Selcan TAŞÇI, Yeniçağ,
21 Aralık 2010
Uğur Mumcu’nun ‘Orduyu
bildiriye zorlayan koşulları siyasal partiler yarattı’ sözünü darbe delili
sayan Ilıcak, ‘darbeler bütün şiddeti ile inmeli’ diye yazdığı günleri yine
unuttu
CHP Kurultayı’ndan sonra derin düşüncelere dalmış Nazlı Ilıcak...
“Kemal Kılıçdaroğlu’nun neden ”Kürt“ kelimesini bile ağzına alamayacak kadar
”utangaç“ demokrat olduğunu”, neden “solun her defasında
statükoya yapıştığını”
sorgulamış.
Ama takdir etmeli, sonuç odaklı çalışıyor; cevabı bulmuş baksanıza:
“Darbe virüsü!”
Virüsün “demokrat bünye”lerde yarattığı hasarı ispat için de İlhan Selçuk ile
Uğur Mumcu’nun eski yazılarından bir demet sunmuş okuruna...
Ama tam da yılbaşı arifesinde böyle cimri olunmaz ki Nazlı Hanım..
Hep karanfil, hep karanfil olmaz ki...
Şöyle içine biraz “gül”, biraz “orkide”, “papatya”, biraz “kabak çiçeği” (ay
pardon o sofralıktı değil mi!) serpiştirmiş renkli bir aranjman hazırlar insan;
her çiçekten bal alsın toplum dimağı da değil mi ama!
Hatta sizin yazı bahçenize
girelim; oradan beslenelim bugünlüğüne de...
* * *
16 Ocak 1979:
“1978’de bin kişi ölmüş, mezhep ve ırk çatışmaları Türkiye’nin bölünmez
bütünlüğünü tehdit eder boyutlara erişmiştir. Ecevit çapında bir Başbakanın gemiyi
selamete çıkaramayacağı ise iyice anlaşılmıştır. Buna rağmen İç Hizmet
Kanunu’nun 35. maddesindeki ”Cumhuriyeti korumak ve kollamak“ hükmü
işletilmemektedir.”
* * *
5 Eylül 1979:
“Türkiye’nin bütünlüğü tehlikedeyken, Cumhurbaşkanından Genelkurmay Başkanı’na
kadar herkes İran’daki gelişmeleri endişeyle takip ederken biri çıkıp da,
”Etnik-metnik“ başlıklı bir makalede, ”ülkemizde Kürtlere iş vermiyorlar“
yazarsa, o fikri zararlı o şahsı da en büyük kışkırtıcı ilan etmemek mümkün mü?
Bir; Cumhurbaşkanı ve Genelkurmay Başkanı’nın kararlı vaziyet alışlarına bakın,
bir de safa sarhoşu kalemlerin akıttığı zehirlere...”
* * *
17 Haziran 1979:
“Her türlü fikir temsil edilsin diye batıyı örnek gösterenlere, demokrasinin
kalelerinden biri olan Fransa’daki kanunları hatırlatırız. Devlet ancak
kendisini koruyan tedbirleri aldıktan sonra, hürriyetin sınırlarını
genişletebilir. Af rüzgarlarının anarşistleri sokağa döktüğü, kanunların,
eylemcilerin yakasına süratle yapışılmasını engellediği, Danıştay ile icra arasındaki
rekabetin, yönetimi zaafa uğrattığı bir ülkede, elbette sivil idare her zaman
askerden yardım istemek zorunda kalacaktır.
Bir, iki, üç... Ama bir gün gelir ordu, madem tek başına beceremiyorsun, şöyle
çekil kenara çekil de gölge etme deyiverir..”
* * *
13 Ekim 1979:
“Türkiye’nin şartları başkadır. Her şeyden önce, yukarıdaki örneklerin aksine,
Türk ordusu 1071’de Anadolu topraklarına girerken, orada yaşayan bir halkı
sömürgeleştirmemiştir. Anadolu’nun her karışı atalarımızın kanıyla yoğrulmuştur.
Batının ileri ülkeleri, güçlerini birleştirerek daha kuvvetli olabilmek için
Büyük Avrupa’ya doğru yönelirken, Türkiye’yi halklara bölmek istemek, bu yolda
propaganda yapmak, memleketi kana bular, Türk milletini zaafa uğratır.Düşünce
özgürlüğü sonsuz değildir. Memleket menfaatleri ile sınırlıdır.”
* * *
8 Aralık 1979:
“Kırmızı ışık, bütün kuvveti ve kudretiyle terörizm noktasında yanmalı,
darbeler, devletin kişiliğine karşı suç işleyenlerin, silah kullanıp can ve mal
güvenliğini tehdit edenlerin sırtına, bütün şiddeti ile inmeli.
Bırakalım ikinci sınıf meselelerle hükümet uğraşsın, halkta antipati doğacaksa
, o üzerine çeksin. Yıpranacaksa, ordu değil, siyasi iktidar yıpransın. Zira
iktidarların alternatifi her zaman bulunur ama Silahlı Kuvvetlerimiz tek ve
alternatifsizdir.”