Oy gizli, haber kutsal, yorum hürdür.
“3 problem” dediysek, her çocuk tek, küçük bir problem demek istemedik… Malûm, “çocuğun var mı derdin var”… Demek istediğim, her çocuk devasa bir problem… Her çocuk binlerce problem demek… Gel, çözebilirsen çöz!
Çözemiyoruz…
Çö-ze-mi-yo-ruz!
Daha anne karnındaki ve sonra bebeklik dönemindeki sağlık problemlerini çözemiyoruz.
Gerek annenin, gerekse bebeğin beslenme problemini çözemiyoruz.
Okul problemini çözemiyoruz.
Okumayanların “çıraklık” problemini çözemiyoruz.
İş problemini çözemiyoruz.
Sağlıksız konutlarda yaşama problemini çözemiyoruz.
Boya sandıklarını sırtlamalarını önleyemiyoruz…
Mendil, kalem “satmalarını” önleyemiyoruz.
Kaçırılmalarını, dilendirilmelerini önleyemiyoruz.
x x x
Şimdi, nüfusumuz 73 değil de 43 milyon olsaydı; ekonomik bakımdan, eğitim-sağlık-güvenlik-ulaşım… Vs. konularında çok daha iyi durumda olmaz mıydık?
İnsanımız çok daha kıymetli halde olmaz mıydı?
Nüfus yoğunluğu aşırı olan Çin, Hindistan, Pakistan, Bangladeş gibi ülkelerin halini uzaktan görüyorsunuz… Pakistan ve Bangladeş hepten sefil durumda da, büyük ülke gibi gözüken Çin ve Hindistan’da da vaziyet hiç iç açıcı değil… İnsanlar korkunç şartlarda yaşamaya(!) mahkûm!
Kelimenin tam anlamıyla “mahkûm!”
x x x
Sonra…
Problem sadece ekonomik değil ki!
Hangimiz bir “tek” çocuğumuzu bile “fıtratına uygun” yetiştirdiğimizi iddia edebiliriz? Hangimiz, kendimizin fıtrat üzere büyütüldüğümüzü söyleyebiliriz?
Ardı sıra…
Hangimiz, çocuğumuzu ruhen, bedenen, zihinsel ve sosyal bakımlardan yetişmesi gerektiği gibi yetiştirebiliyoruz?
O çocuğun yeteneklerini keşfetmek için hangimiz yeterli çaba gösterebilir, keşfettiğimiz yeteneklerin gelişmesi için ona gerekli imkânları sağlayabiliriz?
Daha acısı…
Çocuklarımız üstün kabiliyetlerle dünyaya geldiği halde; onların bu becerilerini kullanmaları takdir mi görür, tekdir mi? misâl; müzik yeteneğini, spor yeteneğini, mizah yeteneğini çoğumuz teşvik mi ederiz, yoksa engeller mi çıkarırız?
Bu şartlarda büyüyen “çocuk” ne hale gelir? Kendini dünyanın doğal bir parçası olarak mı görür yoksa “yabancılık” mı hisseder?
Yabancılaşan çocuk mudur, yoksa doğal bir dünya, “büyükler” sayesinde “yabancı bir diyar” haline mi gelmiştir?
Ve asıl soru: Vaziyet buyken, bu eğitim sistemini, bu cemiyet hayatını yaradılışa uygun hale getirmeye imkân var mı?
Nihayet, bu şartlarda dünyaya gelen, hiçbir günahı olmayan sabinin kendini gerçekleştirebilmesi ve “mutluyum” diyebilmesi mümkün müdür?
x x x
“Bir” çocuk yapmak için bir kere değil, bin kere düşünmek lâzım!
Öyle “soyumu devam ettireceğim” falan gibi çağdışı sebeplerle çocuk yapılamaz. Soyunuz, ki hepimiz Ademoğluyuz, artarak devam ediyor, endişeniz olmasın!
Şaka değil… Ortalama 70–80 yıllık ömrü olan bir “âlem”e can vermeye vesile olmaktan bahsediyoruz.
Bu âleme 70–80 senelik bahtiyarlık mı, yoksa bedbahtlık mı verebileceğiz?
Bu ne dehşet verici sorumluluktur.
x x x
Hal böyleyken, “en az 3 çocuk” söylemi ne derece gerçekçidir, sorumluluk eseri mi, sorumsuzluk göstergesi midir, takdir sizin!
x x x
BAŞKA “SANATÇI” MI YOKTU?
Antalya Altın Portakal Film Festivali organizatörleri, Emir Kusturıca adlı film yönetmenini Jüri üyesi yapmışlar.
Adı geçen kişi, 1992–95 arasında, Bosna-Hersek’teki yüz binlerce Boşnak’ın katli için “abartmayın” diyerek, soykırıma destek veren kişi…
Yani, Antalya’lı organizatörler daha temiz bir isim bulamamışlar mı? Dünyada sanatçı mı kalmamış da bu “insanlık düşmanı” sanatçı(!)yı Türkiye’ye getirtmişler?
Kınıyorum onları!
"Kusturica varsa ben yokum" diyerek tavır koyan Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay’ı yürekten kutluyor ve destekliyorum.
Önceki yazılar