‘’Sözü dinleyip en güzeline uyan herkese selam olsun diyerek başlayalım inşaallah güzel dostlarım.’’
‘’İkra' bismi Rabbikellezî halak: Yaratan Rabbinin tanımlamasıyla oku.’’ ALLAH (cc)-ilah
‘’İlim Çin’de bile olsa gidip alınız.’’ HZ. MUHAMMED (sav)-önder
‘’Bilgiyle dirilenler ölmezler.’’ HZ. ALİ (ranh)-halife
Evvel planda, ‘’Oku’’ yüce emrinin aziz muhatapları olarak, ‘’ciddi bir okuma’’ eylemine koyulacak, bunun neticesinde ‘’varlığı bütün boyutlarıyla kuşatan güçlü bir ahlak teorisi’’ oluşturacaksınız. Her şeyin temeli ahlaktır inanın. Sağlığın bile temeli ahlaktır. Şöyle ki; masiyetler-günahlar insanı yorar, takatsiz bırakır, hayatını sarsar, bu da insanın sağlıksız bir hayatın girdaplarına düşmesini doğurur. Ama ahlak ilkeleri ile yaşarsak, günahlardan uzak oluruz, günahlardan uzak olursak beynimiz ve ruhumuz dingin olur ve böylece ruhen ve bedenen dinç, dinamik, sağlıklı oluruz. Hayatta her şeyin temeli ahlaka dayanır. Ahlaksızlık, zincirleme şekilde her şeyin şirazesinden çıkmasını doğurur. Siyasette, ekonomide, iletişimde, eğitimde, doğaya müdahalede vb eğer ahlak temel alınmazsa hepten bozulur ve nihayet insan bozulur. Ki insan bozuldu, doğa bozuldu ve âlem bozuldu. “Siyaseti ve ahlakı farklı ele alanlar, her ikisini de asla anlayamazlar.” Jean-Jacques Rousseau
Neyi okuyacaz? Elbette kitabı. Hangi kitabı? Bizi bizden iyi bilen ve bizi bize anlatan, bize en yüksek ve yüce hakikati sunan kitabı. Sonra da, bütün varlık âleminde tecessüm etmiş olan, varlığa dair olguları. Kitap, düşüncenin disiplinli teşekkülüdür. Söz eylemden öncedir. Düşünceden de öncedir. Çünkü insanlar söz temelli düşünürler. Düşünceden sonra da eylem gelir. Sözsüz düşünce, düşüncesiz eylem, eylemsiz ürün olmaz. Bu yüzden eylemden önce bir düşüncemiz, düşüncemizden önce de bir sözümüz olması gerekir. Çünkü eyleme ruh kazandıran ve istikamet tayin eden en dipte sözdür. Sözde kitaptadır. Bu yüzden ilk önce kitabı okumak zaruridir. Zira okumadan, yukarıda bahsettiğimiz şekilde, muhkem bir ‘’ahlak teorisi’’ oluşturmak imkânsızdır. Ahlaki temel kurulmadan da, hiçbir yönde güçlü adım atmak, şerefli-ihlâslı eylemde (amelde) bulunmak mümkün değildir. Hayatın rotasını belirleyen ahlaktır. ‘’Kitap yüklü eşekler olmayın’’ ilahi ikazının hikmeti de burada gizli olsa gerek. Zira teori ahlakilikten yana nakıs kaldığı zaman insan hamaldan başka şey değildir. Güçlü pratiklerin olması için, ahlakla desteklenen güçlü teoriler olması gerekir. Sadece öğrenimle-teoriyle olmaz muhakkak eğitimde-pratikte olmalıdır. Zaten teori, pratik ile desteklenmezse anlamsızlaşır, kıymetsizleşir, etkisizleşir.
Adaletin temeli de ahlaktır. Ahlak olursa adalet olur, adalet olursa her şey yerli yerine oturur. Özgürlük te, barış ta, eşitlik te, kardeşlik te, huzur da, saadet te, muhabbet te, sevgi de, saygı da adaletin ve son tahlilde ahlakın en güzel meyveleridir sevgili dostlar. Ahlak olmadığı zaman, bu erdemlerin hayat bulması kesinlikle mümkün değildir. Adalette ahlakta gizlidir. Allah’ın ahlakında. Ve bizler Allah’ın ahlakıyla kuşanmamız gerekiyor. Unutmayalım! Önderimiz yaşayan Kur’an’dı. Haddizatında varlığın da temel koşulları olan bu iki yüce kelime iç içedir. Biri diğerisiz olmaz. İkisi birbirini tamam eder. Ve varlık zincirinin iki ucunu kenetleyen kilittir bunlar. Ahlak ve adalet. Bu iki yüce ve yüksek olgu üzerinde yükselen insanlar, toplumlar, milletler ve medeniyetler ebedileşirler, sonsuzlaşırlar, izleri asla silinmez.
Önderimiz ve bazı filozoflar şu sözü boşuna söylememişlerdir herhalde: ‘’utanmıyorsan dilediğini yap.’’ Peki, ‘’utanma’’ nedir? Nereden kaynaklanmaktadır? İyi düşünmeli güzel dostlar! Ahlak, insanı insan yapan şeydir. Ahlaksız insan, vahşi hayvan gibidir. Onun ölçüsü yoktur. Şiarı yoktur. Kaidesi yoktur. İlkesi yoktur. Ahlaksız insan için hedefe giden her yol mubahtır. Şerefin, gururun, hayânın kıymeti yoktur onun için. Bu kıymetler zayıf yaratıklar içindir ona göre. Ahlaktan yana behresiz insan, ulvi değerlerden yana da behresizdir. Zaten ahlakı olmayanın bir değeri de olmaz.
Dünyada, okumak kadar güzel, zevkli, yaratıcı, sonuç verici ama bir o kadar da zor, sıkıntılı, bedel ödetici bir eylem yoktur. Okumak hazine aramak kadar sıkıntılıdır. Sabır ister, cesaret ister, yalnızlığa tutsak kalmayı göze almak ister. Nasıl hazineyi bulduğunuz da sonsuz bir sevince gark oluyorsanız aynı şeyi okumak sonucunda da bulacağınızdan emin olmanıza inanmanız gerekir. Konuşmaya salahiyetinizin olması, bir söz’ünüzün olması okumayla doğru orantılıdır. Okumadan konuşmak zırva yapmayla eş anlamlıdır. Okumadan söz sahibi olamaya çalışmak, çalışmadan kazanacağına inanmaya çalışmak kadar ahmakçadır. Ama maalesef bizim toplumumuzda bu tür garabetlere sık rastlanır. Okuyan yoktur ama konuşan çoktur. Ve bu konuşanlar hep doğru bildiklerini söylerler ve buna inanırlar da. Kimse de karşılarında bir şey söylemez, çünkü çekinilir. Zira ‘’tek okuyan sen misin?’’ gibi aptalca bir soruyla karşılaşması muhakkaktır. Oysa kimse böyle bir iddia sahibi değildir ve olamazda ama okumanın da bir kıymeti olmalı değil midir? Ve inanın bu kimselerin okuduğunu söylemeleri de tamamen kompleksten, utançtan kaynaklanan bir durumdur, bilakis okumalarının gerçekliği yoktur. Sadece söyledikleri zırvaların bir yankısı olsun ve dikkate alınsın diye okuduklarını söylemeye çalışmaktadırlar. Zaten yorumlarına baktığınız zaman bunu görmekte zorlanmazsınız. O kadar sığ ve temelsizdir ve sloganiktir ki siz utanırsınız. ‘’Hiç bilenle bilmeyen bir olur mu?’’ Diyor yüce Allah. Ama insan bu! Bilmez, bilmediğini de bilmez fakat ahkâm kesmeye bayılır. Bre insan madem bilmenin ve konuşmanın cazibesine dayanamıyorsun, madem bir söz’ün olmasına bu kadar çok isteklisin bari azcık ta olsa oku. Ama ne acı ki; okuma-ma-nın kültürleştiği bir toplum halinde geldik. Daha doğrusu, bile bile bu hale getirildik. Gürültü yapmanın prim yaptığı, zevzeklik yapanın kıymetlendiği bir toplum olduk. Dizilerin, putperestlerin ve çağdaş cahillerin kaderlerimizi tayin ettiği bir toplum durumuna düştük, ne hazin! Okumayan toplum güdülmeye mahkûmdur ve hala mahkûmuz maalesef! Yalan mı arkadaşlar? Okumadığımız zaman cehaletin mahkûmu olduğumuz gerçek. Ya da yanlış okuma yaptığımız zaman aldanışın kurbanı olduğumuz ve kullanıldığımız da gerçek. O zaman muhakkak okumak ama doğru okumak gerekir! Yani bugüne kadar hangi bildiklerimiz doğrulandı, bildiğimizi sandığımız şeylerin hangisinin aslı çıktı? Geçelim.
Bir de şurası var olayın; illa kaynak seçmek zorunda değiliz. Bir düşüncemiz vardır ve bazı kaynaklar düşüncemize ters şeyler söylemektedir. Bırakın söylesin. Niçin endişe ediyoruz ki? Ya bizim doğru bildiğimiz kaynaklarımız yanlış yazıyorsa? Ama burasını hiç düşünmüyoruz. Bir şeye inandık mı, inanıp gidiyoruz. Yalan olsa da, yanlış olsa da. Ve olan bize oluyor. Fark ettiğimizde de iş işten geçmiş oluyor. Bugüne kadar hep böyle olmadı mı? Hangimiz ‘’Resmi Tarih’’ haricinde bir şeyler öğrenmeye gayret ettik? Hiçbirimiz. Adeta kişilerin kurbanı olduk. Her birimiz birilerini ‘’layuhti’’ ilan etti. Put gibi ittihaz etti. Sonra da o kişiler hakkında bir söz işittiğimiz zaman kafayı yedik. Sanki zararı o kişiye olacaktı. Böyle yapmamalıyız dostlar. Hayat bizim hayatımız. Doğrular hayatımızın doğrulması için bir avantaj, yanlışlar hayatımızın sarsılması için dezavantajlar. Kendimize kıymayalım arkadaşlar! Geçelim.