ALTIN

Neslihan KORUTÜRK - 19.06.2008

 

Topraklarımızın altında binlerce ton altın olduğu halde, çıkarıp işletemiyormuşuz. O altınları bir çıkarabilsek hep birlikte köşeyi döneceğiz. Ülkemiz düze çıkacak. Toplumumuz bir refah toplumu olacak. Eğitim, sağlık, adalet, işsizlik… vs. ne kadar problem varsa lâhzada çözülecek.

Ama çıkmıyor işte… veya çıkaramıyoruz..

Altın…

Yani altın madeni, topraklarımızda vardır veya yoktur. O parlak madeni yeryüzüne çıkmadan göremiyoruz. Hâlbuki bir bakışta gördüğümüz, altın kadar, hatta ondan daha kıymetli başka madenlerimiz, değerlerimiz, ürünlerimiz, kaynaklarımız yok mu?

Olmaz olur mu?

Saymakla bitmez!

Her şeyden önce, bu ülkede hayatın vazgeçilmezi olan, canlılık için şart olan iki kaynak var: Güneş ve su. Yaratıcı bu iki kaynağı bol bol bahşetmiş yurdumuza. Peki, biz onları değerlendirebiliyor muyuz?

Bu kadar bol su olan bir ülkede toprakların büyük bir bölümü yılın yarısında kuraklık çeker. Diğer yarısında ise su basar sel götürür. Tamam, bazı tabii afetlerde kimsenin yapabileceği bir şey olmayabilir. Fakat derelerin, suyollarının ıslahı, yerleşim birimlerinin uygun olarak belirlenmesi konularında hiç mi yapabileceğimiz bir şey yok?

Su ve güneşin yanı sıra toprak da var. İşimizi bilen bir topluluk olsaydık; bu kaynaklarla kendimizi rahat rahat doyurduktan sonra, elde ettiğimiz ürünleri ve artan suyu satarak bir refah toplumu olmamız işten bile değildi.

Diğer çok kıymetli iki kaynağımız; genç nüfus, beyin gücü… Allah aşkına, kim, bu, altından daha değerli kaynaklara önem verdiğimizi söyleyebilir? Değer vermek ne kelime; onları eziyoruz, buduyoruz, küstürüyoruz, isyan ettiriyoruz ve elimizden kaçırıyoruz.

Başka kaynaklarımız; tarihî, dinî kültür zenginliklerimiz, hiçbir ülkeyle kıyaslanmayacak kadar fazla, görülmeye değer ve merak uyandıran bir potansiyele sahiptir.

Başta boğazlar olmak üzere eşsiz tabii güzelliklerimiz ve tatil cenneti kıyılarımız, yaylalarımız, kaplıcalarımız…

Bu varlıklarımız altın madeninden daha mı az değerli?

Bize göre bunlar altın madeniyle mukayese edilmeyecek kadar, paha biçilemeyecek kadar değerli. Ama kıymetini bilen ve kıymetlendiren nerede?

Altın, bir semboldür.

Bir açıdan baktığınızda hiçbir işe yaramaz. Yenmez, içilmez. Ama kıymetli bir simgedir.

Özellikleri var: Paslanmaz, çürümez, parlaklığını kaybetmez. Pırıltılı bir cazibesi var. Belki de en önemli özelliği zor elde edilmesi ve az bulunması.

Asıl altınlarımız, pırlantalarımız, cevherimiz yaşamakta olan ve ebedi aleme intikal eden büyük fikir insanlarımız değil mi? Yesevî, Yunus, Fululî, Mehmet Akif, Ziya Gökalp, Namık Kemal, Doğan Cüceloğlu’nun ve daha yüzlerce değerimizin bize emanet ettikleri altınlara, incilere, pırlantalara sahip çıktık mı? Hatta bu hazinelerin farkında mıyız?

Denilebilir ki; Türkiye, paha biçilmez hazine ve definelerin üzerinde oturuyor. Bu hazine ve defineler ona bir kol mesafesi kadar yakın olduğu halde, fakr-u zaruret ve sıkıntı içinde sürünüyor.

 Altın bir simgedir.

 “Altın kalpli insan” diyoruz. Neden? Çünkü o insanın çok üstün bir değerinin olduğunu ve bu değerinin asla azalmayacağını söylemek istiyoruz. O değerin hiçbir maddî teraziyle tartılamayacak, ölçülemeyecek kadar yüksek olduğunu belirtmek istiyoruz.

 Altın’ı çok uzakta, çok derinde arıyoruz.

Tarih: 19.06.2008 Okunma: 843

YORUMLAR

Yorumunuzu ekleyin.

İsim: *

E-posta Adresiniz: *

* (E-posta adresiniz paylaşılmayacaktır.)

Yorum: *

Güvenlik Sorusu:
Türkiye'nin başkenti neresidir?

özgür deniz

23.04.2008 - 17:03

mustazaflara uzak müstekbirlere yakın lale devri.her devrin bir nihayeti vardır. bir gün yeryüzünün iktidarı açların toklara karşı apansız ve keskin yumruklarıyla el değiştirecektir İNŞAALLAH.''birgün yeryüzünün iktidarını mustazaflar devredeceğiz ''demiyor mu ALLAH azze ve celle.sagıyla canpaşm.

Necmi Uçar

29.04.2008 - 15:36

"İsmail Hakkı der ki; Olmaması gerek ya, kazara sizi kaygılandıran yoksulluk, yolsuzluk, eğitimdeki kalitesizlik, geçim sıkıntısı, işsizlik vs. vs. dertler varsa da kendinizi üzmeyin. Üzülünce bu dertler derman buluyor mu? Bulmuyor. Zaten, büyük bir ihtimalle bu “dertler” sizin kuruntunuzdur. Bakın medyanın çoğuna ve devlet televizyonuna böyle sorunlardan bahsediyor mu? Demek ki, bu dertleri siz kuruyor ve kuruntu ediyorsunuzdur. O zaman, gelin hep birlikte Lale Devrine katılalım. Lale Devrinden kam alalım. Devir lale devri." Eh madem öyle süslensin karın doyurmasa da göze hoş gelir. Dışarıdan görenler de adamların başka derdi yok zevk ve safaları için ne harcamalar yapmışlar derler.Biz de kandimizi kandırırız.İş bulamayanlar laleleri gözledikçe efkar dağıtırlar.Vaay anam vaaaay.

özgür deniz

23.04.2008 - 17:03

mustazaflara uzak müstekbirlere yakın lale devri.her devrin bir nihayeti vardır. bir gün yeryüzünün iktidarı açların toklara karşı apansız ve keskin yumruklarıyla el değiştirecektir İNŞAALLAH.''birgün yeryüzünün iktidarını mustazaflar devredeceğiz ''demiyor mu ALLAH azze ve celle.sagıyla canpaşm.

Necmi Uçar

29.04.2008 - 15:36

"İsmail Hakkı der ki; Olmaması gerek ya, kazara sizi kaygılandıran yoksulluk, yolsuzluk, eğitimdeki kalitesizlik, geçim sıkıntısı, işsizlik vs. vs. dertler varsa da kendinizi üzmeyin. Üzülünce bu dertler derman buluyor mu? Bulmuyor. Zaten, büyük bir ihtimalle bu “dertler” sizin kuruntunuzdur. Bakın medyanın çoğuna ve devlet televizyonuna böyle sorunlardan bahsediyor mu? Demek ki, bu dertleri siz kuruyor ve kuruntu ediyorsunuzdur. O zaman, gelin hep birlikte Lale Devrine katılalım. Lale Devrinden kam alalım. Devir lale devri." Eh madem öyle süslensin karın doyurmasa da göze hoş gelir. Dışarıdan görenler de adamların başka derdi yok zevk ve safaları için ne harcamalar yapmışlar derler.Biz de kandimizi kandırırız.İş bulamayanlar laleleri gözledikçe efkar dağıtırlar.Vaay anam vaaaay.