttığı terin karşılığının verilmesidir. Her şeyin layık olduğu yere konulmasıdır.
Bura da, Cemaatçileri, Kemalistleri, Liberalleri, Kapitalistleri geçiyorum onlardan sağlıklı ve mutlu bir yaşam adına bir fayda gelmez gelemez. Onlardan hiçbir şey olmaz. Zaten onlarında böyle bir davaları, dertleri yok. Onlar geçim derdinde. Birileri dini kullanarak geçimi sağlıyor, birileri Mustafa Kemal’i kullanarak geçimi sağlıyor. Birileri hür teşebbüs kavramını kullanarak geçimini sağlıyor, birileri de elinde ki kapitali kullanarak geçimini sağlıyor. Bunların tümü, birileri üretsin biz yiyelim ve keyfimize bakalım davasında. Onlardan şerefli bir mücadele beklemeyin. Onlar hazırcıdırlar. Onlar zora gelemezler. Onlar idealist olamazlar. Onlar ancak idealist olanların ürettiklerini ve yaptıklarını yemek için yarışan rezil birer realist olabilirler ancak. Bunların hepsi halk düşmanı, emek düşmanı, bağımsızlık düşmanı asalaklardır. Bunlar azgın birer sömürücüdürler. Bunlar adalet ve hürriyet düşmanlarıdırlar. Hatta bunların hepsi hümanizm ardında insanlık düşmanlığı yapmaktadırlar. Hepsine sorsanız hümanist olduklarından dem vururlar ama insanlık adına yaptıkları bir şey, ürettikleri bir değer asla görülmemiştir ve görülmezde.
ÇOK ÖNEMLİ DETAY:
Bir düşünceyi yok etmek için marjinalleştirip yer altına indireceksin. Çünkü marjinalleştirilen düşünce herkese itici ve ürkütücü gelir ve böylece taban bulamaz, destek göremez ve mevcut düzen tarafından çarçabuk ekarte edilir. Ve tehlikeli olarak zihinde kalıcılaşır. Bir düşünceyi yozlaştırmak içinde partileştireceksin. Partileşen düşünce düzenin yasalarına uymakla mükelleftir. Öyleyse mevcut düzenin yasaları budayıcıdır. Ve partileşen bir düşünce budana budana güdükleşir ve tedricen yozlaşır ve düzen partisi haline gelir. Bu arada müntesiplerini de yozlaşmaya sevk etmesi düzen için bir kazanımdır. Ve tarihte hep böyle olmuştur. Ya marjinalleştirilmiştir ya da partileştirilmiştir düşünceler. Hiçbirisi şöyle marjinalleşmeden, partileşmeden insanlığın önüne özgün haliyle çıkıp hareket etmemiştir. Bunu çok iyi düşünmek gerekiyor. Komünizmi de, İslamcılığı da, Milliyetçiliği de yiyip tüketen bu dilemma olmuştur.