Kalem feryâd eder, ağlar mürekkep,
“Beni cahil eline verme Ya Rab!
Lütfunla âlime çevir yolumu,
Kırma n’olur kanadımı, kolumu.”
Lâedri
Hani bir sarı
öküz fıkrası vardır. Ormandaki aslanlarla öküzlerin aralarında yaşadıkları
olayları anlatır. Sonunda da "nerde hata yaptık" sorusuna sarı öküzü
aslanlara vermekle diyen yaşlı ve bilge öküzün cevabı ile biter." Kıssadan
hisse...
Türkiye'nin bu günkü durumunu anlatmaya bu fıkranın bile yetmediğini düşünmekteyim.
Çünkü yıllardır ülkemizin üzerinde oynan oyunlara baktığımızda bunun çok daha fazlasının olduğunu görüyoruz.
Güç odakları dediğimiz dünyanın güçlü ülkeleri her ülkede uyguladıkları sömürü, kontrol, denetim ve benzeri faaliyetlerini ülkemizde de denemişlerdir.
Maalesef güdümlü kuruluşlar dediğimiz bazı Demokratik Kitle Kuruluşlarını fonlarla besleyerek ülkenin yumuşak karnı diye nitelendireceğimiz zayıf noktalarını tespit etmek, güdümlü kişileri etkin ve yetkin yerlere yerleştirmek sureti ile psikolojik savaşın en güzel örneklerini sergilemişlerdir.
Bu kuruluşlarımız bilerek veya bilmeyerek ülkenin bu duruma gelmesine çanak tutmuşlardır.
Bugün Türkiye'nin bulunduğu durumu tarif etmek istersek, Atatürk'ün "Cebren ve hile ile aziz vatanın, bütün kaleleri zapt edilmiş, bütün tersanelerine girilmiş,..." diye devam eden Gençliğe Hitabı'nın tekrar okunmasında yarar görmekteyiz.
Fakat Atatürk'ün Gençliğe Hitabı hakkında farklı düşünceler de yok değil,
Taraf gazetesi yazarlarından Sevan Nişanyan 29.10.2009 tarihli Taraf gazetesindeki köşe yazısında "Seksen altı yıl yeter bence. Kan-vatan-düşman'dan ötesine aklı ermeyen bir dil bu ülkeyi bunca yıl esir etti. Artık yeni şeyler düşünmenin vaktidir.
Kan-vatan-düşman edebiyatının şahikası Kemal Paşa'nın Gençliğe Hitabe adlı eseridir." Cümleleriyle Mustafa Kemal Atatürk'ü suçlu göstererek "Düşman bütün tersanelerine girmişse, vazifeye atılmadan önce düşüneceksin. Önce, düşman mı diye soracaksın. (Çünkü bugün düşman olan yarın dost olabilir.) Sonra onu kendine düşman etmek için ne hata yaptığını düşüneceksin. (Çünkü düşmanlık, herkes için ağır bir yüktür.) Gönlünü kazanmayı deneyeceksin. Tersaneyi beraber işletmeyi teklif edeceksin. (Öylesi her ikiniz için daha kazançlı olabilir.) Sonuç alamasan, bir tersane uğruna düşman olmaya değer mi diye bir kere daha kendine soracaksın. Bunları yapabilirsen, inan, dünyanın tüm tersaneleri senin olur. Tüm ordular sana boyun eğer. Tüm kalelerini terk edecek gücü ve güveni kendinde bulursun" Cümlesiyle de teslim olmamızı istiyor.
Yazarın yukarıdaki tavsiyesi sanırım hepiniz de bir gülümseme oluşturdu, Tersanemize giren düşmanın belki dost olabileceği mantığı güzel mantık değil mi?
Fakat unutulmamalıdır ki; Halkı Müslüman olan devletlerden en ileri, en güçlü, en modern, demokrasisi gelişmiş olan ülke Türkiye'dir. Etnik ve mezhepsel cemaatlere ayrılıp bir Afganistan, bir Irak olmuyorsak bu Mustafa Kemal Atatürk'ün ileri Görüşlü olması sonucu kurulan; çağdaş milli devlettir.
Ermeni soykırımı iddiaları ve Rumlarla Türklerin nüfus Mübadelesini Gündemde tutarak psikolojik olarak Türk insanının zihnine yerleştirmeye, Avrupa Birliği ve ABD'yi de yanlarına Alarak Türkiye'yi Sevr'e götürmek istemektedirler.
Türk Milleti olarak Yugoslavya'yı, Çekoslovakya'yı, Afganistan'ı, Irak'ı, göz önünde bulundurmalıyız. Türk Ulusunu meydana getiren vatandaşlar olarak ayrışmadan birbirimizle ulus Olarak Mevlana, Yunus Emre sevgisiyle kucaklaşmalıyız.
Türk milletini yok etmek için 1919'daki gibi Yedi Düveli getirseniz de biz Türk'üz
Türk olmanın bedeli ise ağırdır. Önce "ihanet"le tanışırsınız ve bu yükü ömür boyu taşımak zorunda kalırsınız. Hem içeriden, hem dışarıdan, 7 düvel size düşmandır. Gerekçeleri de vardır: Fransa'ya, İsveç'e, Roma'ya kadar ordularının üzengilerini öpenlerin, bugün onun acısını çıkarmak istemeleri doğaldır.
Başkentlerine "ermeni anıtı" dikenlerin dün Hatay'a, Urfa'ya, Antep Maraş ve Osmaniye'ye fıstık toplamaya mı geldiklerini sormayınız. Sebebi bellidir: önceki günün intikamı. Antakya'daki İtalya'nın, İstanbul'daki İngiliz'in, Afyonkarahisar ve Eskişehir'deki Yunan'ın, Osmaniye'deki Fransız'ın gerekçesi de aynıdır.
Rusya'nın bilinçaltındaki "boğaz"lar ve Kars-Ardahan hayali tükenmez. Bu hayal ve rüyanın da çok sebepleri var.
Ekonomik, ticari mecburiyetten öte ve önce İlhanlılar eli ile Moskova'yı vergiye bağlamanın tabii ki bir bedeli olacaktır.
AB, ABD derken öğrendik ki Atlantik ötesindeki kadim dost(!) Birleşik devletler bizim "Lozan"ı henüz tanımamış. Aynen yeni müttefik ailemiz (!) AB üyelerinin bizim "doğu-güneydoğu" sınırlarının belirsizliği üzerine ittifak ettikleri gibi.
Çanakkale'de, Kurtuluş Savaşında Emperyalizme karşı verdiğimiz mücadelede emperyalistlerin ülkemize piknik yapmaya geldiğini mi zannediyorsunuz? İngiliz, Fransız, Yunan, İtalyan elinde çiçeklerle mi gelmiştir? Bu ne mantıktır? Kış kışlığını, puşt puştluğunu yapacaktır. Bu coğrafyada yaşamanın bir bedeli vardır. Bu bedeli de Türk milleti her zaman ödemiştir. Yeni bedeller ödemeye de hazırdır.
Ulu Önder Atatürk Gençliğe Hitabe'yi olabilecek tehditlere karşı Türk milletini bilinçlendirmek için yazmıştır. Tarihte yaşadıklarımız bunun en basit örneğidir.
Onun içindir ki Atatürk'ün Gençliğe Hitabesi yazıldığı günden günümüze ışık tutan en önemli öngörüdür.
Arşiv