Hareketsiz yaşam biçimi ve beraberinde getirdiği obezite modern toplumların önemli bir halk sağlığı sorunudur ve yüzyılın salgın hastalığıdır. Obezite, vücut yağında artış olmasıdır. Aşırı yağ birikimine, enerji alımı ile enerji harcanması arasında dengesizliğe yol açan genetik, çevresel, metabolik, fizyolojik, davranışsal ve sosyal faktörler neden olmaktadır.
Sonuç olarak bu değişikliklerin insülin direncini tetiklediği ortaya konulmuştur. Enerji homeostazisinin kronik regülasyonunda leptin ve insülin arasında etkileşimin de bozulmasının obeziteyi tetiklediği ileri sürülmektedir. Öte yandan yağ metabolizması, visseral yağ depoları ile cilt altı yağ depoları arasındaki trigliserit döngüsü açısından değerlendirildiğinde bölgesel ve bireysel değişkenlikler gösterir.
Bunun yanı sıra kilo artışı ile birlikte normalde yağ depolanmayan kalp, böbrek gibi organlarda yağ depolandığı (ektobik yağlanma) ve ektobik yağlanmanın son dönem böbrek yetmezliği ve kardiyovasküler hastalıklar açısından önemli risk faktörü olduğu ortaya konulmuştur. Toplum sağlığı açısından önemli sonuçları olan obezitenin önlenmesi ve tedavisinde dengeli ve yeterli beslenme, düzenli egzersiz, davranış tedavisi, farmakolojik yaklaşımlar ve cerrahi yöntemler kullanılmaktadır.
Aşırı kilo artışının sıklıkla aşırı kalori alımından daha çok, azalan fiziksel aktiviteye paralel olduğu gösterilmiştir.
Yapılan çalışmalarda, fiziksel olarak aktif olan bireylerin istenilen vücut kompozisyonlarını rahatlıkla sürdürdükleri, egzersiz ile sağlanan enerji kaybının, vücut ağırlığının giderek azalması ve yeniden kilo almanın önlenmesinde en önemli ve etkili yöntem olduğu ortaya konulmuştur. Düzenli aerobik egzersizin, yağ asit oksidasyonunu artırarak ve insülin direncini azaltarak kilo kontrolünü sağladığı gösterilmiştir.
Klinik açıdan egzersizin obezitedeki etkileri değerlendirildiğinde;
1- Düzenli aerobik egzersizin visseral yağ dokusunu azalttığı ve yağsız
vücut kitlesini azaltmaksızın vücut ağırlığını azaltarak, kilo verilmesini ve
kilo kontrolünü sağladığı,
2- Egzersizin, istirahat metabolik hızı artırdığı, düzenli
antrenmanların enerji harcanmasının artışı sonucu vücut kompozisyonu ve kilo
kaybı değişikliklerine neden olduğu, direnç egzersizlerinin bunu daha da
artırdığı ortaya konulmuştur
3- Düzenli aerobik egzersizin kan lipit profilini düzenlediği,
baroreseptör duyarlılığını artırdığı ve kan basıncını düşürdüğü,
kardiyovasküler ve genel mortalitede anlamlı azalma sağladığı,
4- Düzenli egzersizin kan şekerini düşürerek hemoglobin A1c düzeylerinde
anlamlı bir azalma sağladığı ve insülin direncini azalttığı,
5- Ruhsal durumu düzenlediği ve obeziteye bağlı depresyonu önlediği
gösterilmiştir.
Her insanın metabolizması ve ihtiyaçları farklıdır. Bu nedenle kilo kontrolünde
uygulanması gereken egzersiz modelleri de yaşa, cinsiyete, vücut ağırlığına ve
hastalıklara göre farklı olmalıdır. Buna rağmen genel olarak, ideali her gün
olmak üzere en az haftanın beş günü 60 dakika/gün (300 dk/hafta), orta şiddette
(V02 max’ın %40-60’ı veya maksimum kalp hızının %50-70’i olacak şekilde)
aerobik egzersiz önerilmektedir. Bunun yanı sıra direnç egzersizlerin de kilo
verme programına eklenmesi önerimektedir.
Sonuç olarak; obez bireylerde kişinin vücut ağırlığına, yaşına, cinsiyetine ve
hastalığın komplikasyonlarına, göre doğru reçetelendirilmiş bir egzersiz
programı hastalığın tedavisi ve prognozu açısından çok önemlidir.
Dr. Nilay Ergen
Haydarpaşa Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi- İstanbul