Oy gizli, haber
kutsal, yorum hürdür.
Büyük Önder, Türk Dil Kurumu’nu iyi ki kurmuş, iyi ki mirasıyla desteklemiş. Bugünleri ve daha ilerisini görmüş. Bu vesileyle bir kere daha rahmetle anıyorum.
Bilelim ki, Atamızın da dediği gibi Türkçe varsa Türk de vardır.
Ama
Türkçe, Atamızın kendi eliyle kurduğu TDK’nun şimdiki icraatlarıyla korunamaz,
geliştirilemez. Atatürk’ün bu müesseseyi
iyi ki kurduğunu söyledik; çünkü bir gün bu kurumun faydalı icraatlar da
yapabileceği ümidindeyiz.
TDK’nun yeni çıkardığı
ve yabancı kelimelerin yerine kullanılmasını önerdiği pek çok kelime, bana hem komik, hem de
yaygınlaşması, medyada ve halk arasında kullanılması imkânsız gibi geldi. TDK’nca
önerilen “sepet topu”,
“uçan top”, “öndelik”, “emmeç”,
“üretimevi”, “geçgeç” “ası”, “belirtke” gibi
sözcüklerin(!) dilimize girmesi mümkün mü? Bunların tutulması bir yana komik
olduğunu koca koca profesörler nasıl görmezler? Bunları üreten bir kurum ciddiye alınır mı?
Biz
yine de, her şeye rağmen TDK yönetici ve çalışanlarının iyi niyetli olduğuna
inanıyor ve olumlu girişimlerine destek veriyoruz. Önerdikleri içinde kullanılabilecek kelimeler
de var. Banknota “kağıt
para”, asparagasa “uydurma”, etiğe
“töre bilimi” anarşiye karşılık “kargaşa”nın önerilmesi gibi! Bunları zaten kullanıyoruz da, önerilen
kelime, yerine geçeceği kelimenin anlamını bire bir verebiliyor mu, sorun
burada!
Öte yandan önerilen kelimeler arasında, yerine konanlara bire bir karşılık gelenler de var. Ajanda “andaç”, aktivite “etkinlik”, aktüel “güncel”, ambulans “cankurtaran”, amortisman “yıpranma payı”, garanti “güvence”, idealist “ülkücü” gibi. TDK, bu kelimeleri önerirken haklı, bunların kullanımı konusunda kuruma destek veriyorum.
TDK’nun haklı olduğu bir nokta da; TDK
Başkanı Prof. Dr. Şükrü Haluk Akalın’ın şu sözleri: “Çok fazla yabancı kelime kullanımı, zaman içinde o
sözlerin Türkçe karşılığının bile unutulmasına yol açıyor. Örneğin, son yıllarda çok
sık kullanılan trend sözünün Türkçede eğilim,
yönelim, yönelme, doğrultu, gelişme yönü, tarz gibi tam 56 karşılığı var.”
Başkanın bu sözlerine biz de katılıyoruz ve Türkçe’nin zenginliğini ortaya
koyduğu için de teşekkür ediyoruz.
Çok geniş bir konu olan Türkçemizin
doğru ve güzel kullanımı için, ben de bir önerimi sunmak istiyorum. Kullanmaktan kaçınamadığımız yabancı harf
ve heceleri Türkçe alfabedeki biçiminde okuyalım. Örneğin; benim, e-posta demeyi tercih ettiğim, “e-mail”i
imeyil olarak değil de “email” olarak, “ADSL”yi eydiesel olarak değil de “adesele” olarak, TV’yi tivi olarak değil, teve şeklinde okuyabiliriz.
Son
olarak, TDK’nun önerdiği kelimelerden ilk defa duyduğum ama kullanılmasının
uygun olacağını değerlendirdiğim üç kelimeyi arz ediyorum: First
lady “başbayan”, CD “yoğun disk”, fitness “sağlıklı yaşam.”
Sizleri, Türkçe’nin muhteşem ifade zenginliğinin güzel bir örneği ile baş başa bırakıyorum. Türk şiirinin zirvelerinden olan Yahya Kemal’in bir şiirini kısaltarak sunuyorum.
KOCA MUSTAPAŞA
Koca Mustâpaşa! Ücrâ ve fakir İstanbul!
Ta fetihden beri mü’min, mütevekkil, yoksul,
Hüznü bir zevk edinenler yaşıyorlar burada.
Kaldım onlarla bütün gün bu güzel rü’yada.
Öyle sinmiş bu vatan semtine milliyetimiz
Ki biziz hem görülen, hem duyulan, yalnız biz.
Mânevi çerçeve beş yüz senedir hep berrak;
Yaşayanlar değil Allâh’a gidenlerden uzak.
Âhiret öyle yakın seyredilen manzarada,
O kadar komşu ki dünyâya duvar yok arada,
Geçer insan bir adım atsa birinden birine,
Kavuşur karşıda kaybettiği bir sevdiğine.
Kuru ekmekle, bayat peyniri lezzetle yiyen,
Çeşmeden her su içerken: "Şükür Allah’a" diyen
Bu vatandaş biraz ahşapla, biraz kerpiçten
Yapabilmiş bu güzellikleri birkaç hiçten.
Türk’ün âsûde mizâciyle Bizans’ın kederi
Karışıp mağfiret iklimi edinmiş bu yeri.
Şu fetih vak’ası, Yârab! Ne büyük mu’cizedir!
Her tecellisini nakletmek uzundur bir bir;
Bir tecellisi fakat, rûhu saatlerce sarar:
Koca Mustâpaşa var, câmii var, semti de var.
Elli yıl geçtiği günlerde büyük mu’cizden,
Hak’dan ilham ile bir gün o güzel semte giden
Rum vezîr, eski manastırda ederken secde,
Kalbi çok dolduran îmân ile gelmiş vecde,
Bir fetih câmii yapmak dilemiş islâma.
Sebep olmuş bu eser yâd edilir bir nâma.
Dört asırdır inerek câmie nûr üstüne nûr
Yerde bulmuş yaşıyanlar da, ölenler de huzûr.
Sarmaşıklar, yazılar, taşlar ağaçlar karışık;
Hâfız Osman gibi hattatla gömülmüş bir ışık
Bu mezarlıkta siyah toprağı aydınlatıyor;
Belli, kabrinde, O, bir nûra sarılmış yatıyor.
Ne saâdet! Bu taraflarda, her ülfetten uzak,
Vatanın fâtihi cedlerle beraber yaşamak! ...
Kopmuşuz bizler o öz varlık olan manzaradan.
Bahseder gerçi duyanlar bir onulmaz yaradan;
Derler: İnsanda derin bir yaradır köksüzlük;
Budur âlemde hudutsuz ve hazîn öksüzlük.
Sızlatır bâzı saatler dayanılmaz bir acı,
Kökü toprakta kalıp kendi kesilmiş ağacı.
Rûh arar başka tesellî her esen rüzgârda.
Ne yazık! Doğmuyoruz şimdi o topraklarda!
Önceki
yazıları görmek için aşağıdaki kutuya tıklayın