Kalem feryâd eder, ağlar
mürekkep,
“Beni cahil eline verme Ya Rab!
Lütfunla âlime çevir yolumu,
Kırma n’olur kanadımı, kolumu.”
Lâedri
Dünyaya “kadın” sayesinde gelip, kadını dışlayan, iten, hor gören, sadece istediğini elde edene kadar ona değer veren ve elde edemezse şiddet de uygulayabilen tek salak cins erkekler olmalı…Bunun başka izahı olamaz ki; salaklıktan başka. Kadını sadece belli kalıplara sokan bir zihniyetin ürünüdür bu!
Kadınlara cömert davranılmış ve onlara özgü günler yaratılmış. Bunun da altında bir şey vardır ya neyse… Demek ki; geriye kalan günler, erkeklerin. İşte kadın-erkek eşitliği!..
Bu tip günlerde kadının değerinden, neden önemli olduğundan dem vurulur. Oysa bu saçmadır. Kadını konuşmak için, önce kadını tarif edebilmek gerekmez mi? Tarif edelim;
Kadın, saçı uzun olan aklı kısa olan mı?
Kadın, sırtından sopayı, karnından sıpayı eksik etmeyecek olduğumuz mu?
Kadın, şeytanla eşit görülen mi?
Kadın, biyolojik olarak bir sonuç mu?
Her erkek, kadını kendine göre tanımlar veya tanımlardan birini seçer. Erkek tektir. Sadece yaptıkları veya yapamadıkları ile adam olur veya olmaz. Bu da saçmadır oysa! Erkek ve kız; ergenlikten önce. Kadın ve adam; ergenlikten sonra mı olur yoksa? Öyleyse de saçma. Kız veya erkek eğer ki; küçük yaş dilimlerinde oluyorsa, onun adı “çocuk”tur. Bunu bile doğru düzgün öğrenememiş bir toplumda nerede kalır, eşitlik ve insanlık!
O bir simge sadece. Mesela, ergen yaşlarda, “genç kızların sevgilisi” sloganı için kullanılmalı. Onun sayesinde bir işe yaramayacak biri zengin olmalı ve o görevini tamamlamalı. Oysa hiç erkekler böyle kullanılır mı? Genç erkeklerin sevgilisi diye bir kadın meşhur edilebilinir mi? Olmaz! Olsa olsa, genç erkeklerin hayallerini süsler. Bu öyle bir şeydir ki, bir cinsin sadece cinsel tatmini için kadın kullanılır, diğer cinsin sevgi eksikliğini tatmin etmek için bir erkek kullanılır. Buna da medya aracılık eder ve kapitalizm işler. Sevginin eşiti olan kadın en güçlü silahı ile vurulur. Sevgisiyle kendi ipini çeker.
Onun hep sevgisi kullanılır. Sevgisiyle evladına yemek yapar ve o yemek evladı için en güzel yemektir. Başkası yerini tutamaz, fakat baktığında en ünlü aşçılar, hep erkeklerdir. Hani nerede kaldı anne yemekleri? Ya da, sevgisiyle bir ev kurar, yuva olarak beller. Orada eşine, çocuklarına bakar. Zor durumlarda onun sayesinde çözümler bulunur. Evin içini her zaman idare etmeyi bilir. Yuvayı yapan odur. Hatta “yuvayı dişi kuş yapar” diye bilindik bir atasözüne de hayat verir. Fakat en ünlü mimarlar erkektir. Onun yaptığı ekonominin sırrını çözemezsin. Az parayla dolabı doldurur, sofraya yemek koyar. Evin ekonomisini yönetmeyi çok iyi bilir. Fakat en ünlü ekonomistler erkektir. Nitekim kadın hep evin içinde kalır…
Her daim ikinci sınıf olarak görülür ve görülmeye devam eder. Saçmalıklar zincirinin bir halkasıdır bu. Kadına öyle bakmayı öğretmişler ki, onu yalnızca, önce annemiz, -varsa kardeşimiz-, sonra sevgili, ardından “karı”mız olarak kabul ederiz. Ve bu şekilde hayatımız sürüp gider. İşte tüm sorun da bu!
Kadın, erkeğin hayat sıralamasına girmek için yaratılmış sanki. Oysa Tanrı kadını neden erkekten sonra yarattı diye düşünme zahmeti gösterilse bu olur muydu? Erkek tek başına bir şey olamadığı için Tanrı kadını yarattı.
Arşiv