Topraklarımızın altında binlerce ton altın olduğu halde, çıkarıp işletemiyormuşuz. O altınları bir çıkarabilsek hep birlikte köşeyi döneceğiz. Ülkemiz düze çıkacak. Toplumumuz bir refah toplumu olacak. Eğitim, sağlık, adalet, işsizlik… vs. ne kadar problem varsa lâhzada çözülecek.
Ama çıkmıyor işte… veya çıkaramıyoruz..
Altın…
Yani altın madeni, topraklarımızda vardır veya yoktur. O parlak madeni yeryüzüne çıkmadan göremiyoruz. Hâlbuki bir bakışta gördüğümüz, altın kadar, hatta ondan daha kıymetli başka madenlerimiz, değerlerimiz, ürünlerimiz, kaynaklarımız yok mu?
Olmaz olur mu?
Saymakla bitmez!
Her şeyden önce, bu ülkede hayatın vazgeçilmezi olan, canlılık için şart olan iki kaynak var: Güneş ve su. Yaratıcı bu iki kaynağı bol bol bahşetmiş yurdumuza. Peki, biz onları değerlendirebiliyor muyuz?
Bu kadar bol su olan bir ülkede toprakların büyük bir bölümü yılın yarısında kuraklık çeker. Diğer yarısında ise su basar sel götürür. Tamam, bazı tabii afetlerde kimsenin yapabileceği bir şey olmayabilir. Fakat derelerin, suyollarının ıslahı, yerleşim birimlerinin uygun olarak belirlenmesi konularında hiç mi yapabileceğimiz bir şey yok?
Su ve güneşin yanı sıra toprak da var. İşimizi bilen bir topluluk olsaydık; bu kaynaklarla kendimizi rahat rahat doyurduktan sonra, elde ettiğimiz ürünleri ve artan suyu satarak bir refah toplumu olmamız işten bile değildi.
Diğer çok kıymetli iki kaynağımız; genç nüfus, beyin gücü… Allah aşkına, kim, bu, altından daha değerli kaynaklara önem verdiğimizi söyleyebilir? Değer vermek ne kelime; onları eziyoruz, buduyoruz, küstürüyoruz, isyan ettiriyoruz ve elimizden kaçırıyoruz.
Başka kaynaklarımız; tarihî, dinî kültür zenginliklerimiz, hiçbir ülkeyle kıyaslanmayacak kadar fazla, görülmeye değer ve merak uyandıran bir potansiyele sahiptir.
Başta boğazlar olmak üzere eşsiz tabii güzelliklerimiz ve tatil cenneti kıyılarımız, yaylalarımız,
kaplıcalarımız…
Bu varlıklarımız altın madeninden daha mı az değerli?
Bize göre bunlar altın madeniyle mukayese edilmeyecek kadar, paha biçilemeyecek kadar değerli. Ama kıymetini bilen ve kıymetlendiren nerede?
Altın, bir semboldür.
Bir açıdan baktığınızda hiçbir işe yaramaz. Yenmez, içilmez. Ama kıymetli bir simgedir.
Özellikleri var: Paslanmaz, çürümez, parlaklığını kaybetmez. Pırıltılı bir cazibesi var. Belki de en önemli özelliği zor elde edilmesi ve az bulunması.
Asıl altınlarımız,
pırlantalarımız, cevherimiz yaşamakta olan ve ebedi aleme intikal eden büyük
fikir insanlarımız değil mi? Yesevî, Yunus, Fululî, Mehmet Akif, Ziya Gökalp,
Namık Kemal, Doğan Cüceloğlu’nun ve daha yüzlerce değerimizin bize emanet
ettikleri altınlara, incilere, pırlantalara sahip çıktık mı? Hatta bu
hazinelerin farkında mıyız?
Denilebilir ki; Türkiye, paha biçilmez hazine ve definelerin üzerinde oturuyor. Bu hazine ve defineler ona bir kol mesafesi kadar yakın olduğu halde, fakr-u zaruret ve sıkıntı içinde sürünüyor.