Oy gizli, haber
kutsal, yorum hürdür.
Doğrudan doğruya “Türban” konusunda ilk defa yazıyorum. Aslında bu konunun, hiç de göründüğü kadar basit olamadığını, son derece çetrefilli, netameli bir husus olduğunu anlıyorum, hissediyorum.
Dün yaşadığım bir hadise üzerine, ben de bu konudaki gözlemlerimin ve gördüklerimin bir bölümünü yazmaya karar verdim.
En derin, samimî kanaatim şudur: Bir mucize olsa da 70 milyonluk Türk halkı, bugünden itibaren İslam ahlâkıyla şuurlansa ve o ahlâkla yaşasa, 5 (Beş) yıl sonra dünyanın en müreffeh, en güçlü, en huzurlu ülkesi Türkiye olur. Malazgirt de, Fetihler de, Çanakkale ve Dumlupınar da şuurlu imanın eserleridir.
Buradan çıkan sonuç; bugün İslâm ahlâkından milyonlarca kilometre uzaktayız. Benim bu yargımı başka ifadelerle dinle alâkalı olarak konuşan pek çok insan söylüyor. Yine pek çok insan, benim yukarıdaki görüşlerimi de paylaşacaktır, sanırım.
İslâm ahlakına bu kadar uzağız fakat
İslam’ın kuralları, emir ve yasakları sürekli gündemimizde. En fazla
gündemimizde olan ise “Türban.”
İnternette Diyanet İşleri Başkanlığının Kur’an-ı Kerim sayfasını açtım ve “Başörtü” kelimesiyle aradım. Karşıma 1 tane Ayet çıktı. Zaten, üzerinde çok konuşulduğu için herkesin de bildiği tek Ayet.
Diyelim ki, bu tek Ayet; şu anda bırakın ulusalı, uluslar arası bir problem haline getirilen, hakkında Anayasa Mahkemesi ve AİHM’nin kararlar verdiği, kimimizin “sıkmabaş”, kimimizin “Türban” dediği örtüyü tarif ediyor.
Yine
farz edelim ki, bu “Türban”ı takan
bütün kardeşlerimiz, tamamen özgür iradeleriyle, benim yukarıda,
yaşayamadığımızdan şikâyetçi olduğum İslam
ahlâkını katıksız yaşamak için takıyorlar.
Burası çok önemli!
Şu
yaz sıcağında başını sımsıkı türbanla örten kardeşimiz bize şu mesajı vermiyor
mu: Ben dinime sımsıkı bağlıyım, bütün
kural, emir ve yasaklarını yürekten benimsiyorum. Şuurlu bir Müslüman’ım, İslâm
ahlâkı benim ahlâkımdır.
Çünkü türbanlı kardeşlerimizin ısrarla benimsedikleri emir; Kur’an’da tekrar tekrar üzerinde durulan bir konu değil de sadece bir Ayet’te geçen hüküm olduğuna göre, zaten diğer emir ve yasakları özümsemiş, kuralları hayat tarzı haline getirmiştir.
Sizin çevrenizde bulunan türbanlı kardeşlerimiz böyle şuurlu birer Müslüman mı?
Ben, çevremde böylesine şuurlu bir türbanlı
Müslüman kardeşime rastlayamadım.
* * *
İslamiyet’te
bir ölçü var: Kul hakkı, veballerin en
ağırı. Bu ölçüyü herkes bilmeyebilir. Ama kendi özgür iradesiyle sımsıkı
türbanı takan bir kardeşimiz herhalde çok iyi bilir. Daha ötesi, onu türbanlı olarak gören diğer vatandaşlar da, o
kardeşimiz tarafından kul hakkına tecavüz edilmeyeceğinden emindir.
Yer; Bornova Müftülüğünün yanındaki İZSU gişelerinin önü.
Tarih ve saat; 23 Haziran 2008, 11:00 -12:00 arası.
Tepemizde güneş, “zehirli” su faturamızı yatırmak için bekliyoruz. Önümde 60 yaşlarında bir bey var (Ali Bey). Sıraya girdiğimden 15-20 dakika geçtikten sonra; 25 yaşlarında bir türbanlı bayan önümdekilere yaklaşıyor. “Benim yerim burası mıydı?” diye soruyor ve Ali Bey’in önüne geçiyor. Ali Bey’e soruyorum: “Siz bu bayanı sırada gördünüz mü?”. “Hayır” diyor.
Peki, nasıl oluyor da biz 20 dakikadır buradayken, bizim görmediğimiz birisi tam da bizim önümüze geçebiliyor. Bayan konuşmalarımızı duyuyor. “Ben buradaydım, başka faturalarım vardı, onları ödeyip geldim.” diyor. Yaptığının haksızlık ve saygısızlık olduğunu, sıranın en sonuna geçmesi gerektiğini söylüyorum. Umursamıyor. Bizden önce gişeye varıyor.
Benim arkamda da 25-30 kişi bekliyor.
Şimdi bu bayan, arkada bekleyen kişilerin
hakkını yedi mi, yemedi mi?
Bu bayan samimi, şuurlu bir Müslüman mı?
Müslümanlık bu mudur?
İslâm ahlâkı bu mudur?
Yoksa ben mi aşırı hassasım?
* * *
Not: Eğer bana, “Aşırı hassassın, fazla ince düşünüyorsun, hatta takıntılısın, idare ediver!” diye tavsiyede bulunuyorsanız…
Asıl, türbanlı kardeşlerimize “Yahu görüyorsunuz ülke geriliyor, meclis ve hükümetler türban konuşmaktan başka bir iş yapamıyor, çözüm üretemiyor, bu kadar hassas olmayın, ince düşünmeyin, takıntı yapmayın, idare ediverin!” şeklinde, tavsiyede bulunmak gerekmez mi?
* * *
Safahat’tan
Çalış
dedikçe şeriat, çalışmadın durdun,
Onun hesabına bir çok
hurafe uydurdun.
Sonunda bir de
tevekkül sokuşturup araya
Zavallı dini onunla
çevirdin maskaraya.
Görenek neyse onun
hükmüne boyun eğerek
Garb’ın efkârını,
asarını düşman tanımak
Yenilik namına vahy
inse kabul eylememek…
Şöyle dursun o yenilik
ki, dışarıdan gelecek.
Hurafeler, üfürükler,
düğüm düğüm bağlar,
Mezar mezar dolaşıp
hasta baktıran sağlar…
Bir baksana, gökler
uyanık, yer uyanıktır;
Dünya uyanıkken
uyumak, maskaralıktır.
Mehmet
Akif Ersoy
Önceki yazılar